Neslihan Önderoğlu'nun "Küçük Bir Mesele" adını taşıyan yeni öykü kitabı geçtiğimiz günlerde Günışığı Kitaplığı etiketi ile raflardaki yerini aldı. Kitapta; kafede, üniversitede, evde, takside, plajda başımıza geliverenleri, ince ayrıntılar ve sahici karakterlerle resmeden, yaşamın türlü sokaklarına girip çıkan toplam 27 öykü yer alıyor.
Peki, kimler var bu öykülerde?
Tatile çıkanlar, kendi yolunu çizenler, kalbi kırıklar, eve dönenler, âşıklar, seçmediği bir hayatı yaşamak zorunda kalanlar, macera peşinde koşanlar, hayal kırıklığıyla tanışanlar, aile işinde çalışanlar, umut edenler, dünyayı önemseyenler, kendi içine dönükler, terk edilenler, bekleyenler, hayalperestler, kabullenenler, inat edenler…
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Neslihan Önderoğlu ile yeni öykü kitabı "Küçük Bir Mesele"yi konuştuk.
Kitaptaki neredeyse bütün hikâyelerde yer yer hüzün havası olsa da hikâyelerin sonu hep umut dolu. Bu bir tercih miydi yoksa kalem sizi oraya mı götürdü?
Bilinçli bir tercih değil ve hayatın kendisinin de öyle olduğunu düşünüyorum. Biraz hüzün, biraz sevinç, biraz umut. Üstelik en çok ihtiyacımız olan şey de bu; umut. Genç insanların özellikle bir şeyi hayal etmeye, onun peşinden gitmeye çok ihtiyaçları var.
Kitapta yer alan “İmbat” isimli hikâyenizde yalnızlık teması üzerinde durmuşsunuz. Yalnızlık sizin için ne ifade ediyor? Ayrıca İmbat rüzgârı ve yalnızlık arasında bir ilişki var mı?
Bir duyguyu bir doğa olayına bağlamak doğru gelmiyor. İmbat o coğrafyaya özgü bir rüzgâr, yazın bunaltıcı sıcağını bir nebze dindiren bir şey. Yalnızlık her insanın kaçmaya çalıştığı ve kötü bir şey olarak dayatılıyor. Oysa öyle değil, insan nasıl başkalarıyla vakit geçirebiliyorsa kendiyle de vakit geçirmeyi, kendisiyle arkadaş olmayı da öğrenebilir, hatta öğrenmelidir.

Birkaç hikâyede kâğıt helva geçiyor. Hâlbuki kâğıt helva hikâye kahramanları olan z kuşağı için sanıyorum pek de dikkate değer bir tatlı türü değil. Sizin kâğıt helva ile ilişkiniz nasıl?
Kâğıt helva benim çocukluğuma ait bir şey. Keyifli anılarına kâğıt helva eşlik etmeyen biri yoktur bizim kuşaktan. Şimdi eskisi kadar popüler olmasa da hâlâ var. Ama sokaktan geçen, camekanlı arabasında kâğıt helva satan sokak satıcıları var mı bilmiyorum. Güzel olan, onların sesini duyup oyuna ya da o anda her ne yapıyorsanız ona ara verip annenizden parayı koparıp o camekanlı arabanın önünde soluğu almaktı.
"ÇOCUKLUK, HEP ÖZLENEN BİR ŞEYDİR"
Hikâyelerde bazı kahramanların lise yıllarına odaklanılmış. Nasıl bir lise hayatı geçirdiniz?
Benim okuduğum lise bir kız okuluydu. Ortaokul ve liseyi bu okulda geçirdim. Kendine göre iyi yanları olsa da elbette karma eğitim çok daha iyidir. Çok eğlenceli bir öğrencilik hayatım oldu benim. Hem başarılı hem de muzip bir öğrenciydim.
Bazı hikâyelerde çocukluğa özlem de sezdim. Çocukluk yıllarınızı özlüyor musunuz?
Bu soruyu kime sorsanız sanırım aynı cevabı alırsınız. Özlüyorum. Bizim çocukluğumuzda olanaklar bu kadar çok değildi; teknoloji bu kadar gelişmemişti ama belki de bu nedenle yaratıcılık, hayal gücü daha gelişmiş, arkadaşlık ilişkileri daha güzeldi. Ama hangi kuşaktan olursanız olun çocukluk hep özlenen bir şeydir, saftır, naiftir.
Bazı hikâyeler sanki yaşanmışlık hissi veriyor, bir nevi anı tadında. Bu hikâyelerde ne kadar siz varsınız?
