Röportaj: Yusuf Çifci
Türkiye'li okurların oldukça yakından tanıdığı Amerikalı yazar Sarah Jio'nun yeni romanı "Londra'dan Sevgilerle" geçtiğimiz günlerde Epsilon Yayınevi etiketi ile raflardaki yerini aldı.
Romanda, zorlu bir boşanma sürecini atlatmaya çalışan Valentina, yıllardır görüşmediği annesinin öldüğünü ve ona Londra’da kitap Bahçesi isimli bir kitabevini miras bıraktığını öğrenince Amerika’dan İngiltere’ye uzanan bir yolculuğa çıkar. Çocukluğundan beri gerçek bir kitapsever olan Valentina Londra’nın en güzel semtlerinden birindeki kitabevini görür görmez bu masalsı yere âşık olur. Her girenin neşe ve huzur bulduğu Kitap Bahçesi, Valentina henüz bilmese de annesinin onun için hazırladığı sürprizlerle doludur. Ne var ki kitabevinin yüklü bir vergi borcu vardır ve Valentina annesinin mirasını yaşatmakla onu satmak arasında bir karar vermek zorundadır.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta dünyaca ünlü yazar sarah jio ile yeni romanı "Londra'dan Sevgilerle"yi konuştuk.
Yeni romanınızın bir çıkış kaynağı var mı?
Tam olarak yok. Hikaye için aklıma bir fikir geldi ve orada büyüdü. Kitabın Londra’da geçmesini istediğimi biliyordum, aklımda Primrose Hill vardı sonrasında karakterler bir şekilde bana fısıldamaya başladı ve böyle başladı!
Ön sözde şimdiki eşinizin size Londra’da evlenme teklif ettiğinden bahsediyorsunuz. Bu açıdan bakınca bu roman bir kurgu mu yoksa hayatınızdan da izler taşıyor mu?
Evet, eşim Brandon bana Londra’da tam olarak Nothing Hill’de Aralık 2017’de soğuk bir gecede evlenme teklif etti. Romanda otobiyografi diyebileceğim çok az şey var ancak tüm hikayelerim içlerinde benden bir parça barındırır! Annem kitaplarımı okurken bunun hangi anlar olduğunu tam olarak söyler, haha! Londra’daki Royal Automobile Club’da harika bir akşam yemeği yedim ve bu mekan kitabımdaki iki olayda geçiyor, yani çeşitli kısımlarda kendi hayat tecrübelerim ve Londra’da geçirdiğim zamanlardan yararlandım.
O halde hemen şunu sorayım, Londra’nın sizin için anlamı ne?
Londra gençliğimden beri ilgimi çekmiştir. Kraliyet ailesi büyükannemi çok etkilerdi, İngilizler hakkında yığınla biyografi ve Büyük Britanya’da geçen romanlar okurdu. Sanırım Londra’ya olan ilgim onun sayesinde gelişti ama 23 & Me genetik DNA testi yaptırıp DNA’mın neredeyse yüzde 99’unun İngiliz olduğunu öğrenmek beni büyüledi. Doğrusu sahip olduğum kişilik özelliklerinin büyük kısmını İngiliz atalarımdan bilhassa da Londra’da yaşayanlardan miras almışım. Şok oldum ve büyülendim! Bunun ötesinde Londra’yı, geleneklerini, tarihini, Kraliçe’yi, akşamüstü çaylarını, her şeyini çok seviyorum!
Romana dönelim: önceki romanlarınızda olduğu gibi “Londra’dan Sevgilerle” kitabında da iki ana karakterin hikayesini anlatıyorsunuz. Bu romanda Eloise ve Valentine ile tanışıyoruz. Bu iki karakteri bir araya getirme fikri nasıl oluştu?
