Jale Köksal yazdı
“Nietzsche der ki: ‘İnsan, zihnin üç aşamasından geçer.’ O; ilk aşamaya ‘Deve’, ikinci aşamaya ‘Aslan’, üçüncü yani son aşamaya ise ‘Çocuk’ der. O, bu aşamalar için garip isimler seçmiştir. İlk aşamadaki devenin hiçbir yeri düzgün değildir. Deveye bir binerseniz anlarsınız...
Eski zamanlarda çölde bir yerden bir yere gitmenin tek yolu devedir. Devenin üzerinde saatlerce oturmak zorunda kalınır uzun yolculuklarda. Deve, yük hayvanıdır. Taşıdığı yük onu öldürüyordur ama yine de taşımaya devam eder. Belki de sadece alışkanlık yüzünden…
Deve; köleliğe hazırdır, alsa isyan etmez, asla:
‘Hayır’ diyemez.
Aslında ‘Evet’ de der ama bir kölenin ‘Evet’ini der.
‘Hayır’ diyemediğinden dolayı ‘Evet’ demiştir ve ‘Hayır’ diyemiyorsan ‘Evet’inin bir anlamı yoktur.
Deve; sadece takip eder ve bu en aşağı bilinç seviyesidir. Deve, ‘Bunu yap!’ diyen birileri tarafından güdülmeye ihtiyaç duyar, çünkü kendisine güvenmiyordur. Onun cesareti, ruhu ve özgürlük için duyduğu özlem yoktur, itaatkârdır o… Eğer bir deve olarak kaldıysak sosyal çıkar çevrelerinin de istediği budur zaten. ‘İstedikleri gibi yönetirler bizi; ruhsuz, hizmete hazır, köle olmaya istekli bir deve oluruz… Bu yüzden deve; kölelik yerine ölmeye hazır olan güzel bir aslana dönüşmelidir. İkinci aşamadaki aslan yük hayvanı olmaz asla.
Aslan; yeryüzündeki en güzel hayvanlardan biridir. Tek başına yaşamaya kadir ve dayanıklıdır. Aslan, koyunlar gibi kalabalıklarda yaşamaz. Tek başına, korkusuzca yaşar o… Risk almaya hazırdır. Tek başına olmak için aslan olmak gerekir. Bu kimseyi hayatımızdan çıkarmak değildir. Zaten, doğumdan ölüme kadar tek başına nefes alıyor ve tek bir nefesle hayata bağlanıyoruz. Aslan, sürüyü takip etmekten başka her şeyi yapmak ister. Savaşıp kazanmak ister, kendini gerçekleştirmek ister, kendi iktidarını ve iktidarının kabulünü ister.
İkinci aşamadan üçüncüye geçiş ise:
‘Vazgeçiş’tir.
Eğer egodan vazgeçmezsek bu aşama bize yük olacaktır, çok büyük bir yük…
‘Büyümek, elinde olmayan her şeyi özgür bırakmaktır’, der çok sevdiğim bir sözde.
Nietzsche üçüncü aşama için çok güzel bir isim seçmiştir:
‘Çocuk.’ Yeni doğan bir bebek; taptaze, egosu yok, dünyada özel birisi olma arzusu yok, zihni programlanmamış, şartlanmaları yok. O’nun hiçbir kutuplaşması, ırk, dil, din ayrımı yoktur. O; sadece kendisidir. Ve varlığında mutlak sükûnet vardır.
O; henüz tüm bu işe yaramaz şeyleri okumamıştır, fakat onlar senin zihnini darmadağın eder; bir an gelir ki sadece bir hurdalık olduğunu görürsün. Çocuğun bilinci yalnızca bir aynadır. O; önünde ne varsa onu yansıtır. Çocuk; farkındalığı, yeniden doğuşu, uyanmış bilinci simgeler. Masumdur çocuk, toy değildir. Çocuk, affeder ve vazgeçer, çünkü o olduğu gibidir, yenmeye ihtiyacı yoktur. Çocuk, isimleri bilmez. Çocuğa bir gül verildiğinde, onun zihninde: ‘Bu kırmızı bir gül, ne güzel bir çiçek’ diye düşünmez, o çiçeği senin asla göremediğin gibi görür. Çiçeğin kokusu ona, bize asla ulaşmadığı gibi ulaşır; çünkü bizim birçok engelimiz vardır. O; renklerin, çiçeklerin ismini bilmez. Onun zihni sessizdir ve çiçeği tümüyle deneyimler. Bunun için kelimelere ihtiyaç yoktur. Bir gül, güldür. İsimlere, etiketlere gerek yoktur. Böylesi bir görüş için masumluk gereklidir. Yeniden bir çocuk olmalı: taptaze, karmaşık olmayan, ideolojisi olmayan… Böylelikle varoluşla doğrudan doğruya buluşabilesin. Doğrudan iletişimi deneyimlemek istiyorsak, doğrudan deneyimlememizi engelleyen tüm bağları kesmeliyiz. İlk doğuşumuz ebeveynlerimiz tarafından gerçekleşti. Diğer doğuşumuz ise beklemede… Bu doğuş bize yine biz tarafımızdan verilecektir. ‘Kendimizin hem annesi, hem de babası olmalıyız.’
Çocuk masumiyetinde kalmak dileğiyle…