Sevgili Anneciğim, Sevgili Babacığım,
Yaklaşık 40 günden beri beni görmüyor, benden haber alamıyorsunuz. Merak içinde olduğunuzu tahmin ediyorum,
Anneciğim, Babacağım,
Beni hiç merak etmeyin. Kurban bayramının son günü, bir evin bahçesinde çiçeklerle oynuyordum. Bir adam geldi... Merdivenlerden bahçeye inerken beni gördü... Hiç bilmediğim bir dille bana “Gel pisi pisi” dedi. Benim “miyav” ve mırnav” kelimesi dışında bir kelime bilmediğimden, adamın ne demek istediğini anlamadım ama adamı takip ettim. Kapıyı açtı... Bacağına süründüm... Beni içeri aldı. Elindekileri yere koyup beni kucağına aldı. Önce korkmuştum ama baktım acıtmıyor, hiç bişi yapmadım. Yoksa o öğrettiğin tırnak geçirme ve ısırmayı hemen yapardım.
Adam anlamadığım bir dilden gene bişiler söylüyor, bir yandan da ensemi okşuyordu. Senin, ağzınla ensemden kavraman geldi aklıma; çok hoşuma gitti adamın ensemi okşaması. Kuyruğumu kıvrandırdım; adam kuyruğumu okşadı. Sonra koltuğuna oturdu ve sırtımı okşamaya başladı. Çok hoşuma gitti benimle ilgilenmesi. Düşünebiliyor musun, adam elindeki eşyaları bırakmış beni seviyordu anne!... Hani sen bu canlıların bize zarar verdiğini söylemiştim? Bu adam hiç de bana zarar verecek birine benzemiyor.
Adam beni kucağında sevince, ben de iyice yayıldım. Sevinç mırıltıları çıkardım. Adam daha da sevindi... Anlamadığım bir dilde “Mary Jane kucağa gelmiyor, kendini sevdirmiyordu. Sen ne tatlısın!... Kendini sevdiriyorsun...” dedi. Anladığım kadarıyla, daha önce Mary Jane adında kendisini sevdirmeyen bir kedisi varmış.
Sonra bir masa ve bir kaç tane sandalyenin olduğu bir yere geçtik. Beyaz ve uzun bir dolabı açtı. Ben de açılan kapıya yöneldim... Dolabın içi çok soğuktu...Hemen geri kaçtım. Adam oradan bir kutu aldı; başka bir yerden bir tabak aldı ve tabağın içine senin sütüne benzeyen ama tadı asla senin sütün gibi olmayan süt döktü. Ensemden tutup ağzımı süte soktu... O an seni hatırladım... Ağzımı memelerine dayar, ön ayaklarımla karnını yoğura yoğura ne güzel emerdim seni!... Tabaktaki süt çok soğuk anne!... Senin sütün sıcacıktı ne güzel!...
Sütten azıcık içtim... Adam, anlamadığım dille “Allah Allaah!... Bu kedi niye süt içmiyor ki?..” dedi.
Sonra adam içinde her taraf kitap olan bir odaya geçti... Ben de arkasından gittim... Elbisesini değiştirmeye başladı... O anda ayaklarıyla oynamaya başladım... Azıcık azıcık dişliyor, hafif hafif tırnaklıyordum. Adam “Bak bak baaak!... Oyun da istermiş!...” diyerek ayağını önümde oynatmaya başladı... Oynamamdan hoşlanmıştı... Ben de onun benimle oynamasından hoşlanmıştım...
Adam bir şeyler daha yaptı... Sonra koltuğa oturup bir makina açtı... Makinada tıkır tıkır bir şeyler yaptı. O tıkır tıkır yaparken ben de ellerine pati attım; bişi demedi. Sonra elbisesini, seni emer gibi emdim... Ona da bişi demedi... Adam makinada tıkır tıkır bişiler yaparken ben de kucağına yayılıp uyudum.
Ne kadar uyudum bilmiyorum; adam beni kucağına alıp kalktı... Yan taraftaki minderin üstüne koydu... Elbisesini tekrar giydi... Evden çıktı gitti... Bir süre sonra tekrar eve geldi ve bana gene anlamadığım bir dille “Gel pisi pisi!.... Bak, sana mama aldım.” dedi. Mamayı bir tabağa koydu... Mama çok güzel kokuyordu anne!... Hemen yemeye başladım... Bir yandan da sevinç hırıltısı çıkarıyor, kuyruğumu sevinçle kıvrandırıyordum. Adam da başımda durup güzel olduğunu tahmin ettiğim bir şeyler söylüyordu.
Mamayı bitirdim. Senin öğrettiğin gibi, yalanarak bi güzel temizlendim... Hâlâ başımda duran adam beni kucağına aldı; okşadı “Mama da yermiiişşş!...” dedi.
Adam kitap dolu odaya geçti ve bana da “Hadi gel pisi pisi” dedi. (Anne bu insanlar bize hep “pisi pisi” mi derler?) Ben de arkasından o odaya girdim. Gene o makinanın başına geçti... Gene tıkıt tıkır bişiler yaptı... Ben de o sırada ortadaki bir püskülle oynadım. Adam ben püskülle oynarken “Mary Jane mamasını yer, dışarı giderdi. Bu gitmiyor. İnsanlara alışkın galiba.” dedi ve yere uzanıp benimle oynamaya başladı. Koskocaman adamın yere uzanıp benimle oynaması çok komikti ama anneciğim. Adamın o hâlini görmeni çok isterdim.
Bir süre oynadık... Ben onun elini dişler ve tırmıklar gibi yaptım; o da beni hırpalar gibi yaptı... Bu adamla çok iyi anlaştık anne.
Bir ara karnım şişti... Pek aldırmadım... Oyun daha tatlıydı... Biraz sabrettim ama karnımın şişliği gittikçe rahatsız ediyordu. Şimdi ihtiyacımı adama nasıl söyleyecektim?... Bana “Bir şey istediğinde, insanların bacaklarına sürtün.” demiştin ya; ben de öyle yaptım. Adam “Ne istiyosun?... Yoksa sıkıştın mı?” dedi ve beni tutup içinde minik minik taşların olduğu bir leğenin içine koydu. Taşların kokusu tanıdık gelmişti. Hani, ayıptır söylemesi, kakamızın kokusuna benziyordu. Ben de buranın bizim kaka yapacağımız yer olduğunu anladım. Adam, kaka yaparken beni utandırmamak için başımda beklemedi. Ben de kakamı yaptım ve senin öğrettiğin gibi üstünü de bi güzel o minik minik taşlarla örttüm.
Sevgili Anneciğim, Babacığım,
Bu adam beni çok seviyor. Önceki kedisi kendisini hiç sevdirmiyor ve mamasını yer yemez evden çıkıp gidiyormuş. Ben hiç evden çıkıp gitmiyorum anneciğim. Ara sıra çıkıyorum; bahçede biraz oynuyorum. Bazen başka kediler de geliyor bahçeye. Onlarla da oynuyoruz. Ama o kediler benle dalga geçiyorlar anne... Bana “Hadi buldun bi yağlı kapı” diyolar kedi diliyle... Hele o boz kedi yok mu!... Bahçede benim bulduğum yiyeceği elimden alıyor. O çok kötü bir kedi anne!...
Dışarda köpekler de var anne. Onlar beni hiç sevmiyor... Her gördüklerinde hırıldayıp havlayarak saldırıyorlar; yediğimiz mamayı elimden alıyorlar.
Dışarda bir de dört tane tekerleği olan ve gürültüyle yürüyen bişi var... Onlar beni ezecek diye çok korkuyorum anne.
