Röportaj: Yusuf Çifci
Yıldız Teknik Üniversitesi sanat ve Tasarım Fakültesi Sanat Bölümü Başkanı, akademisyen ve sanatçı Prof. Dr. Lütfü Kaplanoğlu, İstanbul'un Beyoğlu/Cihangir semtinde açtığı artmahall ile sanata yeni bir soluk getirdi. Kaplanoğlu, ArtMahall'de sanatı sadece izlemekle kalmayıp, aynı zamanda etkileşimli bir deneyim sunmayı hedefliyor.
Türkiye'nin ve dünyanın farklı köşelerinde 200'ün üzerinde karma sergiye katılan ve uluslararası sanat projeleriyle tanınan Kaplanoğlu, ArtMahall'de 28. kişisel sergisi olan "Aşk"ı da sanatseverlerle buluşturdu. Sergi, 23 Nisan'a açık olacak.
Mürekkep Söyleşiler kapsamında Prof. Dr. Lütfü Kaplanoğlu ile hem yeni sanat mekanı ArtMahall'i hem de yeni sergisi Aşk'ı konuştuk.
İlk olarak ArtMahall ile başlamak isterim. Bu mekân nasıl ortaya çıktı, bir hikâyesi var mı? Bu mekânı kurmaktaki amacınız nedir ve neden Cihangir?ArtMahall, benim yıllardır düşündüğüm, daha çok sivilleşme, halkla iç içe olma, bir mahalle kurma düşüncemle alakalı bir projem. Yıllardır bunun arayışı içerisindeydim.
Şimdiye kadar bütün atölyelerim üniversite içinde, farklı farklı alanları bir araya getiren kampüsler halinde oluşturuldu. Mesela gravür, baskı, resim atölyeleri, dijital atölyeler hepsi bir aradaydı. Bir yanım sürekli öğrenci yetiştirmek amacıyla atölye içerisinde konumlanırken, hafta sonu dâhil olmak üzere oradan çıkmayan bir sanatçı ve öğretim üyesi pozisyonundaydım.
Fakat burada eksikliğini hissettiğim bir şey vardı: Sanat alımlayıcısıyla, yani koleksiyonerler, sanat galerileri ve sanatseverlerle daha çok bir araya gelmek, onlarla hasbihâl etmek, onları dinlemek ve enerjilerinden faydalanmak. İşte bu sebeple üniversite dışında, daha sivil bir alana ihtiyaç duydum.
İstanbul'da, İstanbul'un gözbebeği olan bazı mekânları değerlendirdim. "Hangisi benim için daha uygun?" diye düşünürken Cihangir’in sıcaklığı ve o Anadolu-İstanbul kokan özelliklerinin, benim çalışmalarım için daha uygun olduğuna karar verdim. Böylece burada hem eserlerimi üretebileceğim hem de projelerimi sergileyebileceğim bir alan kurmuş oldum.
ArtMahall’in ilk sergisi Aşk adını taşıyor. Ama sergiye geçmeden önce şunu sormak isterim: ArtMahall’de sadece sizin eserleriniz mi yer alacak, yoksa bir galeri mantığıyla farklı sanatçılar da gelip burada eserlerini sergileyebilecek mi?
ArtMahall’i, kendi sanat mahallem olarak planlıyorum. Aslında burayı, kendi yerleşkem olarak kurguladım. Sanatseverlerle daha nitelikli, daha canlı, daha samimi bir ortam paylaşma düşüncesiyle bu mekânı oluşturdum.
Ancak zaman zaman uluslararası sanatçılardan veya organizasyonlardan proje teklifi geliyor. Benim de içinde yer alabileceğim, hem yurt dışında hem yurt içinde karşılıklı projeler geliştirmek için burayı özgürce kullanabileceğim. Mesela 23 Nisan’da geleneksel olarak çocuklar için etkinlikler düzenliyorum. Bunları bağımsız olarak burada gerçekleştirebileceğim.
Ancak genel olarak ArtMahall, bir sanat galerisi olarak hizmet vermeyecek. Öyle bir ticari yönü söz konusu değil.
Şimdi Aşk sergisine geçmek istiyorum. ArtMahall’deki ilk serginiz Aşk. Bu sergi nasıl ortaya çıktı? Bir hikâyesi var mı?
Sergi zaten sanatçının hikâyesiyle başlıyor.
