İslam tarihi ve düşüncesi, 1500 küsur yıllık zaman akımı içerisinde, toplumsal ve bireysel yaşamada hangi dinsel metinlerin kriter olarak alınacağı hususunda çeşitli tartışmalara sahne olagelmiştir.
İslami hükümlerin neler olduğu, uygulanış biçimleri ile ilgili ana damar düşünce akımları olarak tarihselcilik ve evrenselcilik ön plana çıkabilmiştir.
Tarihselcilik; dinsel metinlerin indirildiği dönemin zaman, mekân ve bağlamını esas alarak, o dönem koşullarına hitap edebilirliliğini savunur. Örneğin hırsızın elini kesme cezası 6-7. Yüzyıl Arap toplumunun tarihsel koşullarının bir gereği iken bu yasanın günümüz modern toplumlara uyarlanabilirliliği yoktur.
Veya 6-7.yüzyıl Arabistan yarımadasının Arap bireyi için en korkunç şey çöl sıcağında kavrulmak ve gece için çölün aşırı soğuğu değil midir? O zaman cehennem azabı da bu Arap için ateşte yanma (sıcak) ve cehennemin dondurarak cezalandırılan bölümü olan Zemheri’de donmak olarak ifade edilmelidir.
Veya o dönemin Arap toplumunda temel ekonomi ticarete dayanmaktadır. Bu nedenle Kuran’daki meseller çoğu zaman ticari ifadelerle açıklanmaktadır (borç, terazi, satın alma, ticaret, satış, alış-veriş, riba gibi ifadeler Kur’an’da çokça geçmektedir).
Bu düşüncenin Türkiye’de öne çıkan isimlerinden biri de Mustafa Öztürk’tür.
Evrenselcilik ise; İslami hükümlere kaynaklık eden ve Kuran, hadis vs. dinsel metinlerde ifadesini bulan kural, kaide ve hükümlerin tüm zaman ve mekanlar için geçerli olduğunu savunur.
Yani Dinen ölçü kabul edilen metinlerde var olan hüküm ve yasalar kıyamete kadar tüm toplumlar için tüm zamanlarda ve mekânlarda geçerli olup bu hükümlerde bir eskime, bir yıpranma olmaz.
Geçen Cuma akşamı Habertürk Kanalında Veyis Ateş moderatörlüğündeki özel programda; evrenselci düşünceye sahip (ama dinde kıstas ve ölçü olarak kabul edilmesi gereken metinler konusunda ciddi ayrılığa düşmüş) iki ismin tartışması Ülke gündemine oturdu.
Daha önceden de sosyal medyada vs. bayağı tartışılagelene düşünce sistemleri temsilcilerinin tartışmasının bir devamı olarak gerçekleşen programda önemli konular görüşüldü.
Belirli alt başlıklarla incelemeye geçmeden önce şu birkaç hususu belirtmekte fayda var.
- İslami tartışmaların bir temsiliyet arz etmesi hasebiyle tartışmaya katılanların hoşgörü, saygı ve hassasiyetle süreci yönetmesi veya sürece dahil olması son derece önemlidir. Mustafa Öztürk taraflarla ilgili olarak “bir tarafta katıksız cahillik ve hoyratlık, diğer tarafta kabalık ve cellatlık…” diyerek tartışmayı lümpenleşme olarak nitelemiştir.
- Tartışma için birilerinin “işte Mescid-i Aksa da, Irak ve Suriye de Müslüman kardeşlerimizin bu kadar sorunu varken böyle basit şeylerle enerji kaybetme” üzerine kurulu edebiyatını son derece acayip buldum. Dinin en önemli meselesi olan “anlaşılma” meselesini direk olarak merkeze almış bir tartışma bu denli basite alınabilmiştir.
- Tartışma beklentimin hilafına genel bir değerlendirme süreci olarak seyretmedi. “İslam’ın ölçü ana kaynağı Sadece Kur’an mı yoksa Kur’an artı hadisler mi” diye özetlenebilecek olan tartışmanın ana konusu genel bir değerlendirmeye tabi tutulmadı. Bunun yerine tartışma; tek tek Kur’an’a, akla, bilime, insan haklarına aykırı ve ters olduğu iddia edilen hadis örnekleri ve bunlara verilen cevaplar üzerinden seyretti. Bu da sonuçta bir genel çerçeve çizilememesine neden oldu.
