Röportaj: Ömür Bayramoğlu
Bozlu Art Project Mongeri Binası, 12 Ocak 2022 – 26 Mart 2022 tarihleri arasında “Hayal Fanusu: Dr. Şükrü Bozluolçay Koleksiyonu” isimli sergiye ev sahipliği yapıyor.
Küratörlüğünü sanat tarihçisi Dr. Özlem İnay Erten’in üstlendiği sergi, kırk yıllık bir geçmişe sahip Dr. Şükrü Bozluolçay Koleksiyonu’ndan örneklerin yer aldığı, 19. yüzyıldan günümüze uzanan kapsamlı bir seçkiyi içeriyor. Türkiye sanatının tarihsel süreçteki gelişimini koleksiyondaki yapıtlar üzerinden kronolojik olarak yansıtmayı amaçlayan sergi, 70’e yakın sanatçı ve 100’ün üzerinde eseri bir araya getiriyor.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Dr. Özlem İnay Erten ile “Hayal Fanusu: Dr. Şükrü Bozluolçay Koleksiyonu” sergisini konuştuk.
Küratörlüğünü yaptığınız “Hayal Fanusu: Dr. Şükrü Bozluolçay Koleksiyonu” sergisinin çıkış noktasını öğrenebilir miyiz?
Bir sanat koleksiyonu herhangi bir döneme, temaya veya sanatçıya odaklanabilir; pek çok farklı bakış açısı üretebilir. Bence bu noktada asıl önemli olan, "Var olan birikim gerçekten bir koleksiyon niteliği taşıyor mu?" sorusunun cevabını verebilmektir. Bu bağlamda parça-bütün ilişkisi benim için önemliydi. Yani en basit manada söyleyecek olursam bir pul koleksiyonu bile yapsanız koleksiyona eklediğiniz her yeni parçanın tıpkı bir puzzle’ı tamamlar gibi o bütünlüğe bir anlam katması gerektiğini düşünürüm. Bozlu Art Project’teki faaliyetlerimize devam ederken Şükrü Bey’in yıllar içinde oluşturduğu sanat koleksiyonuna belli bir yön çizmek ve anlamlı bir bütünlüğe kavuşturmak adına, yaklaşık on yıllık bir süre boyunca çok sayıda çalışma yaptık. Koleksiyonun belli bir olgunluğa ulaştığını ve ana omurgasının oturduğunu düşündüğümüz 2020 yılında, koleksiyonu kamu ile paylaşmayı düşündük.
Tabii, Türkiye’deki koleksiyonların birçoğunun ikinci kuşağı bile göremeden nasıl dağılıp gittiğini göz önünde bulundurduğumuzda, kırk yıllık bir koleksiyonu kitapla kalıcı hale getirmek de bizler için son derece önemliydi. Bu süreçte Covid-19 pandemisinin patlak vermesiyle tüm dünyayı içine alan karanlık, umutsuz ortam bize bu sergiyi ve kitabı ne olursa olsun yapmamız gerektiğini derinden hissettirdi. Önce kitapla ilgili çalışmalara başladık, sokağa çıkma yasakları vb. kısıtlamalardan dolayı planladığımız birçok etkinliğin iptal olduğu, öngörülemez bir süreç içinde bu kitabı hazırladık. Pandemi koşullarının yanı sıra metin yazımından fotoğraf çekimine, grafik çalışmalarından İngilizce çevirilere kadar çok katmanlı bir süreç gerektiren bu boyutta bir koleksiyon kitabının meşakkatli çalışmaları ve sonrasında yetmişe yakın sanatçı ve yüzün üzerinde yapıtı bir araya getiren oldukça kapsamlı bu serginin hazırlanması, serginin başlangıçta düşündüğümüzden daha ileri bir tarihte izleyici ile buluşmasını sağladı.
Klasik bir soru olacak ama, “Hayal Fanusu” bildiğim kadarıyla Ömer Hayyam’ın rubaisinin ismi. Bir sergi ismi olarak kullanmaya nasıl karar verdiniz?
