İstanbul Devlet Tiyatrosu, Özen Yula’nın “Son Bahara Son Güller” adlı tiyatro oyun metnini, Özen Yula’nın rejisi ile sahneliyor. Oyunu, geçtiğimiz hafta Üsküdar Tekel Sahnesi'nde gördüm fakat maalesef gördüğüme sevinemedim.
Oyuna metin olan içerik, seyircisini son baharın son güllerinin dallarından koparılıp vazoya konulduğu güne, 1980 yılının 11 Eylül Perşembe güne zamanlıyor. Mekân ise, Suriye sınırımız Gazi Antep. Gazi Antep’te bir Pavyon! Pavyonda, Bernarda Alba’nın evinden halice bir düzen var. Düzenin içindeki öncelikli çaba ise kaçmak, kurtulmak, kurtarmak, bağlı kalmak gibi duygu aşımı davranışlarla hayatta kalmak üzerinden kendini gösteriyor.
Söz konusu oyun metni bundan birkaç yıl önce yine Özen Yula’nın rejisi ile bir başka yapım ekibi ve oyuncu kadrosu ile sahnelenmiş. Bu sahneleme geniş bir zaman yayılmadı herhalde ki, sahnelemeden haberim oldu fakat görme imkânım olmadı. Eski yapımın oyuncu kadrosuna baktığımda 12 kişilik bir dizilimle karşılaşıyorum. Ya rollerden biri iki ayrı oyuncu tarafından dönüşümlü olarak oynanıyordu ya da Özen Yula, İstanbul Devlet Tiyatrosu için yaptığı oyunda, oyun metninde değişiklikler yaptı. Oyunun sahneleme öncesi metnini okumadığım için bir şey demem zor ama zaten her metin bir açık yapıttır. Hele ki oyunun yazarı ve yönetmeni aynı kişi ise oyunun ilk prova gününden sahnelendiği son güne kadan birçok değişiklikler olabilir. Hatta bir tiyatrosever için bu değişikliklerin takibini yapmak son derece mutluluk verici de olabilir.
Oyunun sahne ve kostüm tasarımı, bir önceki sahne tasarımını da yapan Almila Altunsoy’a ait ve bu tasarım gayet işlevsel; dönemin ruhunu taşıyan, çağdaş tiyatro tasarım biçimi tercihlerini kullanan, yormayan, derdini anlatan bir çalışma olmuş.
Oyun ışık tasarımı bu alanın en başarılı, en kıdemli isimlerinden birine Yakup Çartık’a ait. Çartık’ın çalışması da yine çok titiz bir örnek olmuş. Özellikle oyunun sonunda başımıza geleni vurgulamak için kullandığı ren tasarımı, rengin kendi doğasından karanlığa doğru evrilişini görmemiz, iz bırakıcı bir hareket olmuş.
Oyun metninin 12 Eylül askeri darbesini merkeze alarak insanımızın duygu durumu bozukluklarını, ahlaki yoksunluklarını, akıl dışı aksiyonlarını irdeleyen yapısı insana “Çehov için Rusya bir kasaba ise Özen Yula için de Türkiye bir pavyondur ve Türkiye’yi anlamak için önce pavyonu anlamak gerekir” diye düşündürüyor.
Son dönemin ilgi ile izlenen dizilerinden birinin tartışmalara vesile olması, çok konuşulması da belki bizim her işimizi “pavyon” pratiğiyle yapıyor olmamızdan, belki de hayatımızı pçevirme arzumuzu dizginlememizin çıkmazları ile boğuşuyor olmamızdandır.
Toplumumuzun pavyon kültürüne olan zaafı o kadar derindir ki, bütün sosyal medyamız her mecrada birer lokal pavyona dönüşmüş durumda.
Dikkatli baktığınızda, bir tarih profesörünü ya da bir büyük klasik müzik sanatçısını, bir yazarı, ressamı, toplumun ilerisinde geldiğini düşündüğümüz bir kanaat önderinin aslında gayet gerilerde, “pavyon-ik” histeri içinde olduğunu görebiliriz ve daha da öteye giderek, Özen Yula’nın değerli oyun metnini de kerterez alarak itiraf edebilirizç Biz pavyonsever pavyon yaşarız efendiler. Gelin bu meseleyi geniş geniş konuşalım.
