Röportaj: Murat ErdinMürekkep Söyleşiler’in bu haftaki konuğu yazar Figen Şakacı… Figen Şakacı’nın İletişim Yayınları’ndan çıkan üçlemesinin ikinci romanı Pala Hayriye dördüncü baskısını yaptı. Okurlar tarafından çok sevilen Hayriye’nin Bitirgen ile başlayan hayat hikayesini kendi hikayesinden esinlenerek yazan Figen Şakacı ile Murat Erdin konuştu:Roman yazmaya ‘Bitirgen’ ile başladınız, sonra ‘Pala Hayriye’ ve ‘Hayriye’yi Kim Çaldı” ile devam ettiniz. Başlarken bir üçleme olacağını planlamış mıydınız?“Evet planlayarak başladım. Bir kız çocuğunu alacağım ve onun büyüme hikayesini yazacağım diye başladım. Bu bir büyüme üçlemesi, bir ömrün takibi. Büyüme benim için hep bir mesele olmuştur. Bir kadın bu ülkede büyürken başına neler gelir ? Nasıl sağ kalır, onları takip ettim aslında. Bu kadar darbelerle büyüyen bir kadın, 80’leri, 90’ları geçirmiş, yaşadığı toplumdan bigane kalamayan, gazetecilik-yazarlık yapan bir kadının hayatını takip ettim. Bu üçlemeye içinden Hayriye’yi çıkartıp baktığınızda bir ülkenin sosyo-politik halini görmüş gibi olursunuz. Öyle olmasını umut ediyorum.”Neden ilk kitabın adı Bitirgen? Çünkü sonraki iki kitap Hayriye’nin adını taşıyor.“İlk kitabın adı Bitirgen çünkü çocuklukta Hayriye’ye takılan bir isimdi bu. Henüz olgunlaşmamış bir kız çocuğudur Bitirgen.”Sizi tanıyanlar Hayriye’den izler görüyor. Hayriye de sizin gibi gazetecilik yapıyor, yazarlığa başlıyor ve çok okuyor. Anlatılan biraz da sizin öykünüz mü?“Hayriye benim kuşağımın traji-komik hikayesidir. Trajik olan 90’lardır, komik olanlar ise Hayriye’nin başına gelenlerdir, onun savrulma halleridir. Tabii ki kendimi ve kendi halkımı da kaynak olarak kullandım. 90’lar benim için ve Hayriye için ne demektir tam olarak ona odaklandım. Hayriye’nin başına gelenler benim kuşağımda bu mesleği yapanların başına gelenlerdir. Benden sonra gelenlere ve tarihe bir not düşmek istedim. Benim de söyleyecek bir sözüm olsun istedim.”Gazeteci kökenli olduğunuz için anlatılarınızda sokak diline de sıkça yer veriyorsunuz. Bu isteyerek yaptığınız bir şey mi?“Sokak çocuğuyum ben. Romanlarıma da yansıyor bu nedenle. Hayriye de öyle. Kendi lügatimden epey bir emanet verdim Hayriye’ye. Bitirgen’e ise annemden çok emanet dil vermiştim.”Bu kitaplar Türkiye gibi erkek egemen bir dünyada kadın olmanın fotoğrafını da çekiyor mu aynı zamanda ?“Kesinlikle öyle. Hayriye muhafazakar bir aile yapısından çıkıyor ve sonra başka bir dünya ile tanışıyor. Solcu arkadaşlarıyla ve o dünyanın lügatıyla tanıştığında kendisini uzaylı gibi hissediyor. O şaşkınlıkla az okuyup çok şey biliyorum sanıyor. Özellikle erkek dünyasının kurduğu sahte iktidarlar, küçük iktidarlar, edebiyatta, medyada, ailede ve sevgililikte erkeklerin oturduğu koltuklar var. Hayriye bunu görüyor. Toplumda faşizm iki kişi arasında başlar. Hayriye toplumsal kodlar üzerine kurulu, erkeklerin başını çektiği bu faşizme maruz kalıyor. Bazen buna karşı durarak bu mücadeleyi veriyor bazen de sol içinde yapıyor bunu. Kafası karışıyor. Erkek egemen bir toplumda hayatta kalmaya çalışıyor.”Son kitapta işin içine Rüya giriyor ve Hayriye’nin hayatına neredeyse ortak oluyor. Rüya neyi veya kimi temsil ediyor ?“Üçlemenin son kitabındaki Rüya içinde yaşadığımız ülkenin insana yaptığı fenalıkları temsil ediyor. Hiçbir şey bıraktığımız gibi değil. Çocukluğumuza dair mekanlar yok, ağaç altları yok, parklar yok,hiçbir şey bıraktığımız gibi değil. Eskiden şurada bir şey yapmıştım diyebilecek hiçbir şey kalmadı. Hatta bu şehirde doğduğumuzu kanıtlayacak herhangi bir şey kalmadı artık. Rüya bunları anlatıyor.”Üçlemenin son cümlesi şöyle: “Buradan sağ çıkar da ayrılırsak birbirimizden nerede olursam olayım güven veren bu dizlerini, saçımda gezinen ellerini, bana sevmeyi sil baştan öğrettiğini unutmayacağım. Sen de unutma e mi ?” Devamı gelecek bir cümle mi bu ?“Üçlemeyi bitiren bu cümle dostluğu, arkadaşlığı devam ettiren sözler. Bu ülkede safları daha fazla sıklaştırmamız gerekiyor. Çünkü gittikçe yalnızlaşıyoruz. Herkes bilgisayarının başında, odasında yalnız başına. Her şey çok çabuk tüketilip atılıyor. Dostlarımıza yeniden sarılmamız gerekiyor. Dostlukların kıymetini bilmemiz gerekiyor.”“Hayriye’nin ve Figen Şakacı’nın nehri de hep terse akıyor. Hiçbir zaman topluma uyumlanamamış bir kadındır Hayriye. Ben de öyleyim. Neden uyumlanayım ve neyle? Tabii ki hep terse akacak. Zaten insan yapı itibarıyla böyledir. Türkiye’de tersine akan nehirlere pek yer yok şimdilerde. Baraj kapakları güm diye üstümüze kapandı. Gördüğüm her çatlaktan sızmayı hayal etmekten başka amacım yok. Herkesin durgun su olmasını istiyorlar ve bu benim ağrıma gidiyor. Türkiye roman yazmak için ideal bir ülke bu anlamda. Her taraf acı hikayelerle dolu. İnsanı devamlı tetikte tutan bir huzursuzluk var. Edebiyat böyle besleniyor.”Sırada yine roman mı var ?“Kafamda güzel güzel dolaşan, üçlemeden bağımsız bir roman var. Üçleme zormuş. Başka bir dünya ve başka bir karakter kurguluyorum. Bakalım ne zaman çıkacak ortaya ?”
Röportaj
Yayınlanma: 27 Kasım 2017 - 15:29
Güncelleme: 18 Aralık 2017 - 22:53
Figen Şakacı: Hayriye, erkek faşizmine karşı çıkıyor
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta yazar Figen Şakacı ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Röportaj
27 Kasım 2017 - 15:29
Güncelleme: 18 Aralık 2017 - 22:53