Anne ev ve dışarsını düşündüğümde, senin anlattığın bir hikâyeyi hatırlıyorum. Hani insanların “bülbül” dedikleri bir kuşun hikâyesini anlatmıştın. Hani o bülbülü altın kafese koyuyolardı da o “İlle de vatanım!...” diyodu ya... Vatanına çıkınca onu avlıyorduk da bizim de bayramımız oluyodu ya... İşte o kuşun aptallığını düşündüm. Evin içinde mis gibi bir hayat var... Ekmek elden su gölden... Miyav deyince et, mırnav deyince süt geliyor. Bülbüller, dışarı çıkınca ya bize ya da çocuklara av oluyor. Evin kıymetini bil kardeşim; niye ille de dışarı çıkmak istiyorsun!...
Adam bana biberon aldı ama çok büyüktü. Senin memelerin kadar yumuşak ve sıcak değildi... Biberonu emmedim. Sahi anne, kardeşlerim emmeye devam ediyor mu? Onları çok özledim anne!... Onların da bu evde olmasını çok istedim ama sadece bir kedi besleyebileceklermiş. 4 kardeşimin içinde böyle bir evde yaşama şansını ben elde ettim diye sevinemiyorum bile anne!... Mama yerken aklıma önce kardeşlerim geliyor. Hele o en zayıfımız olan kardeşim... Mızıldak... Memeni emmeyip sütü ona bıraktığımız Mızıldak... Buruk bir sevinç yaşıyorum her mama yiyişimde. Keşke diğer kardeşlerim de bu evde olsa!...
Geldiğim günlerde bu adamın kötü bir huyu vardı... Bazen kucağında otururken, ağzına beyaz bir çubuk alır, o çubuktan duman çıkarırdı. Kokusu çok kötü o dumanın. Arada yüzüme üflerdi... Ben de kucağından kaçardım o zaman... Adam arkamdan gülerdi. Herhalde bana oyun yapıyordu ama o dumanın kokusu çok kötüydü anne. Bereket daha sonra o çubuğu ağzına almadı da rahatladım. Şimdi kucağında rahat rahat uyuyorum.
Bu eve alındığım günden beri takip ettim; sabahları bir zil çalınca adam kalkıyor, bir şeyler yapıyor ve sonra evden çıkıp gidiyor... Karanlıkta tekrar eve geliyor. Bir süre sonra zili beklemeden ayaklarını dişleyip tırnaklayarak adamı ben uyandırmaya başladım.
Bu adam geçen gün ne yaptı biliyo musun anne?... Beni o 4 tekerlekli şeyin içine aldı... Bol ışıklı ve çok büyük bi yere gittik... Bir köşeye götürdü beni.... Bir sürü kedi maması vardı orda... Kuru mamalar, ıslak mamaler, jeller... Kedi cenneti gibi bir yerdi orası... Bana “Hangisinden alalım?” dedi... Ben üstünde “junior” yazanlardan hoşlandım. Onları görünce miyavladım. Adam bir sürü aldı onlardan.
Sevgili Anneciğim, Sevgili Babacığım,
Adam bana “Maskara Mırıldak” adını koydu. Onu da nasıl anladım, anlatayım: Ben koltuğun altında olduğumda, “Maskara Mırıldak Maskara Mırıldak!...” diyordu... Bunu bir kaç defa söyledi... Ben ortaya çıkınca öyle demiyor; kucağına alyordu. Beni göremediği zamanlarda hep aynı şeyi söyleyince, ortaya çıktığımda çok seviniyordu. Ben de böylece adımın Maskara Mırıldak olduğunu öğrendim.
Burada iki şey daha öğrendim anneciğim. Biri “pis pis pis”. Bu insan dilinde kedilere “gel” demek. Öteki de “pist”. Bu da “git” demek. İkisi de birbirine çok benziyor bu kelimelerin. Bazen hangisinin söylendiğini anlayamıyorum. İlerde öğrenirim anneciğim.
