Röportaj: Yusuf ÇifciCengiz Özkarabekir’i belgeselleri ile yakından tanıyoruz. Bugüne kadar toplumun hafızasında iz bırakan 130’dan fazla belgeselle pek çok TV kanalında hayattan kesitler sundu. Kemal Sunal, Cem Karaca, Barış Manço, Tuncel Kurtiz, Seyfi Dursunoğlu, Cüneyt Arkın, Cem Yılmaz gibi toplumun önde gelen isimlerine dair onlarca belgesel yaptı. Habertürk’te 26 bölüm yayınlanan “3 İnsan 3 Öykü” ve “Tek Başına” isimli belgesel serileri hala hafızalarda. Sadece kişiler değil aynı zamanda kurum ve olaylar da onun belgesellerine konu oldu. Yücel’in Çiçekleri’nde Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç üzerinden Köy Enstitülerini ele aldı.Bir Ekşi Sözlük kullanıcısının onun hakkında kullandığı ifade, belki de onun belgeselciliğini özetlemek için yeterli: “Zamanında herkesin gülüp dalga geçtiği şeylere, sizi ağlatabilen bir adamdır.”.Özkarabekir, “Merhaba Güzel Vatanım” isimli filminde, tam olarak olmasa bile belgeselden kurmacaya bir adım atmıştı. Şimdi ise tam bir kurmaca olan “Paranoya” filmi ile izleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Onur Buldu, Ege Kökenli, Bülent Şakrak, Füsun Demirel gibi usta oyuncuları bir araya getiren film, Muntazam adlı bir gazetecinin paranoyası nedeniyle başına açtığı komik ve tuhaf olayları konu ediyor.Mürekkep Söyleşiler’de bu hafta Cengiz Özkarabekir ile yeni filmi Paranoya’yı konuştuk.Paranoya filmi ile seyircilerle buluşmaya hazırlanıyorsunuz. Paranoya nasıl ortaya çıktı?5 yıldır hazırlandığımız bir filmdi, güzel bir ekiple birlikte oturup yazdık. Ahmet Ümit, bu filmin omurgasını oluşturdu; hikaye tarafını, senaryosunu. Kubilay Zerener senaryosunu yazdı. Kubilay Zerener, bu 5 yıllık süreçte hep benim yanımdaydı. Şöyle anlatabilirim: Bütün o mekânları birlikte gidip gördük; bir belgeselci mantığında, bütün o mekânları gezdik, çekeceğimiz yerleri gezdik. Dolayısıyla oradan çıkan o küçük hikâyeler üzerinden Kubilay Zerener o diyalogları geliştirdi ama omurga Ahmet Ümit'e aitti. Bir de işin mizahi tarafı vardı. Her ne kadar burada ismini biz kullanmasak da filmde Mehmet Çağçağ, bize o konuda çok destek verdi. Kendi hikâyem olduğu için benim de katkım o anlamda vardı. Bir de tabii ki Samuray Özdemir… Doktor Samuray Özdemir, bir psikiyatrist. Onun katkısı çok oldu ve işte bu 4 5 kişiyle beraber bu filmi yazdık, olgunlaştırdık. Farklı bir hikâyesinin olduğunu düşünüyorum. Günümüzde bu tür gazeteci hikâyesi ya da bu tür psikolojik filmler pek fazla çekilmiyor. Gazeteci hikâyesi neredeyse yok denilebilecek kadar az ama işin bir de drama tarafı var ama bir de işin mizahi tarafı var. Hepsini böyle harmanladığı zaman ortaya işte bu film çıktı: "Paranoya". Filmin üretim aşamasında birçok kişinin çalıştığını söylediniz ama filmin ana hikâyesi size ait. Bugüne kadar pek çok belgesel çektiniz. İnsanın aklına ister istemez şu soru geliyor: Bu film belgesellerde olduğu gibi gerçeklere mi dayanıyor yoksa tamamen bir kurgu mu? Tamamen kurgu ama gerçeklere bakılarak oluşturulmuş bir kurgu. Dolayısıyla, yani reel şeylerden yola çıkılarak biz bunları oturduk yazdık ama tamamen bir kurmaca. Yani şunu söyleyebilirim: Böyle Muntazam Durmaz diye biri yok. Ama onun yaşadığı bazı şeyler toplumda reel, olağan şeyler; hatta birçoğu öyle. Siyasi baskılardan dolayı şu an birçok gazeteci paranoya yaşıyor olabilir mi?Biraz onun da etkisi var ama yani filmin içerisinde böyle bir absürt, yani tuhaf diyebileceğim şeyler de oluyor. Böyle dijital görsellerle verdiğimiz tuhaf anlar hikâyeler de oluyor. Yani dolayısıyla oraya baktığınız zaman bu tamamen bir kurmaca diyorsunuz ama tabii ki bir gazetecinin paranoyası üzerinden gidiyoruz ama ben sadece bir gazeteci mantığıyla bakmadım meseleye. Toplumsal paranoyaya