Röportaj: Ali İzzet KeçeciOzan Kaçar'ın ilk romanı olan Uzaktakiler, geçtiğimiz aylarda raflardaki yerini aldı. Ozan Kaçar romanda, insanlık tarihinin kadim izleklerinden ölüm, rüya, aşk ve suç kavramlarına odaklanıyor. Kaçar; okuru, katmanlı, masalsı, özenli ve akıcı anlatımıyla tam bir okuma şölenine davet ediyor.Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Ozan Kaçar ile ilk romanı olan Uzaktakiler'i konuştuk.Piyasaya yeni çıkan “Uzaktakiler” isimli sıra dışı romanınız ile karşımıza çıktınız, sizi biraz tanıyabilir miyiz? Ozan Kaçar kimdir, neler yapar, neler?Aslında okurla buluşma/karşılaşma sürecim “Uzaktakiler” romanı ile olmadı. Daha önce de yazın dünyasına şiir ile katkı veriyordum. Hiç şiir kitabı yayımlamadım ama dergilerde ve şiir antolojilerinde yer aldım. Şiir bu coğrafyada çoğunluğa seslenemediği için fark edilmek elbette zor. Neyse ki bir süre sonra şiir beni terk etti de o garip hüzünlü ruh da benden gidince romana yöneldim. Şiirden sonra “Uzaktakiler” romanı Mayıs 2018’te okuyucu karşısına çıktı. Böylece okuyucu ile ikinci bir karşılaşma gerçekleşti.Kim olduğum sorusuna gelince sosyoloji ve öğretmenlik eğitimlerinden sonra İstanbul’a taşındım. Uzunca bir taşra hayatından sonra şu an İstanbul’u deneyimleme hatta tüketme serüveni içindeyim. Melez bir yaratık hissi içinde şehri adımlayıp yeni romanlar için yeni mekânları ve insanları gözlemliyorum. Sanırım bu bir istiridyenin kabuğundan çıkma isteğinden başka bir şey değil. Kabuğun dışındaki hayata bakmaya çalışıyorum. Bu bakmalar savaşında da okuyorum elbet.Yeri gelmişken burada da ne okuduğum sorusuna yanıt vereyim: Faulkner, Kafka, Kundera, Canetti, Saramago, Hemingway, Marquez. Bu yabancı yazarlar benim hayatımın belli zamanlarında tekrar tekrar baktığım yazarlar. Bir de bu coğrafyanın yazarları var elbette. Evvela Tanpınar muazzam bir usta, onu önce anmalıyım; Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Oğuz Atay, Orhan Pamuk, İhsan Oktay Anar ve son olarak Yusuf Atılgan. Belki daha çok sayılabilir ama benim önceliklerim bu yazarlar.“ÖLÜM ROMANIN AKIŞININ TEMEL SEBEBİDİR”Edebiyatın genelinde özellikle roman alanında “ölüm” kavramının önemli bir ağırlığı vardır, Uzaktakiler’de de ölüm ve rüya âleminin ağırlığını görüyoruz. Bunun özel bir sebebi var mı? Bizde ölüm her zaman iyi bir son olarak algılanmıştır. Aslında yazan için ölüm biraz da kolaylıktır, iyi bir son için kahramanı öldürmek klişeleşmiş bir durumdur. Lakin uzaktakiler romanı için durum biraz farklı. Ölüm bir sona hazırlık değil bizatihi eylemin ve romanın akışının temel sebebidir. Öldürdükçe iyilik getireceğine inanan bir kahraman ile karşı karşıyayız. Daha önce bu tür bir kahramana romanlarda rastladık mı bilmiyorum ama Katil’in düşüncesindeki bir adama romanlarda rastlamak gerçekten zor. Romandaki adam klasik düşüncenin dışına çıkıyor, öldürmek onda ne bir son yaratıyor ne de kötü bir anlam içeriyor. Daha da ötesi yaşanan ölümlere yüce bir anlam da yüklüyor. Tam bu nokta da rüyanın devreye girdiğini görüyoruz. Ölümlerin gerçek sebebi söylenmeden onların dayanak noktasını rüyalar oluşturuyor. Yani ölümün kabul edilebilirliğinin teminatı rüyalardan geçiyor.Tabi, benim için rüyanın teknik anlamı daha önemli. Normal bilindik bir gündüzü anlatmak dar bir akvaryumda dönüp durmak gibi. Oysa rüyanın içine daldığınızda somut dünyanın sınırları kalkıyor böylece kalem oynatacak sonsuz bir alan buluyorsunuz. Mesela rüyada çimlerle kaplı bir bozkırda kocaman bir ahtapotu soluksuz koştura bilirsiniz. İşte rüya burada size sınırsız düş gücü için inanılmaz bir boşluk veriyor. Bir yazar olarak da siz o boşluğu istediğiz gibi kullanıyorsunuz. Hem eğlenceli hem yaratıcı bir durum. Bu yüzden Uzaktakiler'de rüya önemli