Bu yazı, bir derginin hikâyesi gibi görünse de, aslında ülkücülerin sanat damarlarının kesilmesini; destan çağı neslinin zihninin nasıl çoraklaştırıldığını anlatır.
Divan’a Giden Yol
Silah seslerinin insan sesini ve sanatın sesini bastırdığı yıllardı. Herkes her gece, tedhiş olaylarından ve “devleti ele geçirmek”ten dem vurur; herkes, her sabaha yorgun bir beyinle uyanırdı.
O yıllarda, bir grup “aykırı” ülkücü, “ülkücü sanat”ın olmayışından dem vurur, hiç olmazsa bir sanat-edebiyat dergisinin hasretiyle yanıp tutuşurdu. (O yıllarda TÖRE, Hisar ve Türk Edebiyatı dergileri de çıkardı ama demek ki bu dergiler ülkücüleri kesmiyormuş.)
Bu satırların yazarı, 1976 yılının Ekim ayında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde üniversite tahsiline başlamış; Kasım ayında da Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’na geçmişti. Bilinçli bir şekilde edebiyat okumaya gelmişti ve bundan taviz vermeye hiç de niyeti yoktu.
Bir akşam saat 23 civarı, Yüksek Öğretmen Yurdu’ndaki odasına “teşkilatçı abi”lerden birkaç kişi geldi ve afiş yapıştırıp duvarlara yazı yazılmaya çıkılacağını; yarım saat sonra, kantinde toplanılacağını söyledi. Bu satırların yazarı, “Ben duvarlara caddelere çok yazı yazdım; dergi çıkarın, bundan sonra dergilerde yazacağım.” dedi ve o gece “afişleme yazılama eylemi”ne katılmadı.
“Ülkü Pınarı” Zamanı
O zamanki “abi”ler ne kadar iyiymiş!.. Yüksek Öğretmen “reis”i, Fen Fakülteli Murat “abi” ile bir süre sonra, dergi talebimizi görüştük. Ben, Yağmur Tunalı, Cemal Kurnaz, Ahmet Nezihi Turan, Ayhan Pala, Muharrem Erdoğan, Ercan Çalışkan ve birkaç kişi daha, dergi çıkaracak olan heyette yer aldık. Böylece Ankara’daki Ülkücüler, 1977 yılında, Yüksek Öğretmen Okulu bünyesinde ama Ülkü Ocakları Genel Merkezi’nin kontrolünde, Ülkü Pınarı adlı bir dergi çıkarmaya başladılar. Dergi, birkaç sayı çıkardıktan sonra, Genel Merkez’in müdahalesi ile kapandı. Hatta son sayısı Akay yokuşundaki bir matbaada kaldı.
Divan’a Doğru
İlk dergi heyecanı ekâmete uğramıştı ama bizler hâlâ dergi çıkarma sevdasında idik. Akşamları gençlerin çoğu, “vatan kurtarma ve kavga-döğüş hikâyeleri” konuşurken, biz geceler boyu bir dergi çıkarmanın yolunu konuşur; bu arada, birbirimize güzel şiirler, hikâyeler, denemeler okurduk.
Ara sıra, Fevzi Çakmak Sokak’taki TÖMFED binasının arkadaki küçük odasında (Demirtepe köprüsünün yanındaki hergün Gazetesi binasının 7. Katındaki toplantıları ben hatırlamıyorum.) bir araya gelir, derginin sanat paradigmasını konuşurduk. Kavuniçi badanalı küçücük oda, sigara dumanına boğulur, dumandan birbirimizin yüzünü zor görürdük. Hergün gazetesi Ankara bürosunda çalışmakta olan Beşir Ayvazoğlu, dergi heyetine bu toplantılarla katılmaya başlamıştı.
Geçiş Dönemi: Prova Baskı
1978 baharında, derginin adının DİVAN olmasına karar verdik ve o yaz Ankara’da kalan ekip bir sayı çıkarmak için kolları sıvadı.
Kapak tasarımını, Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü hocası rahmetli Coşkun Karakaya’nın yaptığı bir sayı çıktı. “Aylık fikir ve sanat macmuası DİVAN” serlevhalıydı ve DİVAN kelimesi tuğra olarak tasarlanmıştı. Kapak rengi kavuniçine çalan koyu bir renkti. Derginin eb’adı, 16.5x23 ölçülerindeydi.