Bu soru hep sorulur yazarlara ve yazarlar da aslında hiç sevmezler. Elbette birebir benim hayatım olmasa da yazdığım her şeyde benden bir iz var. Çünkü onları ben yazdım, benim deneyimlerim, benim anılarım, benim yaşadıklarım var. Bir başkası aynı konularda yazsaydı tamamen farklı olurdu.
“Gün Işığında Çalışkur” isimli öykünüz Haldun Taner’in “Ayışığında Çalışkur” isimli öyküsünün izinden gidiyor. Bir yazarın başka bir yazara öykünmesine nasıl bakıyorsunuz?
Öncelikle öykünmek doğru bir terim değil bence çünkü sözlük anlamı birine ya da bir şeye benzemeye çalışmak, biri ne yaparsa kendisi de onu yapmak, demektir. Ben yazar olarak kimseye öykünülmemesi gerektiğini düşünen biriyim. Haldun Taner’in ölüm yıldönümünde Kitaplık Dergisi tarafından benden bir şeyler yazmam istendi. Ben de onun hakkında yazacağıma, tutup onun en sevdiğim öykülerinden birinin izini sürdüm, bir çeşit devamını yazdım.
"ÖDÜLLER YAZARI GÖRÜNÜR KILIYOR"
Kimileri öykü öldü derken kimileri de günümüz Türkiye edebiyatının güçlü bir öykü damarı olduğunu düşünüyor. Bu konuda neler söylersiniz?
Öykü öldü, diyenlerin ya kendi içlerindeki edebiyat ölmüş ya da neler olup bittiğinden pek haberleri yok. Bence öykü hep var olacak ve ayrıca ülkemizde en güçlü edebi tür olarak görüyorum.
Hem Haldun Taner Öykü Ödülü hem de Melih Cevdet Andaç Edebiyat Ödülü sahibisiniz. Bu ödülleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’deki öykücülüğe yeterli katkıyı sağlıyor mu?
Melih Cevdet Anday Edebiyat Ödülü her yıl farklı bir dalda veriliyor ve ben o yıl roman dalında “Yeryüzü Yorgunları” romanımla almıştım. Ödüller bir yazarı okurun karşısında biraz daha görünür kılıyor elbette.
BİR YAZARA SORDUM: 5 KISA SORU 5 KISA CEVAP
Sinemada izlediğiniz ilk film
Hatırlamıyorum.
İzlediğiniz ilk tiyatro oyunu
Dağ Denize Kavuştu
En sevdiğiniz üç kadın şair
Gülten Akın, Didem Madak, Birhan Keskin
Sizi en etkileyen üç kitap
Madame Bovary, Suç ve Ceza, Dublinliler
Gün içinde en çok kullandığınız kelime
Hayır
Peki, kimler var bu öykülerde?
Tatile çıkanlar, kendi yolunu çizenler, kalbi kırıklar, eve dönenler, âşıklar, seçmediği bir hayatı yaşamak zorunda kalanlar, macera peşinde koşanlar, hayal kırıklığıyla tanışanlar, aile işinde çalışanlar, umut edenler, dünyayı önemseyenler, kendi içine dönükler, terk edilenler, bekleyenler, hayalperestler, kabullenenler, inat edenler…
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Neslihan Önderoğlu ile yeni öykü kitabı "Küçük Bir Mesele"yi konuştuk.
Kitaptaki neredeyse bütün hikâyelerde yer yer hüzün havası olsa da hikâyelerin sonu hep umut dolu. Bu bir tercih miydi yoksa kalem sizi oraya mı götürdü?
Bilinçli bir tercih değil ve hayatın kendisinin de öyle olduğunu düşünüyorum. Biraz hüzün, biraz sevinç, biraz umut. Üstelik en çok ihtiyacımız olan şey de bu; umut. Genç insanların özellikle bir şeyi hayal etmeye, onun peşinden gitmeye çok ihtiyaçları var.
Kitapta yer alan “İmbat” isimli hikâyenizde yalnızlık teması üzerinde durmuşsunuz. Yalnızlık sizin için ne ifade ediyor? Ayrıca İmbat rüzgârı ve yalnızlık arasında bir ilişki var mı?
Bir duyguyu bir doğa olayına bağlamak doğru gelmiyor. İmbat o coğrafyaya özgü bir rüzgâr, yazın bunaltıcı sıcağını bir nebze dindiren bir şey. Yalnızlık her insanın kaçmaya çalıştığı ve kötü bir şey olarak dayatılıyor. Oysa öyle değil, insan nasıl başkalarıyla vakit geçirebiliyorsa kendiyle de vakit geçirmeyi, kendisiyle arkadaş olmayı da öğrenebilir, hatta öğrenmelidir.

Birkaç hikâyede kâğıt helva geçiyor. Hâlbuki kâğıt helva hikâye kahramanları olan z kuşağı için sanıyorum pek de dikkate değer bir tatlı türü değil. Sizin kâğıt helva ile ilişkiniz nasıl?
