Daha öncesinde Akın Ok, Kaan Ertem gibi müzik eleştirmenlerinin odak konularından biri haline gelen ve -ressam Vassily Kandinsky’nin genel olarak sanatsal eserler için kullandığı bir ifâdeyle söylersek- “kendi devrinin bir çocuğu olan” Anadolu Rock’ı tanımlamak en az onu anlamak kadar zor olsa gerek. Kimileri tarafından “müzik tarihimiz” içerisinde bir “yozlaşma”, kimilerine göre yine aynı “müzik tarihimiz” içerisinde bir “atılım” olarak değerlendirilen bu “kült(ür)ü” hakkıyla tanımlamak, birden fazla tanımı birden içerisinde barındıran çelişik bir göstergeler bütünü oluşturmaktan öteye gitmemekle sonuçlansa bile, yine de salt ana hatları içerisinde barındıran bir tanımlama çabası içerisine girmemiz mümkündür.
Barış Manço’nun Kurtalan Ekspres’le; Cem Karaca’nın Dervişân ve Kardaşlar’la; Erkin Koray’ın Yeraltı Dörtlüsü’yle; Murat Ses ve Cahit Berkay’ın Moğollar’la her bir bucağını keşfe çıktığı Anadolu’nun müzikal bir başkaldırısı olarak da değerlendirilmesi gereken bu rock anlayışını, esasında 1960’lardan sonra ABD ve Avrupa’nın bir çok ülkesinde ortaya çıkan “rock and roll”un yerel bir kolu olarak değil de; esas kaynağını ondan alıp aynı düşmana karşı çarpışmakla birlikte bizzat söz konusu kaynağına karşı da reaksiyon gösteren bir müzik hareketi olarak idrâk etmek olasıdır.
Tabi tüm bu yazılanları, salt ana hatları içerisinde barındırmayı amaçlayan “romantik” bir tanım olarak kabul etmemiz gerekir. Çünkü bu konuda esas sözü bizzat “Anadolu efsaneleri”ne bırakacağımız için burada daha çok Anadolu Rock’ı ortaya çıkaran kaynaklara kısa bir bakış atmakla yetineceğiz.
Bundan yaklaşık bir yıl önce kaleme aldığımız “Türk Müziğinde Üçüncü Romantizm Dönemi: Anadolu Rock” başlıklı “üçleme”mizde, söz konusu müzikal anlayışın –yahut “duyuş”un- kaynaklarına değinirken şunları söylemiştik:
“ Herşeyden önce 61 Anayasası'nın özgürlükçü atılımları ve bunun hemen ardından gelen sınıfsal partileşme ve sendikacılık olgusu, işçi sınıfını ve sol düşünceli üniversite öğrencisini alanlara dökmüş, buna paralel olarak da 'çoğunluğun' müzikal duyuşu orta-sınıf aydınların cazibe alanı haline gelmiştir. Kuşkusuz ortaya çıkan halk ve protest müzik anlayışları, Anadolu Rock'ın -belki de- en kıymetli hazinesi olmuştur...
Soyal-siyasal ortamın özgürlükçü ve duyarlı havasının yanı sıra, özellike 60'ların ortalarından 70'lerin başlarına kadar varelığını sürdüren 'Altın Mikrofon' yarışmaları ve devlet konservatuarlarının ve TRT'nin 'tek boyutlu' çoksesliliğine karşı oluşan reaksiyonlar, bunların yanında gelişmiş batı ülkelerinde tüketim toplumunun ''dar hendesesi''ne karşı tabanda yankı bulan 'hippi'cilik gibi olgular, Anadolu Rock kültürünü oluştran temel taşlar arasında da gösterilebilir.(Bilgin Güngör, “Türk Müziğinde Üçüncü Romantizm Dönemi: Anadolu Rock 1”.)”
Kuşkusuz, meseleyi bir yıl öncesinde salt Türk müziği bağlamında ele aldığımız –yahut almaya çalıştığımız- için söz konusu “değinmeler dizgesi”nin Türkiye’nin sosyo-kültürel şartları içerisinde bırakıp onun “dış kaynak”larını bu “değinmeler dizgesi”nin dışında tutmuştuk/tutmak zorunda kalmıştık.