Divan’ın sahibi Ercan Çalışkan, Yazı İşleri Müdürü Muharrem Erdoğan idi. (Muharrem Erdoğan’ın soyadı, dergide “Ergin” olarak basılmıştı.)
Dergi çıkmıştı ama nasıl çıkmıştı?!...
O sayıda pek çok eksikle ve yanlış vardı. Yazı İşleri Müdürümüz Muharrem Erdoğan’ın soyadından başlayan yanlışlık, “İdare Yeri” kısmında sadece “Fevzi Çakmak Sokak” yazmakla devam ediyor, Haberleşme Adresi’nde ise No: 15/13 Demirtepe-ANKARA yazarak bitiyordu. İdare Yeri kısmında bina numarası ve semti yazmıyor; haberleşme adresinde de sokak adı yer almıyordu. Daha dergi jeneriğinden kaybediyor; bir adresimizi vermeyi bile doğru dürüst beceremiyorduk.
O sayıda, Ercan Ç. İmamoğlu (Yani Ercan Çalışkan. Ülkücü şehit Yusuf İmamoğlu’na izafeten böyle bir takma isim kullanıyor.) “Muhterem Okuyucu” başlıklı takdim yazısıyla yer alırken, Ali Akbaş, Erdal Başbuğ, Kemal Yurdakul Aren, Yağmur Tunalı, Yılmaz Soyer, Cemal Kurnaz, Şükran Su, Dilek Derman, Bayram Bilge Toker (Daha sonra “Tokel”) ve Şevket Bulut’un şiirleri, denemeleri ve hikâyeleri yer aldı. Fakirin de çini mürekkeple 2 deseni vardı o sayıda. ( O zamanlar resimle ilgilenirdi fakir.)
Divan’ın ilk sayısı, Ülkü Pınarı’nın kötü bir kopyesiydi ve çok amatör bir dergi havasındaydı. Böyle bir dergi ile “ülkücü sanat ateşi” harlanmazdı…
Ve Namludan Fırlayan Mermi: DİVAN
İlk sayıda hezimete uğramıştık… Tabii o sayıyı “prova sayısı” olarak kabul edip piyasaya vermedik.
Ama bıkmıyorduk…
Sanattan edebiyattan anlamayan (Hâlâ da anladıklarını zannetmiyorum ya!…) ülkücüler için illâ da bir kaliteli dergi çıkaracaktık…
Güz mevsimi geldiğinde yeni bir heyecanla, taptaze ümitlerle tekrar bir araya geldik…
Bu defa her şeyiyle yepyeni ve etkili bir şekilde devam edecektik.
Komutayı, zevk-i selimine güvendiğimiz Beşir Ayvazoğlu aldı… Toplantı üstüne toplantılar yapıldı… Bu defa iddialı ve kararlıydık ve Türkiye’nin en kaliteli “ülkücü sanat-edebiyat dergisi”ni çıkaracaktık…
Ve ilk sayı, Kasım 1978’de çıktı… Artık “Fikir ve Sanat Mecmuası” değil, “Aylık Kültür ve Edebiyat Dergisi” idi.
İlk Sayı
İlk sayı kapak tasarımından yazar kadrosuna kadar pek çok değişiklikle çıktı ve Milliyetçi-muhafazakâr çevrelerde bomba etkisi yaptı. Herkes “Noluyo?...” şaşkınlığındaydı.
İkinci ve sonraki sayılarda, yazar skalası genişleyerek devam etti. Beşir Ayvazoğlu, Yağmur Tunalı, Ali Akbaş, Cemal Kurnaz, Ahmet Nezihi Turan, Namık Açıkgöz (Namık Yaykınlı imzasıyla), Ahmet Turan Alkan, Mustafa Çalık, Naci Bostancı (Mehmet N. Bostan imzasıyla), Vedat Bilgin, D. Mehmet Doğan, Lütfü Şehsuvaroğlu (Derviş Edip ve Muhip Alp imzalarıyla), Bayram Bilge Toker, Mehmet Aksoy, Muhsin Mete (Mehmet Muhsin imzasıyla), Vedid Eymen, Sadık Kemal Tural, Osman Çeviksoy, Musa Doğan, Yılmaz Soyer, Ahmet Tevfik Ozan, Şevket Çalık Dedelioğlu, Yunus Zeyrek, Avni Doğan, Sait Önaçan, Nejat Sefercioğlu, Yalçın İzbul, İbrahim Berber, Kemal Yurdakul Aren, Abdurrahim Karakoç, Mehmet Önal, Ayhan Pala (Mehmet Ayhan imzasıyla), Baheddin Karakoç, Çetin Pekacar, Nazım Hikmet Polat, Oğuzata Altaylı gibi isimler bu dergide yer aldılar.
İlk 2 sayının jeneriğinde sadece sahibi ve Yazı İşleri Müdürünün adı yer alır. (Şükür, bu dönemde derginin adresini doğru dürüst vermeyi başarmıştık.) 3. Ve 4. Sayıda, “İdare eden” olarak Beşir Ayvazoğlu’nun adı yer alır. Yazı Hayeti’nde ise Beşir Ayvazoğlu, Musa Doğan, Ali Akbaş, Derviş Edip, Yağmur Tunalı vardır.
4. sayıdan sonra dergide bir iç darbe yapılmış; Yağmur Tunalı yazı heyetinden ayrılmıştır. (Yağmur Tunalı bu “iç darbe”yi, bütün çıplaklığıyla Kavga Günleri adlı eserinin 215-234. sayfalarında anlatır.) Bu “darbe”, basit bir nöbet değişimi değil; ciddi bir “zihniyet tereddîsi”nin, yani “zihniyet gerilemesi”nin başlangıcıdır. O “tereddî”den sonra, bir daha “ülkücü sanat-edebiyat” olmamıştır; bundan sonra da olacağa hiç benzemiyor.
5. sayıdan itibaren Beşir Ayvazoğlu dergiden ayrılır ve A. Nezihi Turan “Teknik Yönetim”e getirilir; Yazı Heyeti’nde ise Sadık K. Tural, Musa Doğan, Ali Akbaş ve Derviş Edip vardır. Dergi, bu arada Demirtepe’den Cebeci’deki Talat Paşa Bulvarı, no: 146/18 adresine taşınır.
Ekim 1979’da yayınlanan 12. sayısında derginin Teknik Yönetim’ine Mehmet Önalgetirilir; Yazı Heyeti’ne Cemal Kurnaz eklenir. 12. sayı Ekim ayında çıkmıştır ama 13. sayı taa 1980 Mart ayında çıkar.
Divan’da 13 sayı boyunca değişmeyen iki isim vardı: Sahibi Ercan Çalışkan, Yazı İşleri Müdürü Muharrem Erdoğan. Bu vefalı insanların birkaç sayı sonra sadece isimleri vardı dergide, kendileri yoktu…
Heyecanla ve aşkla çıkmış bir 13 sayıdır Divan’ın macerası. İç darbelere rağmen büyük fedakârlıklarla ve büyük ideallerle çıkmıştır o sayılar.
Ülkücü bir sanat-edebiyat dergisinde, şiirler, hikâyeler, denemeler, sinema-tiyatro yazıları, nitelikli musiki yazıları, kitap tanıtmalar yer alır. Hatta ben, “Bu ülkücüler resimden falan anlamıyor… Biraz öğrensinler…” diyerek bir resim sergisi değerlendirmesi bile yapmıştım.
Yazıların tamamında temel ilke, “özgünlük” ve “yerli bakış açısı” idi. Slogana falan iltifat edilmedi hiç. Hele 11. sayıya kadar olan sayılar ve özellikle ilk 4 sayı, değil sadece ülkücülerin, Türkiye’nin sanat-edebiyat anlayışına ray değiştirtecek nitelikte idi.
Olmadı… Yaşatmadılar… “Yüce ilahlar” istedi, “cüce ilahlar” uyguladı ve bizler; saf sanat peşinde koşanlar, 13. sayıdan sonra dergiden ayrıldık. Zaten ondan sonra Yeni Divan adıyla devam eden dergi pek tutmadı; 5 sayı çıktı ve 12 Eylül darbesi oldu.