Sevgi, sevmekten önceki bir hâldir. Sevgi tohumlarımızı ektikten sonra, sevmeye başlarız. Sevgimizi besledikçe, sevmekten söz edilebilir ancak. Gerçek sevgide, baskı yoktur. Hoşgörü, anlayış ve ilgi ile koruyup kollayabilmek vardır. Samimiyet vardır; paylaşımlarda hâl sohbetlerinin ve birlikte zaman geçirmenin keyfi ve gönül rahatlığı yaşanılır. Bu niyetle sevmek; kıymet vermeyi gerektirir. Çünkü sevmek, emek ve özveri ister.
Güven ister. Güven, beraberinde huzuru getirecektir. Huzur, inancımızı güçlendiren sihirli bir kaynaktır! Sevginin temelinde de, inanma ihtiyacı vardır. İnancımız kadar gerçek sevgiyi tadar ve tattırabiliriz çünkü. Sevmek, inanmaktır; dürüstlükten doğar insanın yüreğine... İnsan, güven duygusuyla beslenerek, huzur diyârlarında filizlenir; yaprak yaprak, mis kokulu çiçekleriyle yeniden dirilir taze taze...
Sevebilmek için sevgi suyundan bol bol içebilmek gereklidir. İnsanın, kendini sevebilmesi ile başlayan sevgi yolculuğunda, kendini bir birey olarak tanımlayabildikten sonra, yüreğine cesaret tohumlarını ekebilmesi lazım gelir. Bu yol, kendini aşmayı gerektirir… Kendini gerçekleştirebilmiş bir bireyin ise, cesaretten doğan sevgi dalları büyür ve gelişir.
Sevmek, cesaret ister. Ancak cesaret, insanın çaresizken bulmaya çalıştığı bir sevgiden kaynaklanıyorsa, kişiyi bağımlı ve yalan bir sevginin dünyasına iter. Çünkü, sevginin yerine doldurmaya çalışılan boşluğun, o boşluğa sebep olanın yerine geçmesi mümkün değildir. Bu, beyhude bir çaba olur. Sevebilme umuduyla içilen sevgi suyunu bulanıklaştırır.
İnsanları anlamak, anlayabilmek ne kadar zor, ama sevebilmek için de tanımak, anlamak ve güzellikleri görebilmek gereklidir. Çünkü insan; anladıkça, tanıyabilir, tanıdıkça sevebilir. Güzellikleri görebildiği kadar da öğrenmek ve daha fazla öğrenmek ister. Öğrenme arzusu, sevgiden doğar ve bu sevgi, sonsuzdur... İnsan, sevgisi kadar güzeldir ve güzellikleri görebildiği kadar insandır.
Gerçek sevgi, gönül gözünü berraklaştırır. Gerçek sevgiyi tanıyan bir insanın, sahte olanı tek görüşte anlaması bundandır. Gönül gözüyle bakabilenlerin, sahtelikten arınabilmesi bu sebeptendir. İnsan, sahte sevginin olmadığı yerde, özgürleşebilir... Diğer türlü, gerçek sevgi yaşayamaz çünkü. Örneğin; iki kişinin sadece birbirlerini severek diğer tüm insanları hariç tutması, bencilce bir sevgidir ve darlaştırır insanın gönlünü. Faydasızdır, tutarsızdır ve gerçek bile değildir...
İnsan, içten içe tatmin olabilir. Sevgi de öyle... İçten içe yaşanır. İçten dışa doğru yansıyabilir. Kişiseldir ve sadece kişisel tatmin hâli ile gerçek sevgiyi yaşayabilir. Gerçek sevgide, karşılıklı geliştirilebilen bir tatmin olmalıdır; insan karşısındaki kişinin de tatmin olabilmesine fırsat sunabilmelidir ki, sevgi, etkin ve faydalı olabilsin.
İnsan, sevme konusunda sınır koymamalı gönlüne; sevmeye değer güzel bir yürek bulduğunda cömertçe sevebilmeli ve hak ettiği değeri verebilmeli(dir)! Sevmenin bir ölçüsü yoktur ama nasılı olabilir. O da, insanın, tamamen algısına göre değişir. Lakin; koşulsuz ve beklentisiz olduğu kadar gerçektir!
Merhamet ve bağlılık vardır. İnsan, gerçekten sevdiği kişinin üzülmesini istemez, onun sorunlarına destek olmaya çabalar. Ona değer verir, verebilmeli(dir)... Değer verdiği kadar, kendisine de değer verebilmeli ki gerçekten sevebilsin. İnsan, sevdiğine değer vermekle birlikte, onsuz da yaşayacağını bilir, bilmeli(dir)... Gerektiğinde, vazgeçmeyi bilmesi gerektiğini idrak edebilmesi gibi...