Tartışmanın tematik formatı tek tek hadis konuları üzerine merkezileştiğinden biz de değerlendirmelerimizi hadislerde belirtilen konuları, konu konu ele alarak yapmak durumunda kaldık:
1. Hurma yiyene sihrin ve zehrin etki etmeyeceği meselesi: Sahih-i Buhari’de geçen “Sabah aç karnına 7 acve hurması yiyene ne sihir ne zehir tesir eder” hadisini ele alan Taslaman bu hadisten yola çıkarak akla mantığa modern tıbba uygun olmayan bir sözü Peygamberimizin söyleyemeyeceğini belirtti. Sifil bu hadisle ilgili bir açıklama yapmadı.
Hz. Peygamber’in bir söz söylediğinde o sözü söylediği yer, zaman ve bağlamın da bilinmesi gerekmektedir. Acaba o sözü espri olsun diye mi söylemiş, birine takılmak için mi söylemiş, abartma sanatını mı kullanmış, yoksa Arapçada yaygın olarak bulunan terhip ve terğip edici (neredeyse o kadar anlamına gelen abartarak benzetme) bir dil mi kullanmış veya ironi mi yapmış (yani bir şeyi söylerken tam tersini kastetme gibi) bu durumun öncelikle netliğe kavuşturulması gerekmektedir.
Kur’an araştırmacıları Kur’an ayetleri için esbab-ı nüzulun (ayetlerin inişi sebebi dolayısıyla indiği yer, zaman ve bağlamı) önemini ve ayeti tefsir ettirici gücünü iyi bilirler.
Hadisler için bu kıstas yeteri kadar sağlanamamıştır. Hadis ravileri senetle zincirle uğraştıkları gibi örneğin esbab-ı vürud adını verebilecekleri bir terminoloji geliştirerek genellikle hadislerin varit olma sebeplerini yer, zaman ve bağlamı ile incelememişlerdir. Tabii ki Muhaddislerin (hadis rivayet edenler) bu imkânı bulabilmiş olma imkanlarının olmamış olabileceği gerçeğini de göz önünde bulundurmak durumundayız.
Taslaman ileride değineceğimiz deve sidiği ile kadın sünneti konularında çeşitli yerlerde bunların uygulanması sonucu meydana gelen sağlık sorunlarına örnekler verdi.
Hurma yiyene zehir ve sihrin etki etmeyeceği ile ilgili olarak bizzat uygulama yapmış birinin olup olmadığı ile ilgili olarak söyleyebileceklerim ‘böyle birini en azından benim duymamış olduğum’ gerçeğidir.
2. Deve Sidiği: Hadis rivayetleri bazen siyak ve sibak denilen öncesi ve sonrası yani bağlamını bilme kriteri sağlanamamış şekilde gelebilmektedir.
Örneğin Ebu Hureyre’ye isnat edilen ve atta, kadında ve meskende uğursuzluk olduğu şeklinde yorumlanan hadis rivayetini duyan Hz. Aişe’nin, bunu rivayet eden Ebu Hureyre’nin bu hadisin öncesini duymadığını, Peygamber’in öncesinde Yahudilere göre böyle bir inancın olduğunu belirttiği de rivayet edilmektedir.
Bu nedenle deve sidiği ile ilgili sözlerin hemen öncesinde veya sonrasında Hz. Peygamberin bu kabulü tepetaklak edecek bir şeyler söylememiş olduğunun garantisi nedir?
3. Kız Sünneti: Uygulamalı nebevi sünnete baktığımızda Peygamber’in veya herhangi bir sahabenin kızını sünnet ettirdiği ile ilgili hiçbir rivayet bulamamaktayız. Ülkemizde böyle bir uygulama yapmış kimseyi tanımıyorum.
Ancak Sifil’in belirttiği ‘sünnetin cinsel hazzı arttırma meselesinin’ ispata çok muhtaç olduğunu düşünüyorum.
4. Namazın Kılınışı: Hadisleri reddedenlerin içine düştükleri en büyük kriz namazın nasıl kılınacağı meselesidir. Sifil’de Taslaman’a bunu sordu. Taslaman’ın verdiği cevap yeterli değildi. Namazın nasıl kılındığının Hz. İbrahim’den beri zaten bilindiği ve Mekkeli müşriklerinde bunu bildiği ve hem Kur’an’da belirtilen namazın Belirteni hem de metni okuyan Arap müşriğin belirtileni bildiğini savundu. Oysaki Kur’an’da detaylıca anlatılan ve Hz. İbrahim’den beri bilinen uygulama ve ibadetler de bulunmaktadır. Böylesi önemli bir konuda Kur’an neden detay vermemiştir?