Başkalarıyla bağlantılı olmak gerçekten ilgimi çekiyor ve hayatımın bu döneminde bilhassa annelikle ilgileniyorum. Ben 15, 13 ve 11 yaşlarında üç erkek çocuk annesi olmanın yanı sıra 13, 15 ve 17 yaşlarında üç de üvey çocuğum var. Bu evde çok annelik yapıyorum, her sabah altı beslenme çantası hazırlamak için saat beşte kalkıyorum. Yoğun ve fırtınalı bir hayat ama bu altı harika insanın annesi olduğum için minnettarım. Londra’dan Sevgilerle kitabında asla tecrübe etmediğim bir şey keşfettim -bir ebeveynden uzak olmak ve bunun hem anne hem de çocuk üzerindeki etkileri. Kendimi gerçekten Eloise ve Valentine’in yerine koydum ve farklı hikayelerini yazarken tüm duygularını hissettim. İkisiyle de ilişki kurabildim ve ikisini de eşit derecede ve içtenlikle sevdim.
"BU ŞEHRİ HALA ÇOK SEVİYORUM"
Romanlarınız genellikle yaşadığınız yer olan Seattle’da geçiyor. Londra’da geçen bir hikaye yazmak zor muydu?
Evet, hikayelerimin Seattle’da geçmesini seviyorum çünkü hayatım boyunca burada yaşadım, çok iyi biliyorum ve bu şehri hâlâ çok seviyorum! İnsanın evi gibisi yok, değil mi? Ama yeni romanımı yazmadan önce Londra’ya pek çok kez gittim ve her yolculuğum araştırma yapmama ve bu hikayeyi yaratmama zemin hazırladı. Yazar olmanın en önemli yanı her şeyin (ve gerçekten her şeyi kastediyorum) araştırılması. Zihnimde pişmeye başlayan hikaye ne olursa olsun sürekli çalışıyorum, izliyorum, dinliyorum ve ilginç bilgiler topluyorum.
Romanlarınızda genellikle talihsiz olaylar karakterlerinizin peşini bırakmıyor. Örneğin bu hikayede Royal Automobile’da Eloise ve Roger Williams’a olanlar… karakterlerinize karşı fazla sert olduğunuzu düşünmüyor musunuz?
Belki öyledir! Ama ben mücadelenin hayatı daha ilginç kıldığını düşünüyorum. Zor durumlar bizim gerçek karakterlerimizi ortaya çıkarıyor ve bize gerçekte kim olduğumuzu öğretiyor. Sanırım bu yüzden karakterlerime hayatlarında bazı dolambaçlı yollar vermeyi seviyorum. Zaten gerek gerçek gerek kurgusal en sevdiğim insan tipi mükemmel değildir ve mükemmel hayatlar yaşamazlar. Hepimizin olduğu gibi onların da kusurları var, onlar da insan. Kendilerini zorluklar içinde bulan ama içlerinde o zorluklara yenik düşmeyecek gücü olan insanlar hakkında yazmayı seviyorum. İnsan ruhunun gücünü ve direncini seviyorum.
Önceki romanınızın adı Paris’ten Çiçeklerle idi. Sıradaki romanınızın adı ‘İstanbul’dan Merhaba’ olabilir mi?
İstanbul’da Merhaba! Bu kulağa hoş geliyor. Belki de az önce sıradaki romanımın adını koydun. Olabilir! Yıllardır İstanbul’da geçen bir hikaye yazmayı düşünüyorum ve inanın bir gün yazacağım. Ama gerçekten mükemmel olmalı! Türkiye beni için çok önemli bir ülke ve okurlarımın kalbimde büyük bir yeri var. Bu yüzden Türkiye’de geçen bir kitap yazma durumumda (umarım yakında olur) mümkün olduğunca mükemmel olmalı çünkü güzel Türk okurlarıma özel bir hediye olmasını isterim.
Kitaplarınız okuyucuları yormayan, kumsalda ya da metroda bir solukta okunabilecek kitaplar olarak tarif ediliyor. Hedefiniz tam olarak bu mu?
