Röportaj: Ömür Bayramoğlu
Salt'ın "Ardışık" isimli serisininin dördüncü sergisi olan Belkıs Hanım ile Onur Efendi, geçtiğimiz kasım ayında SALT Galata'da sanatseverlerin ziyaretine açıldı. Belkıs Hanım ile Onur Efendi sergisi, modernleşme hamlesiyle beliren bir “aydın” kimliği ve onun beraberinde doğan çalkantılı ruh hâllerine odaklanıyor.
Fatma Belkıs ve Onur Gökmen, bu karaktere atfedilen seçkinci avangart tavrın Tanzimat’tan itibaren nesilden nesile aktarılmış olma ihtimalini sorguluyor.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta, sanatçılar Fatma Belkıs ile Onur Gökmen ve Ardışık programının sorumluları Almira Akbıyıkoğlu ile Farah Aksoy'la Ardışık programını konuştuