Röportaj: Yusuf Çifci
Prof. Dr. Münevver Üçer, beş yılın ardından "Gelenek Gelecektir" adlı yeni kişisel sergisiyle sanatseverlerin karşısına çıkıyor. 12 Nisan Cumartesi günü Nişantaşı’ndaki MAJİ Art Gallery’de açılan sergi, 30 Mayıs’a kadar ziyaretçilerini ağırlamaya devam edecek.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü tezhip Anasanat Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yapan Prof. Dr. Üçer, geleneksel sanatları çağdaş dokunuşlarla yeniden yorumluyor. Sanatçının eserlerinde yer alan lale motifi, Türk sanat tarihinin köklü estetik unsurlarını günümüzle buluşturarak izleyiciye benzersiz bir deneyim sunuyor.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Prof. Dr. Münevver Üçer ile "Gelenek Gelecektir" sergisini konuştuk.
Uzun bir aradan sonra yepyeni sergi ile sanatseverlerle buluştunuz. Hangi duygularla ortaya çıktı bu sergi?
Sergimizin hikâyesi, isminden de belli olduğu gibi: "Gelenek Gelecektir" diyoruz. Neden "gelenek" diyoruz? Çünkü bizim köklerimiz 8. ve 9. yüzyıla kadar uzanan bir sanatımız var, tezhip sanatımız var. Bu sanatı, yüzyıllar geçmesine rağmen geçmişten geleceğe taşıma amacımız var. Tüm yaptığım eserlerle, kendim olsun, uğraşlarımda hep geçmişten beslenerek ama günümüzün yorumlarıyla bir 21. - 22. yüzyıl sanatçısı olmak isteği var tabii ki. Beş yıl aradan sonra… Çünkü eser üretmek çok kolay değil. Onun tasarımı çok uzun sürüyor, yapım aşaması çok uzun sürüyor. Çünkü tezhip sanatı geçmişten gelen çok ince bir sanatımız.
İnce bir el işçiliği gerekiyor sanıyorum…
Evet, kesinlikle. Öğrenmesi de zor ama yapımı da zor olan bir sanat. Bu nedenle hakkıyla yapmak istiyorum. Çünkü bir akademisyenim, öğrenci yetiştiriyorum ve bu sanatı ileriye doğru bir şekilde götürmeye çalışan bir akademisyenim. O nedenle uzun sürüyor.
Tezhip; 8. ve 9. yüzyıldan başlayan, yani Maniheizm, Budizm, İslamlıkla örtüşen bir sanat. Bugünümüze kadar sevilerek yapılan bir sanat aslında.
Tezhip daha çok İslam sanatı olarak biliniyor. Ama tezhibin Uygurlara kadar gittiğini söylüyorsunuz. Uygur döneminde de var mıydı bu sanat?
Tabii, tabii. İslamlıktan önce, Maniheizm’de ve Budizm’de var bu sanat. Berlin’deki müzelerdeki duvar fresklerinde bugün kullandığımız motiflerin hepsini görüyoruz. Ama İslamlıkla niye örtüşüyor? Çünkü İslam’da kutsal kitabı süslemek, bir hat yazısını süslemek bizim için çok değerli. Kullandığımız motiflerin hepsi de stilize motifler olduğu için çok fazla kullanılmış. Tabii, tezhip sanatı devamlı hattın kenar süslemesi de deniyor ama ben tabii buna karşı çıkıyorum. Ben bir süslemeyim demiyorum. Yeri geliyor hattın kenarında oluyorum, yeri geliyor minyatürlerde yer alıyorum, yeri geliyor kalem işinde, duvarlarda yer alıyorum, çinilerde yer alıyorum.
"SANAT ESERİ BİR TANE OLMALI, BENZERSİZ OLMALI"
Sergideki resimlerde kullandığınız ana unsur lale. Neden laleyi tercih ettiniz?
Lalenin sanatımızda çok özel bir yeri var. Lale bizde sanatsal olarak Allah’ı temsil eder, durudur, diktir, yalındır ve aynı zamanda lale, hilal ve Allah kelimelerinin sayısal toplamı 66. Bu da onu çok özel bir yere taşıyor. Benim için özel olmasının sebebi, ben üniversite sınavında da lale ile ilgili bir kompozisyon yazarak üniversite sınavını kazandım.
Daha önceki belediye başkanımız Kadir Topbaş ile çok güzel projelerimiz oldu. Nitekim İstanbul lalesini Hollandalılara kaptırdık ama tekrar İstanbul'a dönüşünü sağlamaya çalıştığımız için Lale Festivalleri vardı. 13-14 yıldır sürüyor ve yeniden İstanbul'da Lale bulunsun istiyoruz.
