(hasretleri dindiren mi, hayal kırıklığı mı?)
Baran, Cennetin Rengi, Serçelerin Şarkısı, Cennetin Çocukları, Söğüt Ağacı gibi –kendi değerlendirmesiyle fıtrat sineması olarak ifade ettiği- filmlere imza atmış İranlı Yönetmen Mecid Mecidi’nin senaryo ve yönetmenliğini üstlendiği, görsel efektleri Oscar ödüllü Scott Anderson ile İtalyan görüntü Yönetmeni Vittorio Stararo tarafından hazırlanan, Slumdog Millionaire ile Oskar alan Hintli müzisyen A.R. Rahman’ın müziklerinin eşlik ettiği ‘Hz.Muhammed: Allah’ın Elçisi’ isimli filmi sinemada izledik.
Bir trilojiden oluşacağı belirtilen; biyografi, dram ve tarih türünde olan, 171 dakikalık 2015 yapımı İran filmi 28 Ekim itibariyle Türkiye’de, Diyanetten ve uzman görüşlerinden icazet alarak, gösterime girdi.
623 milyar İran Riyali (40 milyon $ bütçe ile) çekildiği, çekimlerinin 3 yıllık araştırma, 4 yıllık çekim toplam 7 yıl sürdüğü ve hatta sadece müziklerini oluşturmanın 1,5 yıl aldığı ifade edildi.
Gösterime girer girmez büyük fırtınalar kopmasına sebep olan Filmi şiddetle eleştiren, ona hakaret yağdıran hatta tekfir edenler bile oldu. Öte yandan filmi çokça beğendiğini, onu ‘Çağrı’ filminden sonra uzun zamanın hasretini dindiren bir film olarak görenler de oldu.
Genellikle filme yöneltilen eleştiriler;
- Hz. Muhammed’i bir mucizeci olarak alegorileştirmesi,
- Şii, Sünni, Selefi hiçbir dini kaynakta geçmeyen ve olmayan mucizeler uydurması (Putperestlerin putlara insan kurban edeceği sahnede denizden karaya balık yağdırma mucizesi, süt annesi Halime hasta iken paganik yöntemlerle onu iyileştirmeye çalışan şifacıların ilaçlarını ortadan kaldırıp kendi yöntemleriyle mucizevi bir şekilde Halime’yi iyileştirmesi gibi),
- Arabistan ve Mısır gibi ülkelerde yasaklanmasına da sebep olan Hz. Muhammed’in; eli, ayağı, sırtı ve hatta bir sahnede kaşı ve gözünün resmedilmesi, böylece Peygamber denince hep bu filmde oynayan kişinin akılda canlanması tehlikesi,
- Teknik anlamda kamera Şaryo hareketi ve Jimmy jibde meydana gelen tıklamalar,
- Filmin Şia propagandası yaptığı, bir Pers göz boyaması ve Acem oyunu olduğu, çünkü;
- Sünnilerin ekserisi tarafından iman etmediği kabul edilen ama Şiilikte cennetle müjdelenen sahabelerin büyüklerinden sayılan Hz. Muhammed’in amcası Ebu Talib’in filmin çoğuna damgasını vuruyor olması,
- Ebu Lehep ve karısı Ümmü Cemil üzerinden, İslam-Küfür / Hak-Batıl mücadelesinin Beni Haşim- Beni Ümeyye mücadelesi gibi ortaya konulması,
- Filmde Hz. Hamza ve Hz. Ali gibi Şianın saygı duyduğu kişilere yer verilirken; Hz. Ebubekir, Hz. Ömer gibi kişilere yer verilmeyişi,
- Filmde Kureyş putları mucizevi bir şekilde yıkılırken (kaynaklarda geçmesine rağmen) Mecusi ateşine hiç dokunulmamış olması,
- Filmin Hıristiyanlara göz kırptığı, mesiyanik vurgularda bulunduğu, Ehli Kitapla diyalog kurma amacı güttüğü,
- Geçen onca zamana rağmen “Çağrı” filmini aşamamış olması,
- Doğu sinemasında sıkça rastlanan odaklanma hatalarını tekrarlamış olması,