Sergi, adını günümüzden neredeyse bin yıl önce yaşamış ünlü İranlı şair Ömer Hayyam’ın “Hayal Fanusu” isimli rubaisinden alıyor. Fanus-u hayal ya da hayal feneri denilen fenerler eski devirlerde aydınlatma aracı olarak kullanılır, üzerlerine çeşitli şekiller ve resimler yapılırmış. Işığın yansımasıyla bu şekillerin büyüyerek etrafta oluşturduğu renk ve gölge cümbüşü izleyenlerin hayaller kurmasına vesile olurmuş. Hayyam dizelerinde, içinde yaşadığımız dünyayı bir fanusa, güneşi muma, bizi de bir nevi gölge oyuncularına benzetiyor. Hayal Fanusu’nun dizeleri bir taraftan tasavvufi anlamda yaşamın gelip geçiciliğine vurgu yaparken diğer yandan da Platon’un mağara alegorisinde olduğu gibi gerçekliği kavrayış ve algılayış biçimimizin değişkenliğine, hakikatin gözümüzle gördüklerimizden farklılığına vurgu yapan metaforik anlamlara sahip. Sergi ve kitabın hazırlık sürecinin az önce bahsettiğim pandemi dönemine denk gelmesi yaşamın kırılganlığı ve geçiciliği, öte yandan hayal gücümüzün dolayısıyla da sanatın önemini derinden hissettiğimiz o günlerde serginin bu adı almasını sağladı.
Siz Dr. Şükrü Bozluolçay Koleksiyonu’nun danışman ve yöneticisiniz. Koleksiyonda yer alan eserlerden sergiye dahil edilecekleri nasıl belirlediniz?
“Hayal Fanusu” isimli sergi Türkiye’de 19. yüzyıldan bu yana gerçekleşen sanatsal üretimlerin ve kırk yıldır sanat koleksiyonu yapan bir koleksiyoncunun bu süreçteki birikimlerinin yansıması olarak değerlendirilebilir. Sergiyi düzenlerken bu birikimi en iyi yansıtabileceğini düşündüğüm örneklerden oluşan bir seçkiyi, sanat tarihsel perspektifte sanatseverler ile buluşturmayı hedefledim. Osmanlı dönemi Asker Ressamlar Kuşağı’ndan başlayıp günümüz eserlerine uzanan böylesine kapsamlı bir koleksiyonun sergisini hazırlarken tarihsel süreçte yaşanan kültürel, sanatsal, sosyal değişimleri, yeni ifade biçimlerini ve düşünsel gelişmeleri en iyi yansıtabileceğini düşündüğüm yapıtlar üzerinden sergiyi kurguladım. Sergide izleyicilerin bu kronolojik gelişimi ve sanatçıların özgeçmişlerini takip edebilmeleri için, bilgilendirme panolarına yer verdik. İzleyiciyi şaşırtmayı ve düşündürmeyi hedefleyen sürpriz sergileme metotları da kullandık. Sabancı Müzesi, Pera Müzesi, İstanbul Modern gibi kurumların düzenledikleri sergiler ve geçtiğimiz günlerde İstanbul Resim Heykel Müzesi’nin koleksiyonunun yeniden kamuya açılması gibi gelişmeler bizler için son derece önemli. İzleyiciler bu kurumlardaki sergilerin yanı sıra Mongeri Binası’nda sergilediğimiz nitelikli özel sanat koleksiyonlarını izleme şansı bulduklarında aslında büyük bir hikâyenin parçasına ortak oluyor ve sanat tarihimizi bütünüyle izleme imkanına sahip oluyorlar.
Sergi sürecini, daha doğrusu eserlerin Mongeri Binası’nın özel yapısı içerisindeki kurgu sürecinin nasıl geliştiğini öğrenebilir miyiz?