Sergide ana unsur tabii ki lale ama farklı unsurları da görüyorum. Lalenin de farklı formları var. Tek bir lale yok, pek çok lale çeşidi var. Siz hangi lale çeşidinizi seçtiniz?
Şimdi burada 44 tane eserim var ama akademisyen olmanın verdiği bir coşkuyla, öğrencileri bu yola sevk etmek, bu sanatla buluşturmak için farklı teknikler deniyorum. Neler yapıyorum? İşte kâğıt kullandım, kâğıt üzerine farklı boyamalar kullandım. Boyutları değiştirdim. Normalde el yazması eser biliyorsunuz küçüktür. Ben orada artık 1 metreye 1 metre, 1.40'a 80'ler falan kullanmaya çalıştım. Bazı eserlerimde camı kaldırdım. Bunun yanı sıra deri üzerine çalışmalarım var, yağlı boya üzerine çalıştığım eserlerim var. Ama bunları yaparken hep dikkat ettiğim şey, eğer içlerinde bir tezhip varsa veya bir lale varsa, o tezhibi 16. yüzyıldaki gibi ince yapmak, oradaki sanatı günümüze taşımak. Eğer bir lale varsa, o lalenin de bir münevveri hissettirmesi lazım. O yüzden de formları bazen birbirlerine benziyorlar ama hiçbiri birbirine benzemiyor. Neden? Çünkü o anki duygumla yapıyorum. Tezhiplerimde de desen kullanmıyorum çünkü benim için önemli olan eserin bir tane olması. İkincisi olmaması. Hep tartıştığım bir konu vardır. Ben mesela hattatlara da o yüzden kızıyorum. Bir besmeleyi Halim Hoca yapmış vakti zamanında, hep aynı kalıp üzerinden gidiliyor ve kenarında bir süsleme oluyor. Ama benim gözümde eser bir tane olmalı ve o eserde hattat da yazıyı da o eser için kullanmalı, tezhibi de orası için yapmalı. Bana kızıyorlar, çok kızıyorlar ama bakın burada 44 eser var, 44 eserin hepsi farklı. Hepsi bir tane, yazısıyla, renkleriyle, desenleriyle. Önemli olan benim için bu çünkü eser dediğiniz bir tane olmalı, bir benzeri olmamalı.
Lale motifinin sizin de söylediğiniz gibi kültürümüzde çok önemli bir yeri var. Dini olarak da baktığımızda Allah'ı temsil ettiğini söylediniz ama biz yüzyıllardır bu motifi kullanıyoruz sanatımızda. Çinide, hatta, ebruda farklı alanlarda laleyi kullanıyoruz. Sanatın gelişimi açısından baktığımızda bu bir kısır döngü değil mi?
Değil, değil. Çünkü neden? Şimdi bakın, hep ihtiyaç doğrultusunda sanat gelişir. Şimdi 16. yüzyıla bakarsak, 15-16’da sanat gelişiyor. Niye gelişiyor? Çünkü padişahlarımız donanımlı, sanattan anlayan kişiler ve sanatçıya değer veren kişiler.
Kanuni zamanında sanatımız doruk noktasına çıkmış. Daha sonra 18’de de Batı’nın etkisiyle kullandığımız motiflerde biraz değişmeler başlıyor. Çünkü o güne kadar stilize olan motiflerimizde natüralist tarzda, Batı’da gördüğümüz gibi doğada gördüğümüz şekilde resmetmeye başlıyoruz.
Şimdi, lale kısır döngü değil. Çünkü her dönemde bir farklılık geliyor. Günümüzde de işte bir resimde de baktığınız zaman devamlı insan figürü var, elma armutlar var. Yani sonuçta bizde de stilize motifler devam ediyor ama kullandığımız alanlar değişiyor. Mesela daha önce el yazmasındayken şimdi duvarlarımızı süsleyen levhalar hâlinde karşımıza çıkıyor. Kâğıdın dışında nerelerde kullanırıza gidiyoruz. Yani bu yüzyılda biz bu sanatımıza ne ekleyebiliriz, o amaçla ben bu sergide bu kadar farklı tekniği denemeye çalıştım.
Çünkü tezhip sanatının devam etmesi gerekiyor. O kuralları bozmadan, inceliği bozmadan… Ama laleden gidelim. Lalenin o 16’daki gibi, ince Osmanlı’daki tarama tekniğiyle yapılır. Bizdeki motiflerin hepsi — lale olsun, karanfil olsun — en açık rengin defalarca üst üste taranarak, sanki saç tarıyormuşsunuz gibi bütün yaprakları tek tek tararsınız. Ben o sanatın bozulmadan devam etmesini istiyorum. Günümüzdeki malzemeyi değiştirdim. Ne kullandım? Kâğıt yerine tuvallere geçiş yaptım. Guaj yerine akriliklere girdim, yağlı boyaya girdim. Bu şekilde bu işle uğraşan tüm sanatseverlere yeni bir yol açmaya çalışıyorum.