- Filmin mistisizme boğulduğu, sembolizmin yoğun olmasının Peygamberin asıl mesajını arka plana attığı,
- Mecidi’nin kendi çizgisini ve tarzını bozarak kendisini Hollywood’laştırdığı ve böylece kendi olmaktan çıktığı,
- Uzun filmlerde görkemli bir final gerektiği oysa uzun bir film olmasına rağmen finalinin beklenileni vermediği,
- Ebrehe’yi bile kendi dilinde konuşturan Yönetmenin neden filmi Arapça çekmemiş olduğu (Bilindiği üzere tarihi filmlerde, İsa’nın The Passion / Tutku / İsa Mesih’in Çilesi gibi, otantik bir mekân dokusu sağlamak ve seyirciyi filmin anlatıldığı döneme çekip götürmek için o dönem konuşulan orijinal dil seçilebilmektedir),
Genellikle filme yöneltilen övgüler;
- Hz. Muhammed’in annesi ile olan duygusal bağı çok iyi yansıttığı ve Filmi tüm annelerin mutlaka izlemesi gerektiği,
- Filmin daha çok kadınlara hitap ettiği, çünkü;
- Kız bebeğini gömmeye çalışan adama Peygamber çok etkili sözler söylüyor ve kız çocuğunun ne büyük bir nimet olduğu yönünde büyük bir ders veriyor, ‘bak gözleri sana benziyor’ diyor ve filmde ikinci kez tekrarlanan ‘kız çocuğu rahmettir’ cümlesini ekliyor,
- Bir sahnede, Çocuk Muhammed, kuru ve dikenli bir bitkiden ayrılırken o çirkin çalı parçasını incitmemeye özen gösterip kadınların daha çok takdir edebileceği bir zarafet sergiliyor,
- Uçsuz bucaksız gibi görünen durgun su oluğuna batırılan sayısız ellerin yer aldığı son sahnede Muhammed hariç gösterilen tüm ellerin farklı ırk ve renklerdeki kadın eli olması ve dolayısıyla burada tüm kadınların kendi döneminde yapıldığı gibi suya el batırarak Peygamberle sözleşme metaforunu yaşamaya davet edilmesi, üstelik bunun her hangi bir tür, ırk ve renk ayrımı yapılmadan meydana getirilmesi gerektiği anlatılıyor.
- Âmine ve Halime arasındaki samimi dostluktan yola çıkılarak tüm kadınların, kendi haklarına sahip çıkacak şekilde, dostça ittifakının gerekliliğine gönderme yapılıyor.
- Filmin, Mecidi tarafından da belirtildiği gibi, İslam karşıtlığına bir karşıtlık oluşturma amacı güttüğü genel olarak barış, kardeşlik ve hoşgörü mesajı verdiği,
Benim görüşlerim;
- Özellikle tarihi filmlerde sinemasal boyutu derinlemesine hissettirmek adına kurgusal eklemeler yapılabilmektedir. Dolayısıyla tarihi kaynaklarda bulunmasa bile ek mucizeler gösterilmesi doğaldır. Hz. Muhammed’in hayatını mucize eksenli ele almanın elbette ki sakıncaları vardır. Ancak bu sakıncalar sinemavi değil akidevidir. Dine davet mucize temelli değil i’caze temellidir. Kuran, kendisinden başka mucize aramanın yersizliğinden söz etmektedir.
- Hz. Muhammed’in sanatsal anlamda; sinema, tiyatro, edebiyat, resim gibi alanlarda temsil edilmesini yasaklayan hiçbir ayet ve hadis bilmiyor, hiçbir akli ve nakli gerekçe bulamıyorum. Kaldı ki insan bedeninin özeti olan yüz hiçbir şekilde resmedilmedi ve filmin orijinalinde seslendirilen Hz. Muhammed’in konuşmaları bizde altyazı olarak verildi.
