Savaş, insanlık tarihi kadar eski bir kavramdır. Yüzyıllar boyunca yaşanan ve acı bilançolara yol açan savaşlar;kutsal din savaşlarından tutun, egemenlik ve hükümranlığa, verimli arazileri ele geçirmeden tutun da bir kadının kaçırılmasına kadar[1] çeşitli sebepler bahane edilerek başlatılmıştır.
Savaş deyince tabiiki ilk solan insan hayatıdır, cephede ölen askerler, cephe gerisinde ölen babalar anneler ve yaşlılar, akabinde babalarının bir gün cepheden geri döneceğini bekleyen ama onlarla hiç buluşamayan çocukların hayatı…
Savaş deyince yine ilk solan ülkenin verimli toprakları ve sanayisidir. Ülkenin can damarlarını oluşturan üretim tesisleri, ürün yetiştirilen toprakları ve bereketli arazisi tahrip olur ve solar. Savaş kanla sular toprakları, roketlerle top mermileriyle yıkar ülkenin sanayi varlığını.
Savaş deyince bir solan daha vardır. Uzun uzun yüzyıllar boyunca ayakta ve hayatta kalan ve belleği ile insana ve topluma yol gösteren varlıklar. Yazılı ve basılı eserlerden tutun, ibadethanelere, hamamlardan tutun çeşmelere kadar bir dizi tarihi eser niteliğinde ki kültür varlıkları... Savaş, ayırt etmeden hepsini yok eder, tahrip eder.
Özellikle etnik ve dini orijinli savaşlar, insan faktörünün yanında ilk bu tarihi varlıkları hedef alır. Bir diğerinin belleğini ve topraklarda ki izlerini silmek için.
İnsan hayatı kutsaldır ve bilinir ki insan yaşamazsa hiçbir şeyin yaşamasına imkan yoktur ve yine bilinir ki insan yaşamadıktan sonra diğer şeylerin yaşamasına ne lüzum vardır.
Top mermileri önce duvarlarını parçalar, içerisinde yüzlerce yıllık el yazmaları ve onlarca katı fazla basılı eserlerin bulunduğu kütüphaneleri. Sonra alev alır ve sanki lezzetli avını günlerce parçalayarak yiyen bir aslan gibi günlerce o alevler yer cânım kitapları, belgeleri.
Bosna savaşında gördük biz bunu, Saraybosna’da o görkemli kütüphanenin nasıl günlerce yandığını, Irak’ta gördük biz bunu, Bağdat’ın meşhur Ulusal Kütüphanesi önce yağmalandı sonra ateşe verildi ve günlerce yedi alevler o yıllandıkça tatlanmış olan kitapları…
Savaşın soldurduğu tarih derken işte tam da bunu kast ettik, savaşın soldurduğu ve bir daha canlandırmadığı tarih. Tüm savaş ve ayaklanma bölgelerinde en açık ve korumasız hedeflerdir müzeler, kütüphaneler, kültür sarayları ve mabetler. Savaşın karşı tarafı hedef alır dedik evet bu doğru, ya ev sahibi olup da o eseri yağmalamakta en hızlı davrananlara ne demeli.
Irak’ın işgali günlerinde acı bir haber düşmüştü manşetlere, Irak Ulusal Müzesi yağmalandı diye. İnsanlık tarihi ve medeniyeti ile yaşıt olan yazılı belgeler, heykeller, altın, bakır ve taş eserler ya tahrip edildi ya da kaçırıldı ve haraç mezat satıldı.
Tüm dünyadan tepkiler yükseldi yükselmesine de artık bazı eserler için çok geçti, güvenlik ve koruma tedbirleri getirildi ve müze koruma altına alındı.
Bugün Suriye’de ve Mısır’da var olan tarihi varlıkların ne durumda oldukları ise birer muamma. Mezopotamya tarihi ile yarışan bu topraklarda da yine insanlığın belleği olan onlarca eser var, öncelik tabii ki orada yaşayan insanların hayatı ancak ya sonra…
Gün geçmiyor ki manşetlere şöyle bir haber düşmesin; “Suriye’de bulunan şu tarihli şu mabet şunlar tarafından yıkıldı, Mısır’da bulunan şu eserler göstericiler tarafından tahrip edildi. Şu kentten beş bin yıllık şu belgeler şu ülkeye kaçırıldı ve daha niceleri…
Tüm dünya müzelerinin üst çatısı olan uluslararası örgüt, Milletlerarası Müzeler Birliği (ICOM[2]) müzelere dair hemen her konuda yaptığı faaliyetler ve düzenlediği uluslararası konferanslar ile kriz dönemlerinde müze yönetimine dair önemli çalışmalar yapmaktadır.
Müzecilik adına önemli çalışmalardan birisi, 2006 yılında Yıldız Teknik Üniversitesinde, ICOM yetkilileri ve Yıldız Teknik Üniversitesi akademik personelinin ortak çalışması ile yapılan “ Collection Management Seminar on Museums and Private” konferansı idi. Benimde dinleyici olarak katıldığım bu güzel etkinlik, ICOM’u sağlıklı bir şekilde tanımamı sağladığı gibi, dünya genelinde yaptığı faaliyetleri de takip etmeme neden olmuştu.