Zira, Son Bahara Son Güller’in verildiği zaman 1980 değil de 1970 ya da 60, 50, 40, 30 hatta Sultan Palamut dönemi de olsa bir şey değişmez. İnsanımız pavyonda ağlayan kadının acısı ile gülmeye meraklıdır. O kadının kısa süre sonra acısına gülen adamın acısına güleceğini bilerek yapar bunu.
Her sanat yapıtı, kendisine ilgi gösteren kişiler tarafından yeniden üretilir herhalde. Benim Özen Yula’nın oyun metnine ve sahnelemesine bakarken yaptığım yeniden üretim budur. Türkiye’nin pavyonize yapısı ile yüzleşmek.
Gördüğüm oyunun uygulama açısında problemli gibi görünen ve başta kurduğum ilk cümledeki, “Gördüğüme sevinemedim” vurgusu üzerine de birkaç şey yazmam gerekiyor herhalde.
Oyun… Oyun metni, tasarım, sahneye yerleştiriliş açısından hakikaten çok başarılı. İşin bu tarafında aksayan bir unsur yok ama oyun çok kötü oynanıyor.
Açık olarak yazmak zorundayım! Son Bahara Son Güller yapımında sahneye çıkan 11 kişi Devlet Tiyatroları sahnesinde olmayı zerre kadar hak etmiyorlar. Sahnedeki kişilerin ne dediklerini anlamak mümkün değil. Sesleri duyulmuyor. Çabaları görülmüyor.
Herhalde, dünyanın her yerinde tiyatro oyunlarının başarılı olması için gerekli olan şeyler sahnedeki insanlarım sahne hâkimiyeti, rol hâkimiyeti, hikâye hâkimiyeti ve anlatımıdır. Bunlar da yetmez, sahnedeki insanın alt metin sunumu, rejiyi taşıma çabası, durum yaratma bilgisi, seyirci ile birlik olma becerisi olmalıdır ama maalesef Son Bahara Son Güller’de sahneye çıkan insanlarda bu unsurların hiçbiri yok.
Özen Yula’nın oyun metni bu sahnedeki bu yetersiz icracılara rağmen seyredilebiliyor ve Yula’nın yazar olarak da yönetmen olarak da başarısı ortaya çıkıyor.
İnsan hemen şunu düşünüyor: “Ah bir de Özen Yula’nın elinde gerçek oyuncular olsa idi.”
Buradan açık ve net olarak yazıyorum. Bu oyunda, Özel Yula, Devlet Tiyatrolarından ya da kurum dışından seçilecek gerçek oyuncularla çalışsa idi Son Bahara Son Güller, içerik ve biçim uyuşması açısından örnek teşkil ederek Türk tiyatro tarihin geçebilecek bir iş olurdu.
Üstelik seyirci oyunun biçimine öylesine teşne, öylesine saygılı, sevgili ve katılımcı ki, oyunla birlikte seyirciyi izliyor ve bu uyumun fotoğrafını çekmek istiyorsunuz.
Ama galiba sorulması gereken asıl soru şu: "Neden sahnede bu oyuncular var?"
Çok şükür Osmanlı Dram Kumpanyası kurulalı 150 yıla yakın zaman geçti. Ardından Fransa’dan gelen hocalar Darülbedayi’yi kurdu. Almanya’dan gelen hocalar Devlet Tiyatrosunu kurdu. Cumhuriyet tarihi boyunca okullar ekoller, hocalar, kitaplar, tezler, tartışmalar kuramlar geçildi.
Bütün bu külliyatın ardından bugün geldiğimiz nokta, 75 yıl önce kurulan devlet tiyatromuzun kendi sahnesinde bizlere 11 amatör insanı izletmesi mi?
Cüneyt Gökçer’in Kerim Afşar’ın, Bozkurt Kuruç’un Macide Tanır’ın Ayten Gökçer’in Işık Yenersu’nun ter döktüğü devlet tiyatroları sahnelerinde bu 11 başarısız insanın ne işi var?
Bu soru ciddi bir cevabı hak ediyor sanırım.
Ne dersiniz? Yoksa Devlet Tiyatromuzu da pavyon gibi mi görmeli, fazlasını beklememeli miyiz?