"Bizim için bir amaca hizmet etmeyen insanlara duyduğumuz sevgide, gerçek sevgi ortaya çıkar." diye yazmış Erich Fromm, Sevme Sanatı kitabında.(sayfa:62)
Yazarın bakış açısından düşünürsek, birine ya da herhangi bir nesneye duyulan sevginin gerçek sevgi olup olmadığını, bu cümleden anlayabiliriz. Bana sorarsanız, gerçek sevginin tek kanıtı, sizi kendinize yani içinizdeki sevgi tanesine her an daha fazla yakınlaştırabilmesinde gizlidir. Gerçek sevgide amaç, sadece sevmektir. Kıymet bilmeyi gerektirir. Kıymet bilmeyen, sevilmenin hürmetini bilebilir mi?
Gerçekten seven, almaktan çok, vermekle mutlu olabilen insandır. Verirken hiçbir beklentisi olmayan insan, gerçekten sevebilir ancak. Sevmenin en zor biçimidir bu. Sadece, gerçekten sevebilen annelere has bir özellik olduğunu savunur Erich Fromm, Sevme Sanatı kitabında. Tartışmasız bir konu olsa da, bazı gerçek aşklarda, büyük aşıkların da bu özelliğe sahip olduklarına inanıyorum. Örneğin; 'Notebook' filminde, gerçek bir aşk hikayesi anlatılmaktadır. Birbirini gerçekten seven iki gencin, bazı sebeplerle ayrılmak zorunda kalması, ancak filmin sonunda seven bir adamın, alzheimer rahatsızlığı yaşayan sevdiğiyle kısacık zaman dilimi için bile olsa, her türlü fedakarlığı gösterebilmesi... Ardından sevdiğiyle, yine kısacık bir zaman birlikte olabilmek için bile olsa, sevdiğinin son nefesine kadar aynı fedakarlık ile onu sevmeye devam etmesi...
Sevmek, niyetle başlar. Sevmeye niyet eden insan, bir bebeğin gözbebeklerinde görebilir sevgi tanesini. Aynaya dikkatlice baktığında yüreğindeki mânâyı, kendi gözbebeklerinde de görebilir ayrıca. İşte o sevgi tanesi, nurun kendisidir... O nur, insanın yüreğinde saklıdır; gözbebeklerinden yansıyarak, güzelliğini ifşâ eder. Bu yüzden, yüreğinin gözüyle bakabilen insan, sevgiyle bakabilir ancak. Alak süresinin mealine göre; "İnsanı embriyondan/ilişken, yapışkan sudan/sevgi ve ilgiden yarattı". Bir yaratanımız olduğuna ve kutsal kitabımıza inanıyorsak; O'nun sevgi olduğunu ve O'nun sevgisinden yaratılan her şeyin, özünde sevgi tanesinden yaratıldığını yorumlamak, pek de yanlış olmaz sanırım. Sevgi tanesi içimizde olmasına rağmen; sevmek, çalışılarak öğrenilir. Bir bebeğin, tanıdığı ya da tanımadığı insanlara sevgiyle bakabildiği, fakat zamanla sevgi besleyebilmesi gibi... Çünkü, gönüllerimizi sevgiye alıştırarak, gerçekten sevebiliriz.
Sevmek, fiilî bir eylem olduğu sürece, 'değiştirme değeri' kazanır. Başka bir deyişle; eyleme dönüşebilen sevgi, değiştirici bir güce sahiptir. Sevgimizi göstermek istiyorsak, dinlemeyi öğrenmek zorundayız, der Gory Chapman, Beş Sevgi Dili kitabında. Çünkü sevmek, anlamak ister. İçtenlikle ilgi gösterebilmek gereklidir. Bu yüzden, gerçekten sevebilmek için yeterli anlayışa ve sabra ihtiyacımız vardır. Sevmek, fedakârlık işidir. Vesselam.
Sevgi üzerine düşünürken kendime; "Gönül, kapısını sevgiye ne zaman açar?", diye sordum. Yüreğimden gelen cevap aynen şöyle idi; 'Almadan, almayı düşünmeden verebildiğimiz vakit...' Düşündüm sonra... Sevgide, sevilmek istediğimiz kadar, hatta daha çok, sevebilmeyi başarabildiğimiz vakit, gönül kapımız aralanacaktır. Birbirini seven gönüllerin ise, birbirleri ile kopmaz bağlarla bağlı olduğuna, o vakit inanmaya başladım. Bu yüzden;
"Gönülden sevenler ayrılmaz.
Mesafeler var ise 'dua' var.
Ölüm var ise 'cennet' var."
gönül bağı ile birbirini sevenlerin her hâl de, buluşması mümkündür.
Gönül bağı ile sevenler için hayat, cennet âlemi gibidir. Bu âlemde, hâl dili ile muhâbbet edilir. İlâhi muhâbbetin sırrı da, budur! Hâk dilidir. Gönül dilidir. Kıymet bilenlerin, hürmet edebilenlerin dilidir.