- Filmde teknik olarak bir ‘odaklanma’ sorunu var. Çünkü filmde olay, olgu ve / veya eylemlerin kimin algı, görüş ve bakış açısıyla izleyiciye sunulduğu net değildir.
- Filmde bir Şia bilinçaltı var ve bu senaristin Şii olmasından dolaylı son derece anlaşılabilir bir şey. İlginçtir ki İran’da da, Senarist, bu defa filmde Sünni kaynaklara çokça yer vermekle eleştirilmiş.
Ebu Talib’in müslüman olduğunu savunan rivayetler bizim kaynaklarımızda da mevcuttur.
Örneğin Ebu Talib ölüm döşeğinde iken Hz. Muhammed ona iman etmek ve kelime-i Tevhidi söylemek yönünde ısrarcı telkinlerde bulunmuştur. Ebu Talib ise önce, “Kureyşliler, ‘Ebu Talib ölümden korktu da o sözleri söyledi’ diyemesin diye söylemiyorum” demiş ancak bir müddet sonra Hz. Abbas kulağını Ebu Talib’in dudaklarına yaklaştırdığında kıpırdadığını görmüş ve Hz. Muhammed’e dönerek, “Ey kardeşimin oğlu, kardeşim senin o söylemesini istediğin sözleri söyledi” demiştir. Fakat Hz. Muhammed “Ben işitmedim” demiştir.
Öyle ki Ehli Sünnet kaynaklarında, gerekirse, Ebu Talib’in öldükten sonra diriltilebileceği ve Hz. Muhammed’in ona iman telkin etmesi üzerine Ebu Talib’in iman edeceği yönünde de rivayetler bulunmaktadır.
Ebu Leheb’e gelince…
Kaynaklara göre; Ebu Leheb’in bir defa yüz rengi esmer değil bilakis heyecanlandığı zaman kızaran parlak bir yüze sahiptir (bu nedenle babası Abdulmuttalib ona ‘alevin / kıvılcımın babası’ anlamına gelen Ebu Leheb künyesini takmıştır).
Filmde lanse edildiği gibi Ebu Leheb Hz. Muhammed’e -peygamberlik gelmeden önce- herhangi bir düşmanlıkta bulunmamıştır.
Bilakis sırf doğumunu müjdelediği için kölesi Süveybe’yi azat etmiş. Onu özellikle Hz. Muhammed’i emzirmek için görevlendirmiştir.
Hatta bu nedenle kaynaklarda onun bu iyiliğinden dolayı cehennemde iken pazartesi günleri azabının hafifletildiği, başparmak ile işaret parmağı arasından bir su verildiği ve onun bu sudan içebildiği rivayet edilmektedir.
Ayrıca Hz. Muhammed’in iki kızını (Ümmü Gülsüm ve Rukiye), iki oğlu (Uteybe ve Utbe) ile evlendirmiştir.
Dolayısıyla filmde çizilen Hz. Muhammed’i, kölesi Süveybe’yi Onu emzirmekten men edecek kadar düşmanlık gösteren Ebu Leheb portresi gerçeği yansıtmamaktadır.
Bilindiği üzere Mecidi, filmi çekerken İslam âlemine olan saygısından dolayı Peygamberi resmetmediğini ve Sünni-Şii kaynakları, ayrım yapmadan, tarayarak bu kaynaklardan yararlandığını belirtmiştir.
Tarihten bugüne kadar gelen İyi-kötü (hak-batıl) ayrımını Haşimoğulları-Ümeyye oğulları arasındaki mücadelye indirgemek konusuna gelince (benzer hatayı İran yapımı olan ve Hz. Muhammed’in babası Abdullah’ın hayatını konu edinen “Abdullah” isimli filmde de görmüştük) bu konu Şia düşüncesinde Emevi ailesine şecere-i melune (lanetli ağaç) gözüyle bakılıyor olmasının getirdiği bir durum.
