Röportaj: Yusuf Çifci
Polvo toplumsal cinsiyet rollerine gönderme yaptığı muz ve elma formlarındaki eserlerinden oluşan “Why So?” başlıklı ilk kişisel heykel sergisini BBprojecTT’de nsanatseverlerin beğenisine sundu. Polvo’nun, ilk bakışta renkli ve eğlenceli birer çağdaş sanat eseri olarak görünen eserleri, daha yakından bakıldığında ise meraklı zihinler için yeni sorgulama alanları sunuyor. Sosyal bariyerlere dokunarak ve sanatı bir araç olarak kullanarak sanatseverleri sorgulamaya teşvik eden Polvo’nun eserlerinde kullandığı metaforik formlardan muz eril hikâyeleri, elma ise dişil tarafı temsil ediyor. İnsanlığın, bireyselliğini kaybederek aynılaşmasından ve dayatılan toplumsal kabullerden duyduğu endişeyi eserlerine yansıtan, benzemezliği kucaklayan bakış açılarına hizmet ederek bireyin özgürleşmesini hedefliyor.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta polvo ile “Why So?” başlıklı ilk kişisel heykel sergisini konuştuk.
Why So? ilk kişisel serginiz. Süreç nasıl işledi? Nasıl karar verdiniz bir sergi açmaya?
Bu kadar elma ve muzu ne yapacağız, bari sergi açalım, dedik. Şaka bir yana, toplumsal cinsiyet rollerini odağa alan bu işler 2021 yılı itibariyle çıkmaya başladı. Yaptıkça kendimi durduramadım. Bazen bir iş yapıyorsunuz ve o kalıpla işiniz bitiyor; daha fazlası içinizden gelmiyor. Ama bu elma ve muzlar bana sürekli fısıldadı; bu rengini yap, şimdi bir de böyle boya, üstüne bunu çiz… Öyle ki başka işlerim de var, ama bir türlü yeni işleri ortaya çıkarmak içimden gelmiyor. Bu iki işin de gidecek yolu, anlatacak hikayesi var. Galerim BBProjecTT artık bir süre sonra sana sergi açmalıyız, hadi takvim ver dediler. Bir anda buraya gelmiş olduk.
Peki, niçin Why So? İsmini tercih ettiniz?
Neden sorgulamasını içerdiği için sergiye ‘Why So?’ adını verdik. Toplumsal normlara, erkeğin ve kadının standardize edilmesine, belirli tip varoluşun muteber sayılırken bunun dışındakiler toplumsal kabulün dışına atılması ve hepsinden önemlisi bireylerin bir diğerini dışlamaya olan gönüllülüğüne bir sorgulama içeriyor benim çalışmalarım. Toplumun uzlaşı sağladığı bu prototip kimliklere ‘neden’ sorusunu yönlendirmeye teşvik barındırıyor bu sergi genel olarak.
Eserlerinizde erkek için muz, kadın için de elma meyvelerini kullanıyorsunuz? Niçin bu meyveleri tercih ediyorsunuz?
İşin açıkçası toplumsal cinsiyet rollerini bir klişe olarak kabul edeceksek bunları başka bir klişeyle eleştirmek bana esprili geldi. Muz, bir fallik obje olarak doğrudan erille özdeşleşebiliyordu. Elma ise başka bir mite dayanıyordu; Havva’nın elması kültürel pratik içinde kabul görmüş bir öğe. Bu bakımdan iki atanmış cinsiyeti, bu iki meyve ile sembolize etmek kendi içinde bir bağlam yarattı.
Eserlerinizde toplum tarafından tek tipleştirilen erkekliğe karşı çıkıyorsunuz. Toplum erkeği nasıl tek tipleştiriyor?
Aslında tek tipleştirilen, bireyin varoluşunu törpüleyen tüm toplumsal kurum ve yapılara karşıyım. Tüm bu kimlik ve rolleri toplumun çimentosu olarak görüyorum. Ancak yeni yüzyılda bir arada kalmak için aynı olmaya ihtiyacımız yok. Bu yüzyıl, yeni bir şey söylemenin yüzyılı. Bir aradalık için ihtiyacımız olan tek şey farklılıkların kabulü.