Bu çok hoş bir iltifat ve evet kesinlikle ben de bu tür kitaplar okumayı severim. Birleşik Devletler'de bir kitap eleştirmeni yazarlığımla ilgili asla unutmayacağım bir iltifatta bulundu. Şöyle bir şey demişti, “Sarah Jio’nun kitaplarıyla ilgili neyi seviyorum biliyor musunuz? Altı sayfa boyunca parktaki otları betimlemiyor.” Söylediği beni gülümsetti. İşin aslı ben okumak istediğim kitaplar yazıyorum. Bir şeylerin ilerlemesini -ne çok hızlı ne de çok yavaş- seviyorum. Aralara biraz gizem, tarih ve çokça sevgi serpiştirmek de hoşuma gidiyor.
Türk insanı sizi çok seviyor. Türk okurların sizi neden bu kadar çok sevdiğini hiç düşündünüz mü?
Türkiye’den gördüğüm yoğun sevgi beni her zaman çok duygulandırıyor ve çok şaşırtıyor. Beni sürekli hayrete düşürüyor. Okur etkinliklerine katılıp kitap imzalamak için iki kez İstanbul’u ziyaret etme fırsatım oldu ve her ikisi de kariyerimin en akılda kalıcı anıları olmaya devam ediyor. İnsanlar bana sürekli Türk okurların yıllardır kitaplarımı neden böylesi büyük bir sevgiyle kucakladıklarını soruyor, cevabını asla tam olarak bilemeyeceğim ama sanırım bunun nedeninin kocaman yürekleriniz olması ve benim gibi derin duygulara sahip olmanız. Hayatımda Türkiye’dekinden daha fazla benimsendiğimi sanmıyorum.
Türk okurlarınıza ne söylemek istersiniz?
Bana gösterdiğiniz sevgi ve nezaket için çok teşekkür ettiğimi söylemek istiyorum. İnsanlar yazarların ya da artistlerin sosyal medya mesajlarının hepsini okumadıklarını düşünürler ama ben okuyorum! Her birini okumaya çalışıyorum! Kalbimi ısıtıyorlar ve bana yazmaya devam etmem için enerji veriyorlar! Ayrıca yeni romanımın tanıtımında İstanbul’da olamadığım için çok üzgünüm ama bu yıl sonunda ya da hemen sonrasında gelmeyi umuyorum. Şu an yeni bir roman üzerinde çalışıyorum ve sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyorum. Kitaplarımı sevdiğiniz ve samimiyetiniz için teşekkür ederim. Kalbi en büyük olan bir ülke varsa orası Türkiye’dir.
8 KISA SORU 8 KISA CEVAP
Satın aldığınız ilk albüm
Ben, Seattle yakınlarında bir adada (Bainbridge Adası, Mor Menekşeler isimli ilk romanımın geçtiği yer) büyüdüm ve grunge/alternatif rock yükselmeye başladığında gençtim. Arkadaşlarımla Seattle’a giden feribota biner müzik mağazalarını gezerdim. Cranberries’i çok severdim (hâlâ seviyorum!) ve ilk satın aldığım albüm “No Need to Argue” albümüydü.
Son zamanlarda dinlediğiniz albüm
Tüm müzik türlerini çok severim ama caz en sevdiğim. Büyük bir caz hayranıyım! Yazarken her türlü müzik dinlerim ama son zamanlarda piyanist Alexis Ffrench’e takılıp kaldım. “Bluebird” şarkısını yazarken tekrar tekrar açıyorum!
Sinemada ilk izlediğiniz film
Biliyor musunuz sinemada ilk izlediğim filmi hatırlamıyorum (muhtemelen bir Disney filmi falandı! Ama ilk öpüşmemin Jurassic Park filminde olduğunu söyleyebilirim! 14 ya da 15 yaşımdaydım, beni öptükten sonra o kadar gerilmiştim ki filmin kalanında ağzımda bir parça meyan kökü şekeri tuttum!
En sevdiğiniz yazarlardan üçü
Gençliğimde ve yetişkin yıllarımın başında İrlandalı yazar Maeve Binchy’e bayılırdım (hâlâ da bayılıyorum), Yeşilin Kızı Anne serisinin yazarı L.M. Montogomery ve büyük roman ve senaryo yazarı Nora Ephron -hepsi benim için çok şey ifade ediyor.