Daha Hz. Muhammed’in çocukluğundayken bile bu iki sülale / kabile arasında mücadele olduğu yönünde net bilgiler mevcut değildir. Üstelik böyle bir mücadele varsa bile bunu hak/batıl mücadelesi şeklinde lanse etmek yanlıştır.
Bilindiği gibi Emevi soyundan de değerli insanlar çıkmıştır. Bir sülaleyi komple lanetlemek çok ciddi bir hataya da sebebiyet verebilir.
Bilindiği üzere İslam dininin en temel ilkelerinden biri hiçbir şekilde din, dil, mezhep, ırk, renk ve cinsiyet ayrımcılığı yapılamıyor oluşu yani kana / kemiğe/ tene / maddeye dayalı her türden ayrımı reddetmesidir.
- Filmde Mekke müşriklerinin tanrı algısı yanlış yansıtılmış. Mekke müşrikleri Allah’a inanmayan kişiler olarak gösterilmiş oysaki Mekkeli inkârcılar Allah’ın varlığına inanmayan değil O’na; varlık, birlik ve sıfatlarında şirk koşanlardı.
- Mekke müşriklerinin İslam dinini ticaretleri için tehlike olarak görmesi olgusu da, İslam mesajına karşı duruşun ekonomik nedenlerinden birini ortaya koymak adına, güzel temsil edilmiştir.
- Filmde Hıristiyanlar genelde iyi Yahudi ise genelde kötüdür. Yahudilerin Musa’nın yerine geçecek peygambere hoş bakmamaları ve hatta onu ortadan kaldırmak istemeleri olgusu işlenmiş.
Bir Hıristiyan din adamı olarak Rahip Bahira Hz. Muhammed’i görür görmez peygamber olduğunu biliyor. Filmde gerçektende Hıristiyanlara bir zeytin dalı uzatılıyor. Ancak ilginçtir aynı torpil yine ehli kitap olmalarına rağmen Yahudilere geçilmemiş. Hatta Yahudiler Peygamberi ortadan kaldırmak isteyen kişiler olarak lanse edilmiştir.
- Filmde fantastik öğelerin dozu kaçırılmış, bir dinin önderi anlatılırken destansı öğelere fazlaca yer verilmiştir.
- Bilindiği üzere Hz. Muhammed bir efsane, bir destan kahramanı olmaktan çok gerçek bir insandır. Yaşam öyküsü, geçmiş tarihi kişilikler içinde, en ince detaylara kadar, en çok bilinen kişisidir. Bu nedenle onu insanüstüleştirmektense, kelime-i şahadette ifade edildiği gibi, bir kul ve bir elçi olarak tanımak ve tanıtmak Onu bir model figür bir lider figürü olarak görmek isteyenlerin örnek edinmelerine de daha çok katkı sağlayacaktır.
Şahsen bana; bir melek, insanüstü bir varlık veya bir yarı-tanrı gibi sunulan Hz. Muhammed yerine bizim gibi seven, âşık olan, nefret eden, ihtiyaçlarını temin eden, hiçbir zaman Üstün Güçlerce kayırılmamış, bir erkek, bir eş, bir baba, bir yönetici, bir barış yanlısı ama aynı zamanda iyi bir savaşçı olan yani hepimiz gibi yiyip içen, çarşı sokaklarda gezen, uyuyan ve uyanan ancak kendisine vahyedilen bir Hz. Muhammed çok daha saygın, çok daha sevgili, çok daha yüce gelmektedir.
- Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki; film sinemasal anlamda oldukça kaliteliydi. Bir görsel efekt şöleni ile karşı karşıyaydık. Hollywood’u bile geride bırakacak teknik sahneleri vardı.
Bir filmde bizim bakış açımızın tamamıyla yansıtılmış olması gerekmez ve o film görüşlerimize uygun da olamayabilir hatta beğenmeyebiliriz de ama şu hususa dikkat etmeliyiz ki izlediğimiz sadece bir filmdir. Gerçek bir yaşam değildir.
Bu nedenle filmde harcanan büyük maddi yatırıma ve emeğe istinaden saygı duymak da gerekir diye düşünüyorum.