Farkındalık Yazarlığı Yazı ve Yazarlık Atölyesi ile tanınan Müge Arbak'ın "Anlat Dedi Hayat" isimli öykü kitabı 2021 yılının sonlarına doğru okurla buluştu. Kitap 19 öyküden oluşuyor.
Anlat Dedi Hayat’ta Müge Arbak hayatın ona fısıldadığı bu hikayeleri keyifli, akıcı bir dille ve alabildiğine yaratıcı bir kurguyla anlatıyor. Nakış gibi ince ince işlediği sahnelerde ilişkileri, değişenleri, değişemeyenleri, umutları, geçmişte sıkışanları, geleceğe doğru hareket edenleri ve daha nicelerini kendine has üslubuyla, ustalıkla ele alıyor.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Müge Arbak ile "Anlat Dedi Hayat" isimli öykü kitabını konuştuk.
“Anlat Dedi Hayat” başlıklı kitabınızda pek çok öykünüz bulunuyor. Neden bu ismi tercih ettiniz?
Bakmayı ve görmeyi bilenler için hayatın kendisi iyi bir hikâye anlatıcısıdır. İnsanlar, mekânlar, olaylar veya herhangi bir şey her an bir hikâye anlatır. Elbette hikâyeleri görebilmek başka bir şey, bunları yazabilmek bambaşka bir şey... Hayatın bana anlattığı bu hikâyeleri, insanları ben de kurmacaya dönüştürerek öykü formunda anlattım. Kitabın adı böylece "Anlat Dedi Hayat" oldu.
Kitapta yer alan öykülerden “Ev Gibisi Yok”ta emeklilik vakti gelen Haluk Bey’i anlatıyorsunuz. Haluk Bey hayatın çok içinden bir karakter. Kim bu Haluk Bey, çevrenizden biri mi yoksa tamamen kurgu mu?
Aslında sadece Haluk Bey değil, kitaptaki 19 öyküde yer alan karakterlerin hepsi hayatın tam ortasında var olan, günlük hayatta rahatlıkla karşılaşabileceğiniz karakterler. Bazı okurlar “Çıkmaz Sokak” öyküsündeki karakterin, bazıları ise “Deli mi Ne” öyküsündeki karakterin hayatın içinden olduğunu söylüyorlar. Bana göre bu biraz da okurun kendi dünyasında öyküyü ve karakterleri nasıl algıladığıyla ilişkili.
Sadece Haluk Bey değil, tüm karakterlerim için şunu söyleyebilirim: Her biri hem tamamen kurgu hem de bir şekilde karşılaştığım kişiler... Hatırlasam da hatırlamasam da onlarla mutlaka kâh bir kitapta, kâh bir gazete haberinde, kâh bir caddede mutlaka karşılaşmışızdır. Zaten yazarın iç dünyası ile hiçbir şekilde temas etmemiş birini sadece kurgulayarak yazabilmesi de pek mümkün değildir. Son kitabım "Yaratıcı Yazarlık: Hayal Gücüyle Yazmak”ta bu konuyu ele alıyorum. Yazar ister farkında olsun ister olmasın o karakterin niteliklerini taşıyan kişilerle mutlaka bir şekilde temas etmiştir. Her zaman gittiği kafede kulak misafiri olduğu bir olayın taraflarından biri bile olabilir o kişi.
“Delik Deşik” isimli öykünüz bir nevi yazarlık manifestonuz gibi. “Bir yazar olarak okuyucuyu istediğim şeye inandırabilirim ama bu, onun kurgu olduğu gerçeğini değiştirmez.” diyor karakterimiz satır aralarında. Bu öykünüzle ne anlatıyorsunuz? Bu bir yazarlık manifestosu mu?
"Delik Deşik”in bir nevi yazarlık manifestosu olduğu doğru fakat bu öyküdeki karakterin manifestosu, bana ait değil. Öyküde karakter sadece yazar olarak kurduğu öykülerin değil, hayatına dair hikâye parçalarının da kurmaca olduğunu ilan ediyor. Karakter büyük bir yüzleşme yaşıyor ve hayatını delik deşik olmuş bu hikâyelerden kurtarmak istiyor; bir bakıma hem kendi gerçekliğinden hem de yazar kimliğinden soyunuyor. Farkındalık Yazarlığı Atölyelerinde öğrencilerime her zaman şunu söylerim: “Yazar yazdığı değildir.” Bu öykünün de çıkış noktası bu fikir oldu.
Kitabın arka kapağında “Defterler dolusu yazılmış öyküler arasından seçildi her biri.” ifadesi geçiyor. Kitapta yer alan öykülerin ortak özelliği neydi? Niçin bu öyküleri tercih ettiniz?
“Anlat Dedi Hayat”ta yer alan öykülerin her biri insanların kendilerine saklamak isteyecekleri hikâyeleri ve duyguları anlatıyor. "Üçe Beşe Bakmadan"daki utanç, "Paylaşmak Güzel Şey"deki ironik güç tutkusu ya da "Fırından Çıkan"daki hor görülme hissi gibi deneyimleri herkes yaşıyor fakat bunlar genellikle konuşulmuyor, anlatılmıyor. Kitaptaki her öykü aslında hayatımızda var olan fakat üzerinde durulmayan karakterlere, olaylara ve durumlara odaklanıyor.
Kitapta yer alan öykülerin ortak bir özelliği daha var: “Anlat Dedi Hayat”ta yer alan öykülerin her birini son derece yalın, sade bir dille yazdım. Bunun özel bir amacı vardı. 2017 yılında kurduğum Farkındalık Yazarlığı Atölyesi'nde yıllar boyunca yeni katılımcıların neredeyse tamamı ağır, ağdalı, süslü bir dil kullanmayı edebi nitelik zannederek atölyeye geldiler. Bu karmaşık, alışkanlık haline gelmiş ve aslında çok şey söylüyormuş gibi görünüp gerçekte hiçbir şey anlatmayan dili düzeltmek pek çok katılımcının çok fazla zamanını aldı. Ağdalı ve ağır bir dile ihtiyaç olmadığını göstermek için Anlat Dedi Hayat'ta yer alan öykülerin tamamında yalın ve sade bir dil kullandım.
Basri Bey isimli öykünüzün kahramanı Basri Bey, talihsiz olaylar yaşıyor. Bir yazarın karakterlerinin kaderine müdahale etmesi zordur ama yine de sorayım: “Sahi, Basri Bey yaşadıklarını hak etti mi?”
Kurmaca bir karakterin başına gelen olaylar mutlaka bir neden sonuç ilişkisi kapsamında değerlendirilmelidir. Bir açıdan her karakter yaşadıklarını hak eder çünkü geçmişindeki nedenlerin sonuçlarını yaşar. Başka bir açıdan ise herhangi bir yargıya varmak için karakteri o şekilde davranmaya iten psikolojik süreçleri ve geçmiş yaşantılarını irdelemek gerekir. Belki karakter hayatına dair yaptığı seçimlerden memnun olmadığı için ve bir çıkış yolu bulamadığı için olduğu hale gelmiştir. Bir çıkış yolu aramamak bir seçimdir belki ama yine de aramadığı için suçlanabilir mi? Ele alınması gereken çok fazla değişken var. Bu nedenle karakterlerin yaşadıklarını hak edip etmediklerini okuyucunun değerlendirmesine bırakıyorum.
Öykülerinizde nelerden besleniyorsunuz?
Kitabın adına geri döneceğim: Temelde hayatın anlattığı hikâyelerden besleniyorum. Bir öykücü olarak etrafımdaki hikâyeleri, anları, sahneleri, hayatın satır aralarında verdiği mesajları yakalıyorum. Aynı zamanda okuyorum, araştırıyorum, izliyorum ve inceliyorum.
Kimileri artık öykünün zamanının geçtiğini düşünürken kimileri de öykü için söylenecek daha çok sözün olduğunu belirtiyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Öykülerin ve öykücülüğün zamansız olduğunu düşünüyorum. Hatta insanların dikkat süresinin gitgide azaldığı günümüz dünyasında öykünün avantajlı konuma gelme ihtimali bile olabilir. Hızlanan günlük hayata öykü türündeki anlatılar daha iyi ayak uydurabilir.
Okurların öyküye ilgisini nasıl görüyorsunuz?
Kendini "öykü okuru" olarak tanımlayan, türe sadık büyük bir grup insan var. Onlar zaten öykü kitaplarını takip ediyorlar ve okuyorlar. Ayrıca farklı türlerde okuyan insanların da yolları bir şekilde öykülerle kesişiyor.
Son olarak “defterler dolusu yazılmış öyküler” yeni kitaplarda hayat bulacak mı?
Evet, elbette. Daha yazacağım çok sayıda öykü, hikâyesini anlatacağım çok sayıda karakter var. Yakında yeni bir öykü kitabının hazırlıklarına başlayacağım.