Erken Cumhuriyet döneminin önemli mimarlık örneklerinden biri olan Mongeri Binası, son derece görkemli, zaten başlı başına görülmesi gereken önemli bir mimarlık eseri; fakat binanın sergilenen yapıtların önüne geçmemesi gerekiyordu, ayrıca koleksiyonun genişliği düşünüldüğünde mekânsal bazı kısıtlanmalarımız da oldu. Sergiyi düzenlerken mümkün olduğunca kronolojik çizgiyi bozmadan mekânın elverdiği ölçülerde hareket etmeye çalıştık. Sergi, Türkiye’de tuval resminin ilk örneklerini veren Asker Ressamlar Kuşağı sanatçılarından başlayarak, Meşrutiyet döneminden Cumhuriyet’e geçişte önemli bir varlık gösteren 1914 Kuşağı sanatçılarına, Müstakiller ve d grubu gibi ilk sanatçı örgütlenmelerine dek uzanıyor, ardından 50’li ve 60’lı yıllarda varlık gösteren Paris Okulu, 1968 Kuşağı sanatçıları gibi oluşumların izini sürerek günümüze dek ilerliyor.
Sergide ve kitapta yer alan yapıtların kronolojik gelişim çizgisini takip ederken, Türk sanatının 1950 sonrasındaki modernleşme sürecinde soyut-figür ayrımlarını, yerellik-ulusallık ikilemlerini, hiçbir gruba ya da akıma sığdırılamayan özgün sanatçıları, 70’li yıllardan sonra tuval, boya gibi geleneksel malzemelerin yerini yavaş yavaş yeni medyumlara ve kavramsal çalışmalara bırakışını, 80’li yıllardan sonra ülkenin küreselleşme sürecine dahil oluşuyla birlikte hız kazanan dünya sanatına entegre olma çabalarını görebilmek mümkün olacak. İzleyiciler klasik, modern ve çağdaş sanat yapıtlarını Mongeri Binası’nın tarihi atmosferi içinde üç ayrı katta görebilecekler. Bence Türkiye’deki sanat koleksiyonları arasında en sıra dışı örneklerden biri olan, sanatçıların şövale, palet, boya çantası, fırça, önlük, eldiven, çekiç, boya kutusu gibi eserlerini üretirken atölyelerinde kullandıkları malzemelerin yer aldığı “Sanatçı Atölyeleri” koleksiyonunu da bütünüyle sergiliyoruz. Örneğin giriş katında sergilediğimiz Çallı Kuşağı sanatçılarının, binanın yapıldığı yıllara tarihlenen resimlerini veya bu resimleri yaparken kullandıkları şövale, palet gibi malzemelerini, bu tarihi doku içinde görebilmek büyük şans diye düşünüyorum.
Son olarak sergi ile birlikte bir de kitap yayını oldu Sergi ve kitap paralelliği ile ilgili neler söylersiniz?
Kitapta da, tıpkı sergide olduğu gibi Türkiye sanatının kronolojik süreçteki gelişimini Dr. Şükrü Bozluolçay koleksiyonundaki yapıtlar üzerinden ele alarak, sanat tarihimiz hakkında kapsamlı bir perspektif ortaya koymaya çalıştım. Ülkemizde 19. yüzyıldan bu yana yaşanan siyasi, sosyal, kültürel değişimlerin sanata yansımalarını konu edinen, koleksiyondaki sanatçılar ve onların yapıtları hakkında bilgi sunan kapsamlı bir metin. Kitaba dahil ettiğimiz her bir yapıtın bizim için ayrı bir anlamı ve hikayesi var, dolayısıyla kimi zaman dönemsel oluşumlar, kimi zaman sanatçılar kimi zamansa yapıtlar ön plana çıktı. İngilizce ve Türkçe olarak hazırladığımız kitapta, mekândaki kısıtlamalar dolayısıyla sergiye dahil edemediğimiz yapıtlar da yer alıyor. 352 sayfalık İngilizce ve Türkçe olarak okuyucu ile buluşturduğumuz kitapta 70’in üzerinde sanatçı ve 150’ye yakın eser yer alıyor.
Bozlu Art Project Mongeri Binası, 12 Ocak 2022 – 26 Mart 2022 tarihleri arasında “Hayal Fanusu: Dr. Şükrü Bozluolçay Koleksiyonu” isimli sergiye ev sahipliği yapıyor.
Küratörlüğünü sanat tarihçisi Dr. Özlem İnay Erten’in üstlendiği sergi, kırk yıllık bir geçmişe sahip Dr. Şükrü Bozluolçay Koleksiyonu’ndan örneklerin yer aldığı, 19. yüzyıldan günümüze uzanan kapsamlı bir seçkiyi içeriyor. Türkiye sanatının tarihsel süreçteki gelişimini koleksiyondaki yapıtlar üzerinden kronolojik olarak yansıtmayı amaçlayan sergi, 70’e yakın sanatçı ve 100’ün üzerinde eseri bir araya getiriyor.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Dr. Özlem İnay Erten ile “Hayal Fanusu: Dr. Şükrü Bozluolçay Koleksiyonu” sergisini konuştuk.
Küratörlüğünü yaptığınız “Hayal Fanusu: Dr. Şükrü Bozluolçay Koleksiyonu” sergisinin çıkış noktasını öğrenebilir miyiz?
Bir sanat koleksiyonu herhangi bir döneme, temaya veya sanatçıya odaklanabilir; pek çok farklı bakış açısı üretebilir. Bence bu noktada asıl önemli olan, "Var olan birikim gerçekten bir koleksiyon niteliği taşıyor mu?" sorusunun cevabını verebilmektir. Bu bağlamda parça-bütün ilişkisi benim için önemliydi. Yani en basit manada söyleyecek olursam bir pul koleksiyonu bile yapsanız koleksiyona eklediğiniz her yeni parçanın tıpkı bir puzzle’ı tamamlar gibi o bütünlüğe bir anlam katması gerektiğini düşünürüm. Bozlu Art Project’teki faaliyetlerimize devam ederken Şükrü Bey’in yıllar içinde oluşturduğu sanat koleksiyonuna belli bir yön çizmek ve anlamlı bir bütünlüğe kavuşturmak adına, yaklaşık on yıllık bir süre boyunca çok sayıda çalışma yaptık. Koleksiyonun belli bir olgunluğa ulaştığını ve ana omurgasının oturduğunu düşündüğümüz 2020 yılında, koleksiyonu kamu ile paylaşmayı düşündük.
Tabii, Türkiye’deki koleksiyonların birçoğunun ikinci kuşağı bile göremeden nasıl dağılıp gittiğini göz önünde bulundurduğumuzda, kırk yıllık bir koleksiyonu kitapla kalıcı hale getirmek de bizler için son derece önemliydi. Bu süreçte Covid-19 pandemisinin patlak vermesiyle tüm dünyayı içine alan karanlık, umutsuz ortam bize bu sergiyi ve kitabı ne olursa olsun yapmamız gerektiğini derinden hissettirdi. Önce kitapla ilgili çalışmalara başladık, sokağa çıkma yasakları vb. kısıtlamalardan dolayı planladığımız birçok etkinliğin iptal olduğu, öngörülemez bir süreç içinde bu kitabı hazırladık. Pandemi koşullarının yanı sıra metin yazımından fotoğraf çekimine, grafik çalışmalarından İngilizce çevirilere kadar çok katmanlı bir süreç gerektiren bu boyutta bir koleksiyon kitabının meşakkatli çalışmaları ve sonrasında yetmişe yakın sanatçı ve yüzün üzerinde yapıtı bir araya getiren oldukça kapsamlı bu serginin hazırlanması, serginin başlangıçta düşündüğümüzden daha ileri bir tarihte izleyici ile buluşmasını sağladı.
Nurullah Berk, Avşa'da Pazar, 1972, Tuval üzerine yağlıboya, 100 x 120 cm
Klasik bir soru olacak ama, “Hayal Fanusu” bildiğim kadarıyla Ömer Hayyam’ın rubaisinin ismi. Bir sergi ismi olarak kullanmaya nasıl karar verdiniz?
Sergi, adını günümüzden neredeyse bin yıl önce yaşamış ünlü İranlı şair Ömer Hayyam’ın “Hayal Fanusu” isimli rubaisinden alıyor. Fanus-u hayal ya da hayal feneri denilen fenerler eski devirlerde aydınlatma aracı olarak kullanılır, üzerlerine çeşitli şekiller ve resimler yapılırmış. Işığın yansımasıyla bu şekillerin büyüyerek etrafta oluşturduğu renk ve gölge cümbüşü izleyenlerin hayaller kurmasına vesile olurmuş. Hayyam dizelerinde, içinde yaşadığımız dünyayı bir fanusa, güneşi muma, bizi de bir nevi gölge oyuncularına benzetiyor. Hayal Fanusu’nun dizeleri bir taraftan tasavvufi anlamda yaşamın gelip geçiciliğine vurgu yaparken diğer yandan da Platon’un mağara alegorisinde olduğu gibi gerçekliği kavrayış ve algılayış biçimimizin değişkenliğine, hakikatin gözümüzle gördüklerimizden farklılığına vurgu yapan metaforik anlamlara sahip. Sergi ve kitabın hazırlık sürecinin az önce bahsettiğim pandemi dönemine denk gelmesi yaşamın kırılganlığı ve geçiciliği, öte yandan hayal gücümüzün dolayısıyla da sanatın önemini derinden hissettiğimiz o günlerde serginin bu adı almasını sağladı.
İbrahim Çallı, Sahilde Maşlahlı Kadınlar, kontrplak üzerine yağlıboya, 59 x 38 cm
Siz Dr. Şükrü Bozluolçay Koleksiyonu’nun danışman ve yöneticisiniz. Koleksiyonda yer alan eserlerden sergiye dahil edilecekleri nasıl belirlediniz?
“Hayal Fanusu” isimli sergi Türkiye’de 19. yüzyıldan bu yana gerçekleşen sanatsal üretimlerin ve kırk yıldır sanat koleksiyonu yapan bir koleksiyoncunun bu süreçteki birikimlerinin yansıması olarak değerlendirilebilir. Sergiyi düzenlerken bu birikimi en iyi yansıtabileceğini düşündüğüm örneklerden oluşan bir seçkiyi, sanat tarihsel perspektifte sanatseverler ile buluşturmayı hedefledim. Osmanlı dönemi Asker Ressamlar Kuşağı’ndan başlayıp günümüz eserlerine uzanan böylesine kapsamlı bir koleksiyonun sergisini hazırlarken tarihsel süreçte yaşanan kültürel, sanatsal, sosyal değişimleri, yeni ifade biçimlerini ve düşünsel gelişmeleri en iyi yansıtabileceğini düşündüğüm yapıtlar üzerinden sergiyi kurguladım. Sergide izleyicilerin bu kronolojik gelişimi ve sanatçıların özgeçmişlerini takip edebilmeleri için, bilgilendirme panolarına yer verdik. İzleyiciyi şaşırtmayı ve düşündürmeyi hedefleyen sürpriz sergileme metotları da kullandık. Sabancı Müzesi, Pera Müzesi, İstanbul Modern gibi kurumların düzenledikleri sergiler ve geçtiğimiz günlerde İstanbul Resim Heykel Müzesi’nin koleksiyonunun yeniden kamuya açılması gibi gelişmeler bizler için son derece önemli. İzleyiciler bu kurumlardaki sergilerin yanı sıra Mongeri Binası’nda sergilediğimiz nitelikli özel sanat koleksiyonlarını izleme şansı bulduklarında aslında büyük bir hikâyenin parçasına ortak oluyor ve sanat tarihimizi bütünüyle izleme imkanına sahip oluyorlar.
Neş’e Erdok, Egon Schiele Hücresinde, 1988, Tuval üzerine yağlıboya, 200 x 130 cm
Sergi sürecini, daha doğrusu eserlerin Mongeri Binası’nın özel yapısı içerisindeki kurgu sürecinin nasıl geliştiğini öğrenebilir miyiz?