bakıyorum. Yani şunu anlatmaya çalışıyorum: Siz mesela annenizle, kız kardeşinizle, eşinizle telefonda konuşurken bazı şeyleri "Ya bunu burada konuşmayalım" dediğiniz olmuyor mu? Ama belki de hiç kimse dinlemiyor sizi. Ben sadece bir gazeteci üzerine anlatmak istedim. Yoksa gazetecilerin derdini anlatmak istemedim başlı başına. O da var ama bunu böyle naif, eğlenceli bir dille anlatmak istedim. Kurmacayı ona göre dizdim ama şunu söyleyebilir miyim, izleyici bundan gerçek bir şey çıkartabilir mi? Çıkartabilir. O onun bakış açısına bağlı ama sonuçta benim bir geleneğim, belgeselcilik gelen bir karakterim var. Ben yaşanmış şeyler üzerinden biraz da eğlenceli bir modelle bunu anlatmak istedim. “FİLM KESİNLİKLE BİR GİŞE FİLMİ”Filmimizin karakteri Muntazam. Nasıl bir karakter muntazam? Muntazam Durmaz, üniversitede öğrenciyken yazdığı bir şiir yüzünden 90'lı yılların sonunda içeri girmiş bir gazeteci. İçeride yaklaşık 9 ay hapiste kalmış bir gazeteci. O esnada babası ölüyor ve babasının cenazesine gidemeyince bir paranoyası başlıyor o yıllarda. Sonrasında tabii aradan yıllar geçiyor, üniversite bitiyor ve bir gazeteci oluyor ama bu defa yazdığı yazılar daha çok suya sabuna dokunmayan yazılar. Günlük işte lezzet, yemek, magazin, gece haberleri, sokak haberleri, daha çok böyle light haberler diyebileceğimiz haberler. Onları yazıyor. Ta ki yakın arkadaşı Mehmet Ali onun bir gün aklına girinceye kadar. Ona bir haber veriyor, bir yazı veriyor ve o yazıyı yazınca başı belaya giriyor ve kaçmaya başlıyor. Ama acaba başı belaya mı giriyor? İşte biz bunu anlatmaya çalışıyoruz. Peki, filmi nasıl sınıflandıralım? Bu bir gişe filmi mi yoksa sanatsal yönünün ön plana çıktığı bir film mi? Film kesinlikle bir gişe filmi. 22 Kasım'da zaten vizyonda olacak. Bir taraftan da kendi içerisinde bir sanatsal dokunuşu var. Bunu izleyenler görecektir. Ben kendi grubumuzla birlikte izlediğim zaman, içimizden arkadaşlarımızla bununla ilgili bazı ufak tartışmalar yaptık ama sonuçta bu bir gişe filmi. Filmin danışmanlarından biri de Ahmet Ümit. Ahmet Ümit olunca polisiye tabii ki de olmazsa olmaz. Polisiyeyi iliklerimize kadar hissedeceğimiz bir film mi Paranoya?Bu filmin iki tane senaryo danışmanı var: Bunlardan biri Ahmet Ümit, diğeri de Doktor Samuray Özdemir. Zaten Samuray Hanım’ı biz filmde de oynattık. Yani kendini oynadı ve çok hoş oldu. Yani bir polisiye diyemeyiz bu filme. Polisiye dokunuşlar var ama çok güzel polisiye dokunuşlar var. Bugüne kadar pek karşımıza çıkmayan şeyler bunlar. O halde farklı katmanları bu filmde görebiliyoruz…Evet, bu filmde mizah da var. Bu filmde birçok farklı katmanları göreceğiz. Aslında, kendi içimizde konuşurken de hep birbirimize soruyoruz: Bu filmin tarzı ne, ne diyebiliriz? Bir kere bu film bir drama. Yani bir dram filmi. Ama bir komedi tarafı da var; dram komedi de diyebiliriz. Bir taraftan absürt drama da diyebiliriz. İzleyenler o absürtlüğü görecekler. Onur burada çok başarılı bir oyunculuk sergiledi. Onur muhteşem bir oyuncu gerçekten. Herkes belki onun mizahi yönünü daha çok biliyor, ama müthiş bir dram çıkardı. O yüzden izleyicilerin o kısımları dikkatle izleyeceklerini tahmin ediyorum.“BUNDAN SONRA YAPACAĞIM SİNEMA FİLMLERİNDE PARANOYA BİR BASAMAK”Bugüne kadar toplumun yakından tanıdığı pek çok isimle ilgili belgeseller yaptınız. Toplumun tanık olduğu birçok olaya dair belgeselleriniz var ama şu an bir kurgu ile karşımızdasınız. Bu bir geçiş mi yoksa kurguya karşı bir ilginiz var da bu yönde mi ilerlemek istiyorsunuz?Güzel bir soru. 130 kadar belgesel film yapmışım 30 yılda. Normalde Avrupa’da, Amerika’da birilerine deseniz, gülerler. Ben tabii bir televizyon kültürüm olduğu için 25 sene televizyonlarda çalıştım; belgeseller hazırladım. Yaptığım