Ezberlediğiniz ilk şiir
Bir noktada Robert Frost’un “The Road Not Taken” şiirini ezberledim ama şimdi okumamı isteseniz kesinlikle başarısız olurum J
Sizi etkileyen üç kitap
“Sarah’ın Anahtarı” Tatiana de Rosnay (Hüngür hüngür ağladım ve romanların bir okuyucuyu nasıl bu kadar derinden etkilediğini çok düşündüm.)
“Imoveable Feast: A Paris Christmas” John Baxter (Bu kitabı Pairs’e tek başıma giderken bir gecede okudum -gerçekten tüm gece uyumayıp kitabı bitirdim. Yemek tarifleri çok leziz!)
“Gazap Kuşları” Colleen McCUllough (Bu kitabı yirmili yaşlarımda Thaiti’deki bir otelin ücretsiz kitap kutusunda buldum ve birkaç günde okudum. Hikaye anlatıcılığı ve duygusal derinlik beni tam anlamıyla beni büyüledi.)
İzlediğiniz ilk tiyatro oyunu
Küçükken ailem bizi her Noel zamanı “Fındıkkıran” bale gösterisini izlemeye götürürdü. Ayrıca genç bir kızken C.C. Lewis’in “Aslan, Cadı ve Dolap” oyununu izledim ve kesinlikle çok sevdim.
Gün içinde en çok kullandığınız kelime
Benim kullanmadığım ama çocuklarımdan birinin bu evde çok sık kullandığı bir kelimeyi söyleyebilir miyim? Haha! Belki bu Türkiye’de popüler değildir ama Amerikalı ergenler “bruh[1]” kelimesine kafayı takmışlar. Tam olarak ne anlama geldiğinden emin değilim ve beni deli ediyor. Geçenlerde 15 yaşındaki oğluma “Lütfen annene ‘bruh’ diye seslenme!” dedim.
[1] İngilizce brother (ağabey, erkek kardeş) kelimesinin kısaltması. Gençler, Türkçe mesajlarında bro ve kanka kelimesinin yanı sıra bruh kelimesini de sıklıkla kullanıyor.
Türkiye'li okurların oldukça yakından tanıdığı Amerikalı yazar Sarah Jio'nun yeni romanı "Londra'dan Sevgilerle" geçtiğimiz günlerde Epsilon Yayınevi etiketi ile raflardaki yerini aldı.
Romanda, zorlu bir boşanma sürecini atlatmaya çalışan Valentina, yıllardır görüşmediği annesinin öldüğünü ve ona Londra’da kitap Bahçesi isimli bir kitabevini miras bıraktığını öğrenince Amerika’dan İngiltere’ye uzanan bir yolculuğa çıkar. Çocukluğundan beri gerçek bir kitapsever olan Valentina Londra’nın en güzel semtlerinden birindeki kitabevini görür görmez bu masalsı yere âşık olur. Her girenin neşe ve huzur bulduğu Kitap Bahçesi, Valentina henüz bilmese de annesinin onun için hazırladığı sürprizlerle doludur. Ne var ki kitabevinin yüklü bir vergi borcu vardır ve Valentina annesinin mirasını yaşatmakla onu satmak arasında bir karar vermek zorundadır.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta dünyaca ünlü yazar sarah jio ile yeni romanı "Londra'dan Sevgilerle"yi konuştuk.
Yeni romanınızın bir çıkış kaynağı var mı?
Tam olarak yok. Hikaye için aklıma bir fikir geldi ve orada büyüdü. Kitabın Londra’da geçmesini istediğimi biliyordum, aklımda Primrose Hill vardı sonrasında karakterler bir şekilde bana fısıldamaya başladı ve böyle başladı!
Ön sözde şimdiki eşinizin size Londra’da evlenme teklif ettiğinden bahsediyorsunuz. Bu açıdan bakınca bu roman bir kurgu mu yoksa hayatınızdan da izler taşıyor mu?
Evet, eşim Brandon bana Londra’da tam olarak Nothing Hill’de Aralık 2017’de soğuk bir gecede evlenme teklif etti. Romanda otobiyografi diyebileceğim çok az şey var ancak tüm hikayelerim içlerinde benden bir parça barındırır! Annem kitaplarımı okurken bunun hangi anlar olduğunu tam olarak söyler, haha! Londra’daki Royal Automobile Club’da harika bir akşam yemeği yedim ve bu mekan kitabımdaki iki olayda geçiyor, yani çeşitli kısımlarda kendi hayat tecrübelerim ve Londra’da geçirdiğim zamanlardan yararlandım.
O halde hemen şunu sorayım, Londra’nın sizin için anlamı ne?
Londra gençliğimden beri ilgimi çekmiştir. Kraliyet ailesi büyükannemi çok etkilerdi, İngilizler hakkında yığınla biyografi ve Büyük Britanya’da geçen romanlar okurdu. Sanırım Londra’ya olan ilgim onun sayesinde gelişti ama 23 & Me genetik DNA testi yaptırıp DNA’mın neredeyse yüzde 99’unun İngiliz olduğunu öğrenmek beni büyüledi. Doğrusu sahip olduğum kişilik özelliklerinin büyük kısmını İngiliz atalarımdan bilhassa da Londra’da yaşayanlardan miras almışım. Şok oldum ve büyülendim! Bunun ötesinde Londra’yı, geleneklerini, tarihini, Kraliçe’yi, akşamüstü çaylarını, her şeyini çok seviyorum!
Romana dönelim: önceki romanlarınızda olduğu gibi “Londra’dan Sevgilerle” kitabında da iki ana karakterin hikayesini anlatıyorsunuz. Bu romanda Eloise ve Valentine ile tanışıyoruz. Bu iki karakteri bir araya getirme fikri nasıl oluştu?
Başkalarıyla bağlantılı olmak gerçekten ilgimi çekiyor ve hayatımın bu döneminde bilhassa annelikle ilgileniyorum. Ben 15, 13 ve 11 yaşlarında üç erkek çocuk annesi olmanın yanı sıra 13, 15 ve 17 yaşlarında üç de üvey çocuğum var. Bu evde çok annelik yapıyorum, her sabah altı beslenme çantası hazırlamak için saat beşte kalkıyorum. Yoğun ve fırtınalı bir hayat ama bu altı harika insanın annesi olduğum için minnettarım. Londra’dan Sevgilerle kitabında asla tecrübe etmediğim bir şey keşfettim -bir ebeveynden uzak olmak ve bunun hem anne hem de çocuk üzerindeki etkileri. Kendimi gerçekten Eloise ve Valentine’in yerine koydum ve farklı hikayelerini yazarken tüm duygularını hissettim. İkisiyle de ilişki kurabildim ve ikisini de eşit derecede ve içtenlikle sevdim.
"BU ŞEHRİ HALA ÇOK SEVİYORUM"
Romanlarınız genellikle yaşadığınız yer olan Seattle’da geçiyor. Londra’da geçen bir hikaye yazmak zor muydu?
Evet, hikayelerimin Seattle’da geçmesini seviyorum çünkü hayatım boyunca burada yaşadım, çok iyi biliyorum ve bu şehri hâlâ çok seviyorum! İnsanın evi gibisi yok, değil mi? Ama yeni romanımı yazmadan önce Londra’ya pek çok kez gittim ve her yolculuğum araştırma yapmama ve bu hikayeyi yaratmama zemin hazırladı. Yazar olmanın en önemli yanı her şeyin (ve gerçekten her şeyi kastediyorum) araştırılması. Zihnimde pişmeye başlayan hikaye ne olursa olsun sürekli çalışıyorum, izliyorum, dinliyorum ve ilginç bilgiler topluyorum.
Romanlarınızda genellikle talihsiz olaylar karakterlerinizin peşini bırakmıyor. Örneğin bu hikayede Royal Automobile’da Eloise ve Roger Williams’a olanlar… karakterlerinize karşı fazla sert olduğunuzu düşünmüyor musunuz?
