Sonbahar, yaprakların sararıp solduğu ve döküldüğü bir mevsimdir ama aynı zamanda yeni filmlerin vizyona girip “film pazarı”nın açılma mevsimidir. Bu sezon vizyon pazarına çıkan filmlerden biri de Yılmaz Erdoğan’ın “Ekşi Elmalar” filmi.
Film hakkında bilgiyi internette bulabilirsiniz ama ben kolaylık olsun diye burada da vereyim. Filmin yönetmeni ve başrol oyuncusu (Reis Aziz) Yılmaz Erdoğan. Karısı Ayda rolünde Devrim Yakut, kızları Muazzez ( Ferah Zeynep Abdullah), Safiye (Şükran Ovalı), Türkan (Songül Öden)… Özgür rolünü Şükrü Yıldız, Mühendis Hatip rolünü Fatih Artman, Şino rolünü Ersin Korkut oynuyor. Oyununu en çok beğendiğim sanatçı, o tereddütlü ve tutuk haliyle Fatih Artman. Yılmaz Erdoğan, trajik derinliği pek verememiş kendi rolünde.
Film Hakkâri’de 1977 yılı Yerel Yönetim Seçimleri günü başlayıp 1990’lara kadar geçen zamanı içerir. Finale doğru mekan Antalya olur.
Olay Hakkâri’de geçer. Seçimi kaybeden Aziz, hâlâ belediye başkanı olduğu vehmiyle yaşar. 3 kızı ve elma bahçesi vardır. Hikâye buradan, 3 kızı ve elma bahçesinden başlar ve öyle de devam eder.
Elma bahçesindeki bir ağaç hariç diğer ağaçlar, aşılanan tatlı ve kırmızı elmaya dönüşür; tek ağaç aşı tutmaz. Bunun üzerine “reis”, isyankâr ağacı kökünden kestirir. Antalyalı mühendis Hatib, bu ağaçtan bir fidan dikmiştir ve onu memleketine götürecektir.
Reisin kızları, Hakkâri gibi bir şehirde fotoroman aşkı yaşamaktadırlar. İki kız Safiye ve Türkan) evlenir ama “Devrimci genç” Özgür’e aşık olan Muazzez evde kalır. Zaten film, evde kalmış Muazzez’in 1990’larda göç ettikleri Antalya’da, babasına eskiyi hatırlatması ile akar.
Filmin hikâyesi, hiç tahammül edilemeyecek kadar zayıf. Kurgusal zekâya dayanan hiçbir sahne yok. Yani hiçbir sahnede “Vay beee!... Ne kurgu ama!...” demiyorsunuz. Oysa Yılmaz Erdoğan, zekice kurgularıyla bilinir.
Yılmaz Erdoğan’da bir teknoloji ve Zeki Müren takıntısı var. Vizontele’de televizyon takıntısı vardı; Ekşi Elmalar’da ise teleferik takıntısı var. Gene tek kanal televizyon ve “Bizi görmeyen Zeki Müren” o televizyonda şarkı söylüyor. Belki coğrafyanın dayattığı bir teknolojik takıntıdır bu.
Kış ve yayla manzarasına diyecek yok. Görsellik bu sahnelerde hikâyenin önüne geçiyor ve hatta sadece önüne geçmekle kalmıyor, hikâyeyi bastırıyor. Tabii bu birkaç sahne için onca film seyredilir mi bilemem? Hani bir dirhem bal için bir çeki odun çiğnemek meselesi…
Yılmaz Erdoğan bu filmde (Behcet Necatigil’i anlattığı Kelebeğin Rüyası filminde de) şunu unutmuş: Edebiyat anlatır, sinema gösterir… Yılmaz Erdoğan bu filminde daha çok anlatmaya yüklenmiş. Nükteden trajediye geçerken anlatma şekli değiştirilmez üstat!...
Bu solcu geleneğin bir de “sağ siyasetçi” takıntısı var. Siyasetçiyi karikatürize etmek istiyorlarsa, bu sağcı siyasetçi olacak; solcu değil. Bu filmde de Adalet Partili bir belediye başkanı üzerinden çiziyor kara karikatürünü.
Tabii bir de “devrimci genç” gerekiyor fonda. Özgür ile onu da yerleştirmiş filmine Yılmaz Erdoğan. Fakat şunu söyleyeyim, Özgür’ün devrimciliği, hikâyeye hiçbir katkıda bulunmayan bir fantezi gibi kalıyor.
Vaktiyle ikinci öğretim ders programını Bir Demet Tiyatro dizisine göre ayarlardım. (Bir de Ekmek Teknesi’ndeki Heredot Cevdet sahnesine göre ayarladığım olmuştur.) Ne Kelebeğin Rüyası’nda bir sinema büyüsü bulabildim, ne de Ekşi Elmalar’da. Oysa sinema biraz da büyüdür. Filmin en naif büyüleyici sahnesi, Hakkâri’deki ekşi elmadan alınan fidanın Antalya’da boy göstermesidir.
Yılmaz Erdoğan’a birileri hatırlatmalı… Komedyenden trajik kahraman yaratmak güzel bir şeydir ama bu Şener Şen’den Eşkıya türeten Yavuz Turgul ile bir level’a yükseldi; Yılmaz Erdoğan henüz o level’a çıkamadı. Çıkamaz mı? Bence çıkar… Komedinin öteki yüzünün trajedi olduğunu çok iyi bildiğini bildiğim Yılmaz Erdoğan bunu da başarır.
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.