Kâğıt helva benim çocukluğuma ait bir şey. Keyifli anılarına kâğıt helva eşlik etmeyen biri yoktur bizim kuşaktan. Şimdi eskisi kadar popüler olmasa da hâlâ var. Ama sokaktan geçen, camekanlı arabasında kâğıt helva satan sokak satıcıları var mı bilmiyorum. Güzel olan, onların sesini duyup oyuna ya da o anda her ne yapıyorsanız ona ara verip annenizden parayı koparıp o camekanlı arabanın önünde soluğu almaktı.
"ÇOCUKLUK, HEP ÖZLENEN BİR ŞEYDİR"
Hikâyelerde bazı kahramanların lise yıllarına odaklanılmış. Nasıl bir lise hayatı geçirdiniz?
Benim okuduğum lise bir kız okuluydu. Ortaokul ve liseyi bu okulda geçirdim. Kendine göre iyi yanları olsa da elbette karma eğitim çok daha iyidir. Çok eğlenceli bir öğrencilik hayatım oldu benim. Hem başarılı hem de muzip bir öğrenciydim.
Bazı hikâyelerde çocukluğa özlem de sezdim. Çocukluk yıllarınızı özlüyor musunuz?
Bu soruyu kime sorsanız sanırım aynı cevabı alırsınız. Özlüyorum. Bizim çocukluğumuzda olanaklar bu kadar çok değildi; teknoloji bu kadar gelişmemişti ama belki de bu nedenle yaratıcılık, hayal gücü daha gelişmiş, arkadaşlık ilişkileri daha güzeldi. Ama hangi kuşaktan olursanız olun çocukluk hep özlenen bir şeydir, saftır, naiftir.
Bazı hikâyeler sanki yaşanmışlık hissi veriyor, bir nevi anı tadında. Bu hikâyelerde ne kadar siz varsınız?
Bu soru hep sorulur yazarlara ve yazarlar da aslında hiç sevmezler. Elbette birebir benim hayatım olmasa da yazdığım her şeyde benden bir iz var. Çünkü onları ben yazdım, benim deneyimlerim, benim anılarım, benim yaşadıklarım var. Bir başkası aynı konularda yazsaydı tamamen farklı olurdu.
İLGİLİ HABER
Neslihan Önderoğlu kimdir?“Gün Işığında Çalışkur” isimli öykünüz Haldun Taner’in “Ayışığında Çalışkur” isimli öyküsünün izinden gidiyor. Bir yazarın başka bir yazara öykünmesine nasıl bakıyorsunuz?
Öncelikle öykünmek doğru bir terim değil bence çünkü sözlük anlamı birine ya da bir şeye benzemeye çalışmak, biri ne yaparsa kendisi de onu yapmak, demektir. Ben yazar olarak kimseye öykünülmemesi gerektiğini düşünen biriyim. Haldun Taner’in ölüm yıldönümünde Kitaplık Dergisi tarafından benden bir şeyler yazmam istendi. Ben de onun hakkında yazacağıma, tutup onun en sevdiğim öykülerinden birinin izini sürdüm, bir çeşit devamını yazdım.
"ÖDÜLLER YAZARI GÖRÜNÜR KILIYOR"
Kimileri öykü öldü derken kimileri de günümüz Türkiye edebiyatının güçlü bir öykü damarı olduğunu düşünüyor. Bu konuda neler söylersiniz?
Öykü öldü, diyenlerin ya kendi içlerindeki edebiyat ölmüş ya da neler olup bittiğinden pek haberleri yok. Bence öykü hep var olacak ve ayrıca ülkemizde en güçlü edebi tür olarak görüyorum.
Hem Haldun Taner Öykü Ödülü hem de Melih Cevdet Andaç Edebiyat Ödülü sahibisiniz. Bu ödülleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’deki öykücülüğe yeterli katkıyı sağlıyor mu?
Melih Cevdet Anday Edebiyat Ödülü her yıl farklı bir dalda veriliyor ve ben o yıl roman dalında “Yeryüzü Yorgunları” romanımla almıştım. Ödüller bir yazarı okurun karşısında biraz daha görünür kılıyor elbette.
BİR YAZARA SORDUM: 5 KISA SORU 5 KISA CEVAP
Sinemada izlediğiniz ilk film
Hatırlamıyorum.
İzlediğiniz ilk tiyatro oyunu
Dağ Denize Kavuştu
En sevdiğiniz üç kadın şair
Gülten Akın, Didem Madak, Birhan Keskin
Sizi en etkileyen üç kitap
Madame Bovary, Suç ve Ceza, Dublinliler
Gün içinde en çok kullandığınız kelime
Hayır