Belki öyledir! Ama ben mücadelenin hayatı daha ilginç kıldığını düşünüyorum. Zor durumlar bizim gerçek karakterlerimizi ortaya çıkarıyor ve bize gerçekte kim olduğumuzu öğretiyor. Sanırım bu yüzden karakterlerime hayatlarında bazı dolambaçlı yollar vermeyi seviyorum. Zaten gerek gerçek gerek kurgusal en sevdiğim insan tipi mükemmel değildir ve mükemmel hayatlar yaşamazlar. Hepimizin olduğu gibi onların da kusurları var, onlar da insan. Kendilerini zorluklar içinde bulan ama içlerinde o zorluklara yenik düşmeyecek gücü olan insanlar hakkında yazmayı seviyorum. İnsan ruhunun gücünü ve direncini seviyorum.
Önceki romanınızın adı Paris’ten Çiçeklerle idi. Sıradaki romanınızın adı ‘İstanbul’dan Merhaba’ olabilir mi?
İstanbul’da Merhaba! Bu kulağa hoş geliyor. Belki de az önce sıradaki romanımın adını koydun. Olabilir! Yıllardır İstanbul’da geçen bir hikaye yazmayı düşünüyorum ve inanın bir gün yazacağım. Ama gerçekten mükemmel olmalı! Türkiye beni için çok önemli bir ülke ve okurlarımın kalbimde büyük bir yeri var. Bu yüzden Türkiye’de geçen bir kitap yazma durumumda (umarım yakında olur) mümkün olduğunca mükemmel olmalı çünkü güzel Türk okurlarıma özel bir hediye olmasını isterim.
Kitaplarınız okuyucuları yormayan, kumsalda ya da metroda bir solukta okunabilecek kitaplar olarak tarif ediliyor. Hedefiniz tam olarak bu mu?
Bu çok hoş bir iltifat ve evet kesinlikle ben de bu tür kitaplar okumayı severim. Birleşik Devletler'de bir kitap eleştirmeni yazarlığımla ilgili asla unutmayacağım bir iltifatta bulundu. Şöyle bir şey demişti, “Sarah Jio’nun kitaplarıyla ilgili neyi seviyorum biliyor musunuz? Altı sayfa boyunca parktaki otları betimlemiyor.” Söylediği beni gülümsetti. İşin aslı ben okumak istediğim kitaplar yazıyorum. Bir şeylerin ilerlemesini -ne çok hızlı ne de çok yavaş- seviyorum. Aralara biraz gizem, tarih ve çokça sevgi serpiştirmek de hoşuma gidiyor.
Türk insanı sizi çok seviyor. Türk okurların sizi neden bu kadar çok sevdiğini hiç düşündünüz mü?
Türkiye’den gördüğüm yoğun sevgi beni her zaman çok duygulandırıyor ve çok şaşırtıyor. Beni sürekli hayrete düşürüyor. Okur etkinliklerine katılıp kitap imzalamak için iki kez İstanbul’u ziyaret etme fırsatım oldu ve her ikisi de kariyerimin en akılda kalıcı anıları olmaya devam ediyor. İnsanlar bana sürekli Türk okurların yıllardır kitaplarımı neden böylesi büyük bir sevgiyle kucakladıklarını soruyor, cevabını asla tam olarak bilemeyeceğim ama sanırım bunun nedeninin kocaman yürekleriniz olması ve benim gibi derin duygulara sahip olmanız. Hayatımda Türkiye’dekinden daha fazla benimsendiğimi sanmıyorum.
Türk okurlarınıza ne söylemek istersiniz?
Bana gösterdiğiniz sevgi ve nezaket için çok teşekkür ettiğimi söylemek istiyorum. İnsanlar yazarların ya da artistlerin sosyal medya mesajlarının hepsini okumadıklarını düşünürler ama ben okuyorum! Her birini okumaya çalışıyorum! Kalbimi ısıtıyorlar ve bana yazmaya devam etmem için enerji veriyorlar! Ayrıca yeni romanımın tanıtımında İstanbul’da olamadığım için çok üzgünüm ama bu yıl sonunda ya da hemen sonrasında gelmeyi umuyorum. Şu an yeni bir roman üzerinde çalışıyorum ve sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyorum. Kitaplarımı sevdiğiniz ve samimiyetiniz için teşekkür ederim. Kalbi en büyük olan bir ülke varsa orası Türkiye’dir.
8 KISA SORU 8 KISA CEVAP
Satın aldığınız ilk albüm
Ben, Seattle yakınlarında bir adada (Bainbridge Adası, Mor Menekşeler isimli ilk romanımın geçtiği yer) büyüdüm ve grunge/alternatif rock yükselmeye başladığında gençtim. Arkadaşlarımla Seattle’a giden feribota biner müzik mağazalarını gezerdim. Cranberries’i çok severdim (hâlâ seviyorum!) ve ilk satın aldığım albüm “No Need to Argue” albümüydü.
Son zamanlarda dinlediğiniz albüm
Tüm müzik türlerini çok severim ama caz en sevdiğim. Büyük bir caz hayranıyım! Yazarken her türlü müzik dinlerim ama son zamanlarda piyanist Alexis Ffrench’e takılıp kaldım. “Bluebird” şarkısını yazarken tekrar tekrar açıyorum!
Sinemada ilk izlediğiniz film
Biliyor musunuz sinemada ilk izlediğim filmi hatırlamıyorum (muhtemelen bir Disney filmi falandı! Ama ilk öpüşmemin Jurassic Park filminde olduğunu söyleyebilirim! 14 ya da 15 yaşımdaydım, beni öptükten sonra o kadar gerilmiştim ki filmin kalanında ağzımda bir parça meyan kökü şekeri tuttum!
En sevdiğiniz yazarlardan üçü
Gençliğimde ve yetişkin yıllarımın başında İrlandalı yazar Maeve Binchy’e bayılırdım (hâlâ da bayılıyorum), Yeşilin Kızı Anne serisinin yazarı L.M. Montogomery ve büyük roman ve senaryo yazarı Nora Ephron -hepsi benim için çok şey ifade ediyor.
Ezberlediğiniz ilk şiir
Bir noktada Robert Frost’un “The Road Not Taken” şiirini ezberledim ama şimdi okumamı isteseniz kesinlikle başarısız olurum J
Sizi etkileyen üç kitap
“Sarah’ın Anahtarı” Tatiana de Rosnay (Hüngür hüngür ağladım ve romanların bir okuyucuyu nasıl bu kadar derinden etkilediğini çok düşündüm.)
“Imoveable Feast: A Paris Christmas” John Baxter (Bu kitabı Pairs’e tek başıma giderken bir gecede okudum -gerçekten tüm gece uyumayıp kitabı bitirdim. Yemek tarifleri çok leziz!)
“Gazap Kuşları” Colleen McCUllough (Bu kitabı yirmili yaşlarımda Thaiti’deki bir otelin ücretsiz kitap kutusunda buldum ve birkaç günde okudum. Hikaye anlatıcılığı ve duygusal derinlik beni tam anlamıyla beni büyüledi.)
İzlediğiniz ilk tiyatro oyunu
Küçükken ailem bizi her Noel zamanı “Fındıkkıran” bale gösterisini izlemeye götürürdü. Ayrıca genç bir kızken C.C. Lewis’in “Aslan, Cadı ve Dolap” oyununu izledim ve kesinlikle çok sevdim.
Gün içinde en çok kullandığınız kelime
Benim kullanmadığım ama çocuklarımdan birinin bu evde çok sık kullandığı bir kelimeyi söyleyebilir miyim? Haha! Belki bu Türkiye’de popüler değildir ama Amerikalı ergenler “bruh[1]” kelimesine kafayı takmışlar. Tam olarak ne anlama geldiğinden emin değilim ve beni deli ediyor. Geçenlerde 15 yaşındaki oğluma “Lütfen annene ‘bruh’ diye seslenme!” dedim.
[1] İngilizce brother (ağabey, erkek kardeş) kelimesinin kısaltması. Gençler, Türkçe mesajlarında bro ve kanka kelimesinin yanı sıra bruh kelimesini de sıklıkla kullanıyor.