Ellerini birbinine çarpıyor minicik çocuk. Ne kadar da mutlu görünüyor annesinden "düt" isterken. Tencereler çınlıyor mutfakta sessizliğe. Bu sessizlik bile insanın kulaklarını sağır etmeye yetiyor. Alkış çınlamaları, tencere sesleri... Ayrıntılar zihinde çınlıyor. Tencerelerin sesleri, mutfaktaki kaşık... Çınlıyor apartman boşluğu etrafa çarpan çatallardan. Anne "düt"diyor çocuk. Alkış sesleri etrafta bir gaz bulutu gibi geziniyor. Doluyor odanın içi çınlamayla. "düt" diyor çocuk, anne "düt". Bir bardak süt uzatıyor annesi çocuğa. Kesiliyor sessizlik içindeki çatalların çınlamaları. Ses vermiyor çocuk. Kesiliyor alkış sesleri, tencere tınıları...
****
Gece vakti gündüz aydınlığında kocaman bir cadde... Işıklandırılmış aşklar, yalnızlığa basılan notalar, bir de upuzun bir yol. Tutuşmuşlar elele geziyorlar yol boyu. Yol uzuyor, aşk bitiyor, hava aydınlanıyor. Günboyu dereboyunda su sesleri ile koyda fısıldaşmalar. Sivrisinekler uçuşuyor havada. Renkli cadde, bahar, ışıklandırılmış yollar. Haydi tutun elinden yakındakinin, sivrisineğin, yol boyunun, dereboyunun. Sonumuz toprak, en fazla gideceğimiz yer kendimiz.
***
Nedir bu çay kaşığının çektiği? Bir sağa bir sola… En keyifli anların tadını, iki şekerli çay çıkarırken ezilen taraf bir çay kaşığı. İnce belli bardağa işkence çektirtirken insan eli kaşığa, ey insanoğlu hiç sordunuz mu kaşığa?
***
Rüzgar… Esip gürlüyor koca ovada. Bomboş değil mi etraf? Karşına kim çıkacak ki… Ne bir ağaç ne de bir tepe. Esiyorsun tozu dumana katarak. Delisin be oğlum! Bu yüzden sana “deli rüzgar” diyorlar. Peki ya birgün biri çıkar da karşına takılıp kalırsan dallarına. İşte o zaman anlarsın tutulmanın ne demek olduğunu.
***
Gece… Kimleri barındırmadı ki içinde. Kimleri kandırmadı ki sessizce. Işıklar yaptık, meşaleler yaktık gece boyu. Kime, niye? Madem derdimiz saklanmaktı, madem amacımızdı saklamak gözyaşımızı, o halde neden gecenin gündüzden tek farkı olan karanlığını almaya çalışıyoruz? Bırakın aksın içimize gözyaşlarımız özgürce.