Tıpkı ICOM gibi yine uluslararası bir kuruluş olan İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA[3]) da, savaş ve benzeri durumların kültür ve tarih varlıklarında yaratacağı tahribatı önlemek adına önemli çalışmalar yapmaktadır.
Müzelerin ve kültür ve tarih varlıklarının savaş, afet ve toplumsal olaylarda nasıl bir şekilde korunacağı ve hangi önlemlerin alınacağı hususu, bu konuda görev yapan kişilere profesyonel bir şekilde öğretilmeli ve bunun alt yapısı mutlaka hazırlanmalıdır. Gerek ICOM ve IRCICA gibi uluslararası kuruluşlar gerekse bölgesel nitelikli kuruluşların mevcut çalışmalarını günümüz teknolojisinin de etkisi ile daha ulaşılabilir ve pratik boyutlarda tüm dünya sathına yayması elzemdir.
Bu iki önemli kuruluşun yanı sıra diğer bazı kültür ve sanatsal varlıkları koruma amaçlı kurulan organizasyonlar da vardır[4]. Bu kurumların en önemli faaliyetleri başta yazılı ve basılı eserleri dijital ortama aktarmak ve doğal ya da insani nedenlerle kaybolması muhtemel kültür eserlerini en azından dijital ortamda muhafaza etmektir.
Savaş sırasında kaçırılan ya da bir nevi savaşın tahribatından kurtarılan eserlerin, savaş sonrası ne yapılacağı konusu vardır. Gerek uluslararası hukuk kuralları gerekse ikili antlaşmalar gereği kültür varlıkları savaş sonrası ilgili ülkeye iade edilmektedir ya da iade edilmesi gerekmektedir.
Sosyal medya aracılığı ile takip ettiğim gazetelerden biri olan haftalık Şalom gazetesinin 27 Kasım 2013 tarihli nüshasına şöyle bir haber düştüğünü gördüm;“2003 yılında ABD ordusu tarafından Irak’ta bir binanın sular altında kalmış bodrumunda bulunan Yahudi dini metinleri, onarılarak Washington’da sergilenmeye başladı. Ne yazık ki Yahudilik için büyük önem taşıyan bu belgeler Irak’a iade edilecek.”[5]
Son cümleye kadar herhangi bir sorunun sezilmediği gayet normal bir olaymış gibi algılanan bu haber, son cümlede ki “Ne yazık ki!” ifadesi ile bambaşka bir mesaj verdiğini ortaya koydu.
Savaştan tesadüfen kurtulmuş el yazması ve basılı eserlerin gerekli onarımdan sonra alındığı ülkeye iade edilmesi gayet normal iken, bu kaygıyı ilk etapta anlamak ve cevaplamak gerek uluslararası hukuk kuralları gerekse insani gerekçelerle açıklanması zor bir hale gelmektedir.
Afganistan’da 2001 yılında Taliban tarafından dinamitler ve roketlerle patlatılan ve tahrip edilen dünyanın en büyük “Buda” heykelleri göz önünde bulundurulduğunda, Şalom gazetesinin habere konu eserlerin Irak yerine ABD’de kalmasını istemesi eserlerin akıbeti açısından mantıksız mı?
Anlaşılan o ki, savaşın soldurduğu tarihi irdelerken savaş sonrası tarihin akıbetini de irdelemek örneklerde görüldüğü gibi yararlı olacaktır.
Irak Cumhuriyeti’ni ve yöneticilerini bu hususta zan altında bırakmak kimsenin amacı değildir, ancak dini orijinli ve tek nüsha bazı belgelerin tüm dünyanın incelemesine açılması için savaş sonrası farklı bir strateji izlenebilir mi?
Tüm bu tartışmaları akademik ortamlarda ve ICOM ‘un da katkıları ile yapmak sonuçlarını açıklamak, bundan sonra bu tarz durumlarda izlenecek yolu belirlemek adına büyük bir fayda sağlayacaktır.
Öyle ki; dün Bosna’da, Irak’ta bugün ise Suriye, Libya ve Mısır’da yaşanan ve tarihi solduran savaş ve ayaklanmalarının yarın bir başka coğrafyada çıkmayacağı ya da doğmayacağı hususu kimsenin emin olamadığı bir durumdur.
Savaşlar hiç olmasa ve biz ne insan hayatı ne de tarih varlıklarını kaybetmesek… Ancak tarihi bilen insanlar olarak şunu da biliriz ki; savaşlar insanlık tarihi ile yaşıttır ve ilk kan, ilk insanın oğulları arasında bu topraklarda dökülmüştür.
Savaşın soldurmadığı hayatlar ve savaşın soldurmadığı tarih her şeye rağmen tüm insanlığın ortak temennisidir…
[1] Truva savaşları her ne kadar arka planında pek çok sebebi barındırsa da, savaşı tetikleyen olay Helena’nın Truva prensi Paris tarafından kaçırılması neticesinde başlamıştır.
[2] The International Council of Museums
[3] Research Centre for Islamic History, Art and Culture
[4] İlk akla gelen şüphesi UNESCO dur, ancak UNESCO yu başka bir yazıda başlı başına ele almak istediğimden burada yer vermedim.
[5] http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=89082#.Upb2U32gDh8.twitter