Anneciğim, hani bir gün bir su birikintisinin yanından geçiyorduk. Suda kendimiz gibi kediler görmüştük de kardeşim Haylaz hemen o kediyi patilemeye kalkmıştı da suya düşmüştü. Sen onu zor kurtarmıştın. Onu kurtardıktan sonra bize “ayna” diye bir şeyden söz etmiştin ve eklemiştin: “İnsanlar bizim karşımıza ayna koyarlar. Aynada kendimizi görürüz de başka kedi var zannedip aynanın arkasına pati atarız; insanlar da bize çok güler.” demiştin ya... Bu adamın evinde de ayna gibi bir şey var. Adam onun başına geçip tıkır tıkır bir şeyler yapıyor. Geçen gün beni de o aynanın karşısına geçirdi. Bir de baktım aynada ben varım. Hemen senin öğrettiğin geldi aklıma ve bir kaç hareket yaptım ama aynadaki kedi aynı hareketleri yapmıyordu. Dikkatli bir şekilde bakınca, biraz önce halının üzerinde oynamamı gördüm. Bu adam benim oynamamı video diye bir şeye çekmiş, aynasında oynatıyordu. Bu adam biraz deli galiba anneciğim.
Ayna dedim de aklıma geldi. Bu evde bir ayna daha var. Siyah bir ayna bu. Adam odasına gelince bir düğmeye basıyor; siyah ayna aydınlanıyor ve içinde insanlar görünüyor. İnsanlar o aynanın içinde konuşuyor, hareket ediyor ama içinden hiç çıkmıyorlar. Bu adam masadaki aynasından ve duvardaki aynadan başka bir şeyle uğraşmıyor evinin içinde. Bir de bol bol kitap okuyor. Bazen de bahçesine çıkıp çiçekleriyle konuşuyor. Dedim ya bu adam deli galiba. Çiçekler konuşmazlar ki...
Sevgili Anneciğim, Babacığım Kardeşlerim,
Sizleri çok özledim... Sabah akşam sizlerle beraber olmak istiyorum ama burada çok rahatım. Bir kedinin dünyada başka ne isteği olabilir ki?... Karnını doyurmak, oyun oynamak ve kendini sevdirip insanları mutlu etmek... İnsanlar gibi dünyayı kurtarmak diye bir derdimiz yok ki biz kedilerin... Dünyayı kurtarmaya çalışan insanların hâlini görüyorum o siyah ayna açılınca. Hep birbirlerini öldürüyorlar. Ne olurdu insanlar da kediler gibi sadece sevmek ve sevilmek için uğraşsalardı!...
Sizin olduğunuz yerde, yani dışarda herşey güllük gülistanlık değil anneciğim. Ben o şaşkın bülbül gibi düşünmüyorum. Dışarısı, yani vatanım tehlikelerle dolu ve orada yiyecek çok az. Hem dışarda yiyeceği kendimiz arıyoruz ama burada yiyecekler ayağıma geliyor. Ben de şöyle bi vecize söylüyorum bu durum için: “Kediyi Namık hocanın evine koymuşlar, oooh ne rahatım!...” demiş. Hani insanlar “Doğduğun değil, doyduğun yer vatanındır.” derler ya, benim için de öyle anneciğim, babacığım. Allah sizlere de Namık hocanın evi gibi bir ev nasip etsin.
Sevgili Anneciğim,
Kardeşlerim hâlâ emiyorlarsa benim hakkım olan sütü Mızıldak içsin. Memeden ayrıldılarsa, benim hakkım olan yiyecekleri Mızıldak yesin. Haylaz’a söyle, kardeşimin hakkını yemesin. Mızıldak’ın mecalsizce bakan melûl-mahzun gözlerini hatırlayınca içim cız ediyor.
Beni merak etmeyin anneciğim. Burada benim bir ayağım yağda, bir ayağım balda. Bu deli adam beni çok seviyor. “Maskara Mırıldak ile çocukluğuma döndüm.” diyor da başka bir şey demiyor.
Özlemle ön ayaklarınızdan öpüyor, kardeşlerime selam ediyorum. Mızıldak’a iyi bakın.
Sizi çok özleyen Maskara Mırıldak