Murat Erdin yazdıBenim çocukluğumda insanlar birbirine mektup yazar, kartpostal gönderirdi. Bayram, yılbaşı ve diğer özel günlerde renkli kartpostallar alınır, arkası güzel yazan kalemlerle dikkatli seçilmiş sözcüklerle doldurulur ve tertemiz bir zarfa (bu zarflar bazen kokulu olurdu) konulur ve postaya verilirdi. Bayram ve yılbaşı öncesinde postaneler çok kalabalık olurdu. Bazı kartpostalları zarfa koymadan gönderirdik. Yazdığınız mesaj öylece açıkta postane işletmesine yani PTT’ye duyulan güvenle, göndericisinden alıcısına ulaşırdı. Bir kişiye mektup yazmak önemli bir şeydi. Güzel yazan bir kalem özellikle de dolmakalemle çizgisiz ve tabii ki beyaz bir dosya kağıdına (eskiden böyle denirdi) itinayla yazılırdı. Eğer resmi bir yazı değilse daktiloyla mektup yazmak görgüsüzlük kabul edilirdi. Kişiye özel mektuplar mutlaka elle yazılırdı. Asker mektuplarının başka bir önemi vardı. Sarfın üstüne yapıştırılan pulları kesip biriktirenler, pul koleksiyonu yapanlar hayli fazlaydı. Sahaflarda gezerken bazen sepetlerin içinde satışa sunulan eski fotoğraflara ve kartpostallara rastlıyorum. Üstlerinde birikmiş toza aldırmadan alıp inceliyorum, arkasına yazılmış samimi cümleleri okuyorum. Gülen bir bebek resminin olduğu renkli bir kartpostal var elimde. Zehra adlı bir hanımefendi arkadaşı İnci’ye bayram kutlaması için göndermiş. Hangi bayram olduğunu bilemiyoruz çünkü tarih düşülmemiş. Yazdıkları son derece samimi:“Sevgili İnci, bayramını kutlar sağlıklı ve mutlu bir yaşam dilerim. Çocuklardan bıktığını çok iyi biliyorum. Buna rağmen bebekli kart atmanın sebebi sana bir mesaj gönderebilmekti. Evet düşündüğün gibi bayram sonrası bir bebeğimin olacağını umuyorum.”Ankara’dan Trabzon’a gönderilmiş başka çiçekli bir kartpostalda ise şunlar yazıyor:“Sevgili hocam. Mübarek Kurban Bayramınızı kutlar bütün mutlu günlerin sizin olmasını isterim. Hocam oraya dedemin ölümü dolayısıyla gelemiyorum. Beni affedin. Ben yine geziyor hiçbir iş yapmıyorum. Bakanlığa dilekçe yazdım. Telinizi aldım çok sağolun.”Göndericinin son cümlesinden hocasından bir telgraf aldığını da anlıyoruz. Kartpostalın kısaca söylenişi nasıl “kart” ise telgrafın kısaltılmış adı da “tel” idi. “Tel göndermek” telgraf çekmekti.Bu kez bir fotoğraf var elimde. Yine siyah-beyaz ve dört kenarı da tırtıklı bir fotoğraf kağıdı. Ön yüzünde biri otururken diğeri ayakta poz vermiş iki arkadaş görülüyor. İkisinin üstünde de geniş yakalı açık renk pardösüler göze çarpıyor. Ayakta duran kravatlı. Elini kuşağına götürmüş. Oturan genç adamın yaka içinde kaşkol var. Stüdyoda çekilen bir fotoğraf olduğu için muhtemelen o da kravatlı. Arkasına şu satırlar yazılmış:“Sevgili kardeşim Muhsin’e. Hatıra olarak bu resmi veriyorum. 22.11.1948. Kenan”Eski kartpostlarda ve fotoğraflarda bir nezaket bir ihtimam seziliyor. İnsanların birbirine duydukları özlem hemen hissediliyor. İncecik gülümsemeler, özenle verilmiş pozlar. Çocuklar genelde utangaç. Anne ve babalar daha vakur ve dikkatli. Siyah beyaz resimlerde bile dikkat çeken güzel kıyafetler ve mutlaka takılmış kravatlar.Teknolojinin gelişmesiyle ortaya çıkan elektronik postalar ve cep telefonları maalesef bu sıcaklığı öldürdü. İnsandan insana elle, mürekkeple yazılmış o paha biçilemeyen mektuplar ve kartpostallar yerini e-postalara ve SMS denilen kısa mesajlara bıraktı. İletişim çağına karşı değiliz elbette. Ama bu başdöndürücü hız, insanın insana verdiği önemi, dünyayı paylaştığımız diğer canlılara gösterdiğimiz nezaketi de sanki alıp götürdü. Ben hala kağıdın ve kalemin kardeşliğine inanıyorum. Kağıtta bir ağacın ruhu saklıdır. Üzerine yazdıklarınızda da sizin ruhunuz var, unutmayın.
Edebiyat
Yayınlanma: 06 Ocak 2017 - 12:53
Kimse kartpostal yazmıyor!
"İnsandan insana elle, mürekkeple yazılmış o paha biçilemeyen mektuplar ve kartpostallar yerini e-postalara ve SMS denilen kısa mesajlara bıraktı..."
Edebiyat
06 Ocak 2017 - 12:53