bir yer tutuyor.Kısacası romandaki ölümler klasik anlatımın dışında son oluşturmak için değil yeni başlangıçlar kurmakla ilgili, rüya ise yazılan bu kurmacanın sınırlarını daha da genişletmek için.Romanın bir bölümünde, “Vakti dolduğunda ruh bedeni terk etmiyorsa artık o beden o ruha külfettir, yüktür.” cümlesi geçiyor. Sadece bu cümle bile ölümün hayatımızda ve düşün dünyamızda ne denli etkili olduğuna bir delil olarak kaleminizden dökülmüş sanki. Ruh ve beden ilişkisini edebi bir dille kaleme almak nasıl bir uğraş ya da duygu?Sanırım bu söz insanın tarih boyunca var olan duygusuna bir eleştiri. Hangi duygu bu? Daha çok yaşamak. Uzun ömürlülük. Tanrı bunlara gülüp geçiyor. Bizse her zaman daha çok yaşama arzusu ile çırpınıp duruyoruz. Bazen bedenimizi karşımıza alarak bazen ruhumuzu. İkisi arasındaki diyalektiği görmezden geliyoruz.Atilla İlhan gibi “bir kere doğmuşum ölmek yasak” demekle olmuyor.Ben burada Cemal Süreya’yı dinlemek gerektiğini düşünüyorum.“Ama, ayrıca, aldığın şu hayatFena değildir...Üstü kalsın...”İşte böyle söyleyip kolaylıkla ayrılabilmeli insan. Oysa biz bedenlerimize acı çektirerek bazen ölmemek için cihazlara bağlı kalmayı tercih ediyoruz, aktarlar dolaşıp duruyoruz.“ROMANDAKİ YUSUF KARAKTERİ VARILMAK İSTENEN KİŞİ”Gelelim romanda yer alan ünlü karakter Yusuf’a. Açıkçası okurken Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’u geldi aklımıza, onun gibi zor zamanlarda ve zor anlarda karşımıza çıkan bir Yusuf var Uzaktakiler’de. Bu Yusuf karakteri, romanın diğer karakterleri ile ilişkilerini de göz önüne aldığımızda hayatınızdan ya da çevrenizden bir karakter mi? Yoksa düşün dünyanızca gelişen bir karakter mi?Öncelikle Kuyucaklı Yusuf karakteri ile anılmak benim için büyük mutluluk. Ama ben Uzaktakiler romanındaki Yusuf’la çok az benzerlikler görüyorum. Her şeyden önce Yusuf sadece sözü edilen bir karakter. Hep özlenilen, hep varılmak istenen bir kişi. Hatta bazen sadece “güzellik” ile özdeşleşen biri. Bu yönüyle Yusuf sadece bir kavramı dahi temsil ediyor olabilir. Lakin romanda onun çocuklukta yaşadığına dair kanıtlar var elbette. Burada okuyucu neye inanmak istiyorsa odur Yusuf. Soyut bir kavram, güzellik mi yoksa gerçekten şehrin mahallelerinde kaset satıp kadınların âşık olduğu biri mi? Bu kararı tamamen okuyucuya bırakıyorum.Edebiyat dünyasında hangi yolda devam etmeyi düşünüyorsunuz ve bu noktada örnek aldığınız yazarlar kimler?Örnek aldığım yazar diyemem ama okumaktan keyif aldığım yazarları yukarıda saymıştım, bunlar arasında Yaşar Kemal ve Kafka’nın yeri ayrı sanırım. Biri çocukluğumun doğasına diğeri yaşadıklarımın absürtlüğüne sesleniyor. Bu iki birbirine benzemeyen yazardan bende kalmasını istediğim çok şey var. Edebiyat dünyasındaki yolculuğu ise şöyle cevaplaya bilirim: Şiire hiçbir zaman geri dönmeyeceğimi biliyorum. Öykü de dâhil olmayacağım bir alan. Monotonluğumu kıran, bana yeni dünyalar sunan romanda yola devam edeceğim kesin. Yedi yıldır yazmaya çalıştığım romana devam edeceğim. Şimdilik Nazım Hikmet’te atıfla şöyle bitireyim.‘Roman ve ben bahtiyarım.’Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ediyoruz ve başarılarınızın devamını diliyoruz.Ben teşekkür ederim, konuşmak güzeldi.
Röportaj
Yayınlanma: 16 Temmuz 2018 - 11:50
Güncelleme: 16 Temmuz 2018 - 12:11
Ozan Kaçar: Rüya, yazılan kurmacanın sınırlarını genişletiyor
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Ozan Kaçar ile ilk romanı olan Uzaktakiler'i konuştuk.
Röportaj
16 Temmuz 2018 - 11:50
Güncelleme: 16 Temmuz 2018 - 12:11
Sıradışı bir roman yazve güzel bir söyleşi. Bence kurgunun en can alıcı kısmı zaman algısına yüklenilen anlam. Birbirine geçen gelecek ile geçmiş ve bunu takip eden bir bekleyiş... Yusuf'un dönmesi dileğiyle.