Erken Cumhuriyet döneminin önemli mimarlık örneklerinden biri olan Mongeri Binası, son derece görkemli, zaten başlı başına görülmesi gereken önemli bir mimarlık eseri; fakat binanın sergilenen yapıtların önüne geçmemesi gerekiyordu, ayrıca koleksiyonun genişliği düşünüldüğünde mekânsal bazı kısıtlanmalarımız da oldu. Sergiyi düzenlerken mümkün olduğunca kronolojik çizgiyi bozmadan mekânın elverdiği ölçülerde hareket etmeye çalıştık. Sergi, Türkiye’de tuval resminin ilk örneklerini veren Asker Ressamlar Kuşağı sanatçılarından başlayarak, Meşrutiyet döneminden Cumhuriyet’e geçişte önemli bir varlık gösteren 1914 Kuşağı sanatçılarına, Müstakiller ve d grubu gibi ilk sanatçı örgütlenmelerine dek uzanıyor, ardından 50’li ve 60’lı yıllarda varlık gösteren Paris Okulu, 1968 Kuşağı sanatçıları gibi oluşumların izini sürerek günümüze dek ilerliyor.
Sergide ve kitapta yer alan yapıtların kronolojik gelişim çizgisini takip ederken, Türk sanatının 1950 sonrasındaki modernleşme sürecinde soyut-figür ayrımlarını, yerellik-ulusallık ikilemlerini, hiçbir gruba ya da akıma sığdırılamayan özgün sanatçıları, 70’li yıllardan sonra tuval, boya gibi geleneksel malzemelerin yerini yavaş yavaş yeni medyumlara ve kavramsal çalışmalara bırakışını, 80’li yıllardan sonra ülkenin küreselleşme sürecine dahil oluşuyla birlikte hız kazanan dünya sanatına entegre olma çabalarını görebilmek mümkün olacak. İzleyiciler klasik, modern ve çağdaş sanat yapıtlarını Mongeri Binası’nın tarihi atmosferi içinde üç ayrı katta görebilecekler. Bence Türkiye’deki sanat koleksiyonları arasında en sıra dışı örneklerden biri olan, sanatçıların şövale, palet, boya çantası, fırça, önlük, eldiven, çekiç, boya kutusu gibi eserlerini üretirken atölyelerinde kullandıkları malzemelerin yer aldığı “Sanatçı Atölyeleri” koleksiyonunu da bütünüyle sergiliyoruz. Örneğin giriş katında sergilediğimiz Çallı Kuşağı sanatçılarının, binanın yapıldığı yıllara tarihlenen resimlerini veya bu resimleri yaparken kullandıkları şövale, palet gibi malzemelerini, bu tarihi doku içinde görebilmek büyük şans diye düşünüyorum.
Burhan Doğançay, Antiques, 1965, tuval üzerine yağlıboya ve karışık teknik, 203,2 x 203,2 cm
Son olarak sergi ile birlikte bir de kitap yayını oldu Sergi ve kitap paralelliği ile ilgili neler söylersiniz?
Kitapta da, tıpkı sergide olduğu gibi Türkiye sanatının kronolojik süreçteki gelişimini Dr. Şükrü Bozluolçay koleksiyonundaki yapıtlar üzerinden ele alarak, sanat tarihimiz hakkında kapsamlı bir perspektif ortaya koymaya çalıştım. Ülkemizde 19. yüzyıldan bu yana yaşanan siyasi, sosyal, kültürel değişimlerin sanata yansımalarını konu edinen, koleksiyondaki sanatçılar ve onların yapıtları hakkında bilgi sunan kapsamlı bir metin. Kitaba dahil ettiğimiz her bir yapıtın bizim için ayrı bir anlamı ve hikayesi var, dolayısıyla kimi zaman dönemsel oluşumlar, kimi zaman sanatçılar kimi zamansa yapıtlar ön plana çıktı. İngilizce ve Türkçe olarak hazırladığımız kitapta, mekândaki kısıtlamalar dolayısıyla sergiye dahil edemediğimiz yapıtlar da yer alıyor. 352 sayfalık İngilizce ve Türkçe olarak okuyucu ile buluşturduğumuz kitapta 70’in üzerinde sanatçı ve 150’ye yakın eser yer alıyor.