Ataerkil toplum eril olanı büyütüyor. Erkeklik büyüdükçe değer kazanıyor. Bu nedenle erkek bireyler kendi erkekliklerini diğer erkeklerle kıyaslayarak tanımlıyor. Erkek dünyası bu bakımdan ‘büyüklük’ ve kadına ait olan ‘yumuşak’ değerleri dışlamak üzerine kurulu. Mesela nazik olmak, dürüst olmak, duygulara başvurmak, yas tutmak… Bunların büyütülmüş erkeklik dünyasında yeri yok.
Sizin erkek anlayışına bakışınız nedir?
Öncelikle şunu söylemem lazım ki buraya gelene kadar maalesef birçok hata yaptım. Toksik erkekliğimi yansıttığım herkesten özür dilerim. Geldiğim noktada şunu söyleyebilirim ki benim erkeklik veya kadınlık üzerine bir bakış açım yok. Erkek ve kadınlığa yalnızca atanmış cinsiyet olarak bakıyorum. Bu sınıflandırmaların dışında yalnızca bireyin kendi bütünlüğü ile ilgileniyorum.
Aynı durum kadınlar için de geçerli. Kadınlarda da bir tek tipleşme sorunu var. Bunun en büyük sebebi ise dayatılan güzellik algısı. Sizce bu güzellik algısını toplum mu kadınlara yüklüyor yoksa kadınlar mı kendilerine böyle bir misyon ediniyor?
Aslında kadınlar üzerinde müthiş baskılar var. Canlarıyla tehdit ediliyorlar her şeyden önce. İşte erkeklik böyle bir şey; hiçbir katkınız olmayan, doğuştan atanmış cinsiyetinizle bir kadının ne yapacağına, ne giyeceğine, nerede kahkaha atacağına karar verebiliyorsunuz. Kadınlar doğuştan itibaren kabul edilemez derecede ötekileştiriliyor, erkekle aynı işi yapıyor ama aynı maaşı bile alamıyorlar. Dolayısıyla kadınla ilgili bir şeyi konuşacak olursak öncelikle bu hak ve özgürlükleri konuşmamız lazım.
Kadın bedeninin metalaştırılması benim tüm bu cinsiyetçi sistemde kadın üzerindeki baskının simgesel anlatımı yalnızca. Benim muzlarımda bir form bozukluğu yok. Çünkü toplumun erkeğin bedeni üzerinde bir baskısı yok. Elma ise dejenere olmuş, günümüz estetik kaygılarına hizmet eden bir yapıda. Dolayısıyla tüm katmanlarıyla üzerine baskı uygulanan kadın, bir de bedensel zorlama yaşıyor. Tek tip güzelliğe dayalı, ithal ve belirli anlamda evrensel bir güzellik algısı oluşuyor. Bence bunu oluşturan ve mağdurları arasında girift bir ilişki söz konusu.
Eserlerinizde pek çok toplumsal mesaj veriyorsunuz. Sanatın amacı mesaj vermek midir?
Bence sanatın en büyük amacı toplumsal gelişmeye katkı sağlamaktır. Sanatçı vizyon sahibi kişidir. Yalnızca estetik değerlere hizmet edeceksek Çin’de dökülmüş polyester heykellere hediyelik eşya dükkanlarında çok daha ucuza alabilirsiniz.
Eserleriniz Miami ve Londra’da da sergilendi. Nasıl tepkiler aldınız?
Her ülkenin sanat alıcısı farklı. Çiniler çok ilgi görüyor. Çinilerin üzerine entegre edilmiş bu heykeller ilginç geliyor ve durup mutlaka soruyorlar. Yurtdışında sanatseverler absürdlüklere daha açık. Elma ve muzu bu ülkeye kabul ettirmek bir mesele oldu. Bu muhafazakar bakış açısını kırmamız lazım.