Ben genellikle sezgisel eserler üretiyorum, yani hiçbir plan yapmaksızın tuvalin başına geçtiğimde sezgisel olarak çalışıyorum. Bunun kökeni de benim doğup büyüdüğüm coğrafyada var olan aşıklık geleneği… Mesela Âşık Sümmani, Reyhani gibi aşıklık geleneğine haiz insanların etrafında büyüyen… Mesela benim babam onlardan bir tanesi. Sümmani’nin bütün deyişlerini ezberleyip çocukluğumda sürekli bana bunları okurdu veya aile ortamında bunları okuyordu. Biz de onları dinleyerek büyüdük. Bu anlamda bu coşkuyu, bu geri dönüşü bir şekilde ben daha yeni hissediyorum belki. Yani sanat, o çocukluk anlarında düşen o tohumların yıllar sonra yeşermesiyle bir şekilde dışarı çıkmaya başlıyor. O tohumlar büyüyor ve kendini göstermeye başlıyor. Bu sergi aslında onlardan bir tanesi.
Aslında soruma kısmen cevap verdiniz ama yine de sormak isterim: Bir sanatçı için aşk ne ifade eder?
Aşk, ulaşılmazı ifade ediyor benim için mesela. Ama bu sürekli değişebilir, sürekli güncellenebilir bir şey… Benim resim yapma biçimim aslında bir aşk mantığında, bir serap mantığında. "Evet, şimdi ulaştım!" deyip tam ulaştığımı düşündüğüm anda yeni bir hedef belirliyorum. Yeni bir hedef çıkıyor, bir yenisi daha… Ve kendimi ona bakmaktan, onun içinde olmaktan alıkoyamıyorum.Bazen, "Evet, ben deli miyim? Hayatın bu kadar güzel nimetleri var, hepsinden soyutlanıp neden resim yapmaya başlıyorum?" diyorum. "Evet, yapmayacağım!" diyorum zaman zaman, en azından başka şeylere de zaman ayıracağım diyorum ama bir bakıyorum ki yine kendimi resmin içinde buluyorum. Bu biraz aklın kenara atılması gibi bir durum oluşturuyor aslında.Aşk, sadece iki insan arasında var olan bir şey değildir. Zaten aşkın kendisi de insanın kendi beyninde oluşturduğu bir imgedir, bir duygudur. Zevkle acının birlikte harmanlandığı bir duygu durumudur. İnsan hem eziyet çeker hem de bir yandan haz duymaya başlar. Biz de burada, resimde de aynısını yaşıyoruz aslında. Evet, külfeti çok fazla. Herkesin en azından "deli" olarak gördüğü, birkaç tahtası eksik olarak nitelendirdiği insanlar olarak biz sanatçılar bundan haz alıyoruz. Evet, zevki de var, lütfu da hoş, kahrı da hoş diyoruz.
Aşk serginizde benim resimlerinizde genellikle dikkatimi çeken renkler kırmızı ve mavi. Aşkın bir rengi var mı?
Arap coğrafyasında cehennem ateştir ama kuzey taraflarında cehennem buzdur, soğuktur. Yani neye göre sıcak, neye göre soğuk? Neye göre aşkı, neyin temsil ettiğini çok bilemiyoruz. Herkesin bakış açısına, kültürüne ve hayallerine göre renkler değişebiliyor. Onların bıraktığı izler farklı anlamlar taşıyabiliyor.
Sanat tarihine baktığımızda pek çok ressam aşkı tariflemeye çalıştı, kendi duygu dünyasından yola çıkarak anlatmaya çalıştı. Aşkı en güzel anlatan ressam kim?
Aslında bunu şöyle düşünüyorum: Her insan farklı bir evrendir. Evet, farklı farklı insan yapıları olarak görünsek de herkesin duygu yoğunluğu, hayata bakış açısı farklı olduğu için her biri kendince doğru olabilir aslında. Herkesin düzeyine göre farklılık arz edebilir. Bir de onun söylediğiyle bizim anladığımız veya onun yaptığıyla bizim kavrama biçimimiz aynı mı, değil mi, bunu da gözden geçirmemiz gerekiyor.Size göre peki…
Fikret Mualla mesela… Kendisini kaybetmiş bir sanatçıdır. İlla yabancı olması gerekmiyor. Ben önce kendi coğrafyamın insanlarını, sanatçılarını baz almayı daha çok seviyorum. Fikret Mualla, aşkından deli olmuş bir sanatçı olarak görüyorum. Bir Avni Avni Lifij’İ muhteşem bir sanatçı olarak buluyorum. Bunlar, aşk olmasa bunları hiç yapamazdı zaten.