Dolayısıyla bu durum bizi açık bir şekilde detay ve Kuran’ın anlaşılıp yorumlanması ameliyesi için sünnete de başvurmaya yöneltmektedir.
5. Levlake Hadisi: “Sen olmasaydın kainatı yaratmazdım” hadisinin zayıf olduğunu iki araştırmacı da belirtti ancak Sifil hadisin senet olarak zayıf olsa da mana olarak sahih olduğunu söyledi.
Ben burada bir sembolizmin olduğunu düşünüyorum. Peygamber insan olmayı temsil etmektedir. Yani Allah kainatı insan için, insanları da insaniyeti elde etsinler diye yarattı denilmek istenmiş olabilir.
Tabi denildiği gibi hadis zaten zayıf hadis.
6. Sinek Hadisi: "Sizden birinizin (yemek) kabına sinek düşecek olursa, onu iyice batırın. Zira onun bir kanadında hastalık, diğerinde şifa vardır. O, içerisinde hastalık olan kanadıyla korunur" şeklinde gelen hadis rivayetine temas eden Taslaman, bu tür rivayetlerin tıbba ve bilime ters olduğunu belirtti. Sifil ise bilimsel olarak sineğin kanadında panzehir olduğunu belirtti.
Bu konunun ispatı için uzun yıllar boyunca laboratuvar ortamında deneyler yapılması gerektiği gerçeği bir yana dinde bir helal olması ile mutlaka uygulanması gerektiği durumu birbirine karıştırılmamalıdır. Örneğin bilinen İslami mezheplerin tümünde çekirge eti yemek helaldir. Hani hangimiz bu güne kadar çekirge yedi?
Bence ne gelenekçiler böyle bir rivayet var diye sinekli yemek yer ne de modernistler Kur’an’da geçmiyor diye ve dolayısıyla helal kabul ediyorlar diye köpek veya fare eti gibi şeyler yer.
Dolayısıyla bir şeyin helal olması ayrı uygulanabilirliği ayrı bir şeydir.
Bu anlamda vejetaryenleri de sözde dinsel argümanlarla dışlamamak gerekir. Et yemek farz değil helaldir. İsteyen yer istemeyen de prensip olarak yemez.
7. Arapça Bilmeme, Oryantalizm veya “Al Şu Deve Sidiğini İç” Meselesi: Dinsel metinleri iyi anlayıp yorumlamak için Arapça bilgisi elbette son derece önemlidir. Ancak Arapça bilmeyen kişilerin de dinsel bilgi edinme hakları olduğu ve bu haklarını kullanabilecekleri bilinmelidir.
Ne gelenek içerisinde bulunan bazı çürümelere işaret edene “oryantalist” demekle bu çürüme giderilir ne de modernite adına ortaya serilen tutarsızlıkları dile getirene “al şu deve sidiğini iç madem” demek tutarsızlığı ortadan kaldırır.
Genel olarak;
İslam dininin işaret ettiği itikadî / inançsal realiteler bilgi değil inancın konusudur. Bir dini anlamak ve tanımak için o dinin ortaya attığı dinsel metinlerden yola çıkılmalıdır.
İslam dininin ana kaynağı Kur’an’dır ve bunu tarihselcisinden evrenselcisine, modernistinden gelenekçisine, şiîsinden sünnîsine kadar herkesin kabul ettiği bilinmektedir.
Kur’an’ın en büyük müfessiri gerçekten de Peygamber’dir. Ve tefsir sadece hadislerle oluşturulmamıştır. Hadisler, Kur’an’ı yaşam biçimine dönüştürmenin öbür adı olan Sünnet Tefsirinin sadece bir bölümüdür. Tüm İslam tarihi ve uygulamaları ilk müfessiri esas almıştır.
Evet Kur'an'ın aslında en büyük müfessiri yine kendisidir. Ancak kriter olarak Peygamber'in kendi kişisel tefsirleri de son derece kayda değer konumdadır.
Bilime, akla mantığa ters olduğu iddia edilen hadisler aslında günümüz bilimine, kollektif aklına ve mantığına terstir ednilirse daha doğru söylenmiş olur.
Bununla birlikte asıl kaynak Kitap'tır ve hikmet ona uyan sünnettir.