Sadece lale değil, mesela gül de divan edebiyatında çok önemli bir metafor. Laleyi zaten yüzyıllardır kullanıyoruz. Doğanın sanata yansımasını, güçlü metaforlar olarak karşımıza çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz kutsiyet yüklüyoruz, dediğiniz gibi; laleyi Allah’a, gülü Peygamberimize atfediyoruz. Ama içimizde hep bir bahçe, çiçek yok mudur? Boş zamanımızda mutlaka bir bahçeye gideriz; kendimizi dinlendirmek için, ruhumuzu dinlendirmek için. Bütün çiçekler bence çok özeldir; yani hepsinde bir anlamı vardır. Sanatçı olarak da, bu kullandığımız motifleri herkesin beğeneceği bir şekilde eserlerimde yer vermek bana ayrı bir gurur veriyor.
"YURT DIŞINA GİDİP ORADA SERGİLER AÇABİLİYORSAM EVRENSELLİĞİ YAKALAMIŞIM DEMEKTİR"
Bütün sanatçılar için diyemem ama bazı çağdaş sanatçılar, geleneksel sanatları “öteki” olarak görüyor. Siz ne dersiniz bu konuda?
Sanat evrenseldir. Normalde resim sanatı mağara duvarlarından itibaren yapılan bir sanat değil midir? Niye biz "resim" diyoruz da "geleneksel resim sanatı" demiyoruz? Onun da çok eskilere dayanan bir zaman geçmişi var. Ben bu kavramı doğru bulmuyorum. Her sanatın gelenekseli vardır. Bunu illa bir "geleneksel" çatı altına sokmak doğru değil. Burada amaç, yaptığımız eseri en güzel şekilde kişilere sunmaktır; onların da bu eserden ilham almalarını sağlamaktır.
Gelenekselde "tezhip" dediğimiz zaman, resimden tek farkı bizim belli kurallarımız var. Yani tersten çiçek çıkmaz, yapraklar dalların üzerindedir. Bitkileri kullanıyorsunuz. Bizde mavi gökyüzünü simgeler, altın güneşi simgeler. Yani oradaki katlamalar da günlerin devam ettiğini ifade eder.
Ayrım yapmak istemiyorum. Maalesef bu ayrım var: modern sanatçılar, ressamlar, gelenekselciler... Burada gördüğünüz gibi ben karma yaptım. Yani tezhibin kurallarının yanında çağdaş eserleri görebiliyorsunuz. Nasıl mı yaptım bunu? Yağlı boyaları kullandım, tonlamalar yaptım ama içlerinde mutlaka bir yerde lale ya da geçmişten gelen halker tezhip sanatımız yer alıyor.
Yine geleneksel sanatlardan devam edersek, bu alandaki sanatlar toplumun geneline yayılmak yerine belli bir çevreye sıkışmış izlenimi veriyor. Katılır mısınız buna?
Kendimi bu sıkışmışlığın içinde görmüyorum çünkü benim her zaman amacım, bu kadar zarif olan bir sanatı dünyaya taşımak ve ben hep kendim yaparken eserlerimi üretirken hep onların çok değerli olduğunu kendimde hissediyorum. Karşımdaki kişiye de bunu anlatıyorum. Bu çok önemli bir sanat, 8. yüzyıldan hatta daha önceki zamanlara kadar inen bir geçmişi olan bir sanatın üstünde oturuyoruz. Yani bizim kültürümüz o kadar değerli ki, ben dünyada ödüller alan bir sanatçıyım. Floransa Bienali’nde 600 sanatçı arasında ikincilik aldım ve oradaki eserim benim klasik bir eserdi. Yani klasik dersek ne vardı? Bir varoluş sahnesi vardı: Yoktan geldik, var olduk, tekrar yoka gideceğiz. Orada bana ödül verdiklerinde de sordum, "Niye ödül verdiniz?" diye. Dediler ki, "Biz bu kadar ince bir sanatı görmedik, bu kadar ince bir sanata ödül vermeyeceğiz de kime vereceğiz?". Bakın, sanatın evrensel dili bu. Yani biz bunu kendimiz yapıyoruz, geleneksel, modern diye. Aslında sanat sanattır.
Burada Nişantaşı'nın göbeğinde yaptığım eserlerle, modern bir galeride, bana değer veren bir galeride sergiyi açabiliyorsam ve bunun arkasında da yurt dışına da gidip orada sergilerimi açabiliyorsam, ben evrenselliği yakalamışım demektir. Önemli olan evrenselliği yakalamak. Yani yaptığınız işin, resim olsun, tezhip olsun, evrenselliği yakalamak lazım.