Sadece resimde değil, sanatın birçok dalında aşkın çok önemli bir figür olduğunu görüyoruz. Bu gerçekten böyle olduğu için mi, yoksa aşk romantik bir kavram olduğu için mi insanlara daha cazip geliyor?
Orada herkesin kendi düşünce ve duygusuna göre anlam bulan bir yanı var. Yani kim hangi aşamadan bakıyor? Evet, bazen gösteriş, bazen derinlik, bazen orada çekilen acı, bazen o ışıltı… Ne bileyim, karşılık bulma… Aşk, bir serap gibidir aslında. Bulduğunuzu zannedersiniz. Ya da bir ayna gibidir; aynaya bakarsınız, aynada gördüğünüz şeydir aslında aşk. Çünkü o duyguları beyninizde oluşturdunuz. Sadece, onun sizin beyninizde olmaması için başka bir beden uydurduk biz. Ona karşılık gelsin diye...
Niye bir ay sonra diyoruz ki, "Ya, ben sana aşık olmuştum ama sen değilmişsin"? Aslında ben seni değil, kendimi aramıştım. Demek ki aşk, bir kişiyle sınırlı olan bir şey değil. İnsan, idealleştirdiği şeyi arıyor.
Aslında sanatın düşmanı yine sanatçılar olabiliyor. 20. yüzyılın başında bu gündem sürekli devam etti ve bugün de ediyor. Teknoloji, sanatın karşısında her zaman bir tehdit gibi gösterilecek. Ama ilk defa uluslararası arenada dijital sanatçılarımız dünyayla aynı zaman diliminde ve aynı ölçeklerde değerlendirilir duruma geldi. Türk sanatçılarından bahsediyorum. Ancak klasik sanatlarda hâlâ bu imkânı ve mücadeleyi tam olarak yakalamış değiliz.
Sanatçılar gerçekten çok iyi gidiyorlar. Dijital sanatçılar, sanatlarda yer yer şov alanı, yer yer dünyanın farklı bakış açılarını yakalama açısından hem klasik sanatlara örnek de olabiliyorlar. Artık ondan da kopamıyoruz. Ben hiç yadırgamıyorum. Sanat doğurgandır, sanat evrenseldir ve sanat sınırsızdır. Kim neyi seçmek isterse, neyi yaratmak isterse veya neyi koleksiyon olarak biriktirmek isterse hepsine açık bir alan var. Dolayısıyla bunlarda sınır koymanın bir anlam ifade ettiğini düşünmüyorum.Peki, hocam, yapay zekanın sanat üretmesine ne diyorsunuz? Yapay zekâdan bir sanatçı çıkar mı?
Sanatçı ilham almak isterse her şeyden ilham alabilir. Teknolojiyle sanatı bir makinede elde etmeye çalışıyoruz. Orada benim sorguladığım bazı şeyler var. Eğer sanatçılar iyi bir yazılımcı olurlarsa, istedikleri şeyleri teknolojiyle çok daha başarılı bir şekilde üretebileceklerine inanıyorum. Ama burada ilk şartım, iyi bir yazılımcı olunması ve o yazılımın sanatçılar tarafından yapılması. Çünkü yapay zekâda, fen bilimciler daha çok çalıştığı için duygu yoğunluğunu az bırakıyorlar ve ekleme konusunda sıkıntılar yaşıyorlar. Eğer sanatçılar yazılım kodlarını öğrenir ve bu sistemleri üretirlerse, boyutun çok daha inanılmaz ve akıl almaz şekillerde karşımıza çıkacağını düşünüyorum.
Son olarak da yine Aşk sergisiyle bitirmek isterim. Bu sergi nisan ayına kadar devam edecek. Ziyaretçiler bu sergiyi nasıl görebilirler, ne zamana kadar ziyaret edebilirler? Bu konuda son olarak sizden bilgi rica ediyorum.
Sergi 23 Nisan'a kadar hafta sonları 10:00-23:00, hafta içi ise 13:00-21:00 saatleri arasında açık olacak.
Zaman zaman Aşk ve Sanat, Aşk ve Teknoloji, Aşk ve Müzik, Aşk ve Hayat, Aşk ve Edebiyat gibi konular üzerine sergi süresince bazı etkinliklerimiz olacak. etkinliklerimizi hesaplarımızdan duyuracağız ve sanatseverleri davet edeceğiz.