Antik Çağ'ın ünlü simaları neden Ege sahillerinde yaşadı ve özgür düşüncenin temelleri neden bu topraklarda atıldı?
Üzerinde sıkça düşündüğümüz bir konudur bu ve bu hususta düşünen herkesin vardığı temel noktalardan birkaçı; denize kıyısı olan toprakların çok kültürlülüğü, çok kültürlülüğün getirdiği hoşgörü, bu hoşgörünün getirdiği özgür tartışma ortamı, deniz ticaretinin getirdiği zenginlik ve refah şeklinde sıralanabilmektedir.
Antik Ege sahilleri, bugün izlerini gördüğümüz onlarca kent ile bu özgür düşüncenin merkezine ev sahipliği yapmıştır. Muğla ili sınırlarında kalan ve bir yarımada üzerinde yerleşik bulunan Datça ilçesi de antik dönemden beri önemini korumaktadır.
"Tanrı uzun ve sağlıklı yaşamasını istediği kullarını Datça’ya gönderirmiş!" Antik çağın ünlü coğrafyacısı ve Geographıka kitabının da yazarı olan Amaseialı (Amasya) Strabon’a (M.Ö.64-M.S.24) atfedilen bu söz, antik dönemden beri Datça topraklarının ne kadar zengin bir kültüre ve iklime sahip olduğunun en önemli göstergelerindendir. Datça yarımadasının tam ucunda bulunan antik Knidos kenti ise tarihi öneminin yanı sıra sanat tarihine de adını yazdıran iki önemli eseriyle kültür hayatımızda adını sıkça duyduğumuz bir kenttir.
Knidos antik kenti, Halikarnasoslu (Bodrum) Heredot ve Amaseialı (Amasya) Strabon’un da uğrak yerlerinden olmuştur. Tarih ve coğrafya alanlarında önemli eserler bırakan bu iki önemli şahsiyet, Knidos kenti ve önemi hakkında yazmış ve günümüze dek ulaşan önemli bilgiler vermişlerdir. Knidos kentinin önemli iki eserinden söz etmiştik, neydi bu iki önemli eser?
Knidos Afrodit’i ve Knidos Aslan’ı olarak bildiğimiz bu iki önemli eserden ilki yani Knidos Afrodit’i günümüze maalesef ulaşamamıştır. Çıplak tanrıça heykeli olarak da bilinen ve ilk kez bir tanrıçayı çıplak resmeden bu heykelin akıbeti hakkında çokça hikaye olsa da nerede olduğu ya da nereye götürüldüğü tam olarak bilinmemektedir. Diğer önemli eser yani Knidos Aslan’ı ise her ne kadar Knidos’ta bulunsa da çıkaran arkeologlar tarafından İngiltere’ye British Museum’a götürülmüştür. Bugün British Museum’un ana salon giriş bölümünde duran devasa aslan heykeli işte bizim Knidos Aslan’ıdır.
Herodot ve Strabon okumaları sonrası bu bölgede keşif yapmak ve anlatılan coğrafyayı antik kalıntıları ile incelemek gerçekten büyük bir onur. Bu konuda çalışan ya da araştıran kişiler için muhteşem anılar vaad eden bu topraklar, Knidos’un teraslara kurulmuş Roma villalarının kalıntıları arasından ya da Apollo tapınağının sunak alanından çıkan ve otlayan keçilerin yoldaşlığı ile daha da keyifli bir hale geliyor.
Dağlık arazisi ve yolların sarplığı nedeniyle deniz ulaşımı ile daha rahat ulaşılan Knidos antik kenti, Kos (İstanköy) adası ve Mendirek adasına olan yakınlığı ile de antik dünyaya etkisini bizlere bugün de gösteriyor.
Knidos’ta var olan bir diğer özellik ise, çok kültürlülüğün yanı sıra çok dinli bir yapıyı da barındırmış olmasıdır. Öyle ki, tapınakların önce kiliseye sonra bir kısmının kısmen camiye çevrildiği ya da ibadet amaçlı olarak kullandığı bugün yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmaktadır.
Bugün halen canlı bir şekilde yaşayan "mega arkeo ken"t diye nitelendirebileceğimiz Roma ya da İstanbul gibi kentlerin yanı sıra geçmişte bu şekilde canlı hayatın devam ettiği kentlere en önemli örnektedir Knidos. Bir devletin ya da medeniyetin sona ermesi ile sona ermemiş, ilerleyen yüzyıllarda hayatına canlı bir şekilde devam etmiştir. Öyle ki; XI. ve XII. Yüzyıllarda yaşanan Arap akınları ve yaşanan şiddetli depremler de olmasa belki bugün halen yaşayan bir kent olacaktı.
Bir yaz günü hafif esintili bir öğleden sonra bu muhteşem kenti ve medeniyet derslerini Heredot ve Strabon’un izinden giderek sizlerde yaşayın, neden mi?
Çünkü Tanrı uzun ve sağlıklı yaşamasını istediği kullarını Datça’ya gönderirmiş!