Peki “Anadolu Rock” ve ya “Anadolu Pop” –ve hatta “Folk Pop”- gibi tanımlama “çabaları”na maruz kalmış olan ve Türk müzik tarihinde – birilerinin, Baudelaire’in “yeminli hocalar” yaftasını fazlasıyla hak eder gibi kitaplarında adını dahi anmadığı halde- hâlâ geniş ölçekte yankısını bulan bu müzikal anlayışın yabancı kaynakları nelerdir?
Bu kaynaklar arasında kuşkusuz en önemlisi 1960’ların başlarından itibaren kapitalist toplumun “iç-çelişkileri”nden kaynaklanan anti-tüketimci anlayışı temel almış fakat kısa zamanda sermaye çevrelerinin para ve propaganda aracı hâline gelmiş olan ve ABD’de Elvis Presley; İngiltere’de “The Beatles” ile kendi efsanelerini üreten “Rock and Roll” müziğiydi.
Yakın zamanda kaybettiğimiz ve “atonalist” müzisyen ve müzik tarihçisi İlhan Mimaroğlu, yazmış olduğu “Müzik Tarihi”ndeki şu bilgiler, bize, söz konusu müzikal anlayışın yukarıda değinmeye çalıştığımız çelişik yapısını daha net bir şekilde ortaya koyar:
“Başta Beatles olmak üzere, bütün rock toplulukları, bir kuşağın simgesi olarak çelişik konumdadırlar. Rock müziği, 1960’ların genç kuşağının kurulu düzene karşı ayaklanmasının ve bu düzenin yaydığı değerlerin yerine kendi bağlandıkları değerleri yerleştirme savaşına girişmelerinin bayrağı olmuştur. Oysa kurulu düzen, kısa bir yadırgama süresinden sonra, rock müziğini bağrına basmıştır. Kurulu düzenin can kaynağı olan sermaye, plaklarının satışı milyonlara ulaşan Beatles’ı ve öbür rock topluluklarını yok sayamazdı. Nitekim, genç kuşağın tutkularını, saplantılarını, düşkünlüklerini olduğu gibi müziğini de işlemeye, kullanmaya devam ettiler(İlhan Mimaroğlu, “Müzik Tarihi”, s.188.).”
Yani “Genç Bir Romancının İtirafları” adlı eserinde edebi eserlerdeki devindirici imgeyi yahut fikri karşılamak amacıyla “yaratıcı imge/fikir” kavramını geliştiren romancı/göstergebilimci Umberto Eco’dan söz konusu kavramı ödünç alıp da söylersek; “Rock and Roll”un “yaratıcı imgesi”nin bir “başkaldırı” olduğunu imlemek olasıdır. Ancak bu “yaratıcı-imge”nin “trajikomik” bir şekilde kendisini hedef alan sermaye çevreleri tarafından “berekete çevrildiği”ni de imlemek olasıdır.
Aynı durum Anadolu Rock için de geçerli olsa da; onun çelişkiler yumağında hepsinden farklı bir bileşkenin daha bulunduğu göz ardı edilemez: Türk Halk Müziği!
“İstanbul şehrindeki ol tâc-ı devlet”e başkaldıran 16. Asır ozanı Pir Sultan’dan Bolu Beyi “gâzi”si Köroğlu’na; 19. asırdaki göçebe Türkmenlerle uygulanan iskân politikasının heybetli sesi Dadaloğlu’ndan “son halk şâiri” Aşık Veysel’e; Bas bariton sesiyle yorumladığı türkülerle bir “Anadolu orotoryosu” yaratan Ruhi Su’dan “asrın Pir Sultan”ı Aşık Mahzuni’ye kadar bir çok kaynaktan akan suların toplandığı bir havuzdan beslenen bu “Anadolu Efsaneleri” –sonrasında(80’lere doğru) bu kaynaklardan yavaş yavaş uzaklaşarak gittikçe “Batı Sound”una yaklaşsalar da- müzikal duyuşlarında her zaman –Yaşar Kemal’in Livaneli için söylediği tâbirle ifâde edersek- “halk gibi, halkı gibiydi”ler…
Onlar halkın feodal evreden kalma “Namus Belası”ndan Sarı Çizmeli Mehmet Ağası”na; sanayi evresi içerisindeyse “Tamirci Çırakları”nı sömüren düzen çarklarından “Estarabim”leten sınıfsal baskılara kadar her türlü çözümsüzlüğe müzikal imgelerle başkaldırıp “doğudan batıya seslerini yükselten yiğitlerle” omuz omuza savaştılar.
Ve bu savaşta topları bateri; tüfekleri gitar; çan boruları da kavaldı onlar için…