belgesellerin tahmin ediyorum %90’ı televizyonlarda yayınlanmıştır. Ama klasik bir belgesel değildir; hepsinin içinde tempo ve ilgi vardır. Farklıdır. Ben fotoğraf üzerinden bir belgesel anlatmayı sevmem. Hepsinin dramatik bir ögesi vardır.Sinema da okudum. Sinemaya hep bir ilgim vardı, ama belgeselcilikte çok zaman geçirdim ve bundan da mutluyum. Çok güzel işler ürettim arkadaşlarımla birlikte. Ama bu benim sinemaya geçişte bir basamak diyebiliriz. İlk yaptığım "Yücelin Çiçekler" bir geçiştir. Yani Köy Enstitülerini İsmail Hakkı Tonguç ve Hasan Ali Yücel üzerinden anlattığım film aslında sinemaya geçiştir. Daha sonrasında "Merhaba Güzel Vatanım" yaptık; o da sinemaya çıktı bundan beş sene önce. O filmin de bir belgesel dokunuşu vardı ama bu film tam bir kurmaca ve tam bir sinema. Bu filmi diğerlerinden ayırabiliriz. O anlamda buna ilk diyebilir miyiz? Diyebiliriz. Dolayısıyla bu filmler biraz da benim sinemada kendimi bulmaya çalıştığım bir dönemi anlatıyor. Dediğim gibi çok emek verdim önceki yıllarda ama bundan sonra yapacağım sinema filmlerinde Paranoya bir basamak diyebilirim.Peki, bu filmden gişe anlamında beklentiniz ne? Öncelikli olan izleyici filmi beğensin. Tek isteğim bu. Ben belgeselcilikten geldiğim için bu filmlerin her biri belge. Biz bir döneme kayıt düşüyoruz. O kadar film çekiliyor ve çoğu patlıyor. Çoğu parasını çıkaramıyor ve çoğu yapımcı bu anlamda parasını çıkaramıyor. Bu filmde ben hem yönetmenim hem de yapımcıyım. Bu filmi biz sponse ettik. Tabii ki ortak yapımcımız da vardı ama bu dönemde bir film yapmak çok zor. Hele hele sinemadan bunun parasını çıkartmak çok zor. Benim önceliğim, derdi olan güzel bir film yapmak; izleyici bunu beğensin ve yıllar geçtikten sonra "Şöyle bir film vardı, o döneme damga vurmuş güzel bir filmdi" dedirtmek. Anlaşılan bir film olsun. Ama tabii ki gişede de bir karşılığı olsun, parasını çıkarsın ki biz başka filmler yapabilirim.Bugüne kadar 130 tane belgesel yönettiniz. Şimdi ise bir sinema filmi ile karşımızdasınız. Sizce hangisi daha zor?Şimdi belgesel film ile sinemanın birbirinden farklılığı var. İkisi kardeş de olsa… Sinemada çok fazla insanı yönetmek zorundasınız. Sonuçta elinizde bir senaryo var ama karşınızdaki etkenler çok fazla ve oraları iyi yönetmeniz gerekiyor. Ne kadar kalabalık olsanız da işte karavanlar, kamyonlar, araçlar, oyuncular, figüranlar, ekip arkadaşları… Biz mesela 70 kişiydik. Yani benim teknik ekibim 70 kişiydi, bazen 80 kişiye çıktık. Kolay değil ama sinemanın da, belgesel sinemanın da kendine özgü zorlukları var. Orada çok daha dar ve küçük ekiplerle çekiyorsunuz ve her belgesel film sapar. Yani yola çıkarken ya ben şunu çekeceğim, diye çıkarsınız. Tabii ki karşınıza çıkacak olan şeyleri de düşünerek yani ben bunu çekeceğim dersiniz ama ya bir belgesel film % 20 % 30 sapar. Ben hep bunu gördüm ve o saptığı kısmıyla siz o belgesel filmi yansıtmak zorundasınız. Onu kafanıza kurduğunuz o yapının içine sokamazsınız. Dolayısıyla bu kimi zaman %20 olur, kimi zaman %10 olur, kimi zaman % 30. Ama sinema öyle değil, sinemada bir şablon vardır, mekânlar vardır. Tabii ki yani bazı sahneleri değiştiriyorsunuz. Hatta orada bile bazen diyaloglar değişiyor ama o anlamda belgesel ile sinemayı ben birbirinden biraz farklı tutuyorum. İkisi de kolay değil, zor. Paranoya 22 Kasım'da vizyona girecek. Gişesi bol olsun diyelim. Vakit ayırdığınız için çok teşekkürler. Ben teşekkür ederim.
Röportaj
Yayınlanma: 31 Ekim 2024 - 15:28
Güncelleme: 31 Ekim 2024 - 15:43
Cengiz Özkarabekir: Benim önceliğim derdi olan güzel bir film yapmak
Mürekkep Söyleşiler’de bu hafta Cengiz Özkarabekir ile yeni filmi Paranoya’yı konuştuk.
Röportaj
31 Ekim 2024 - 15:28
Güncelleme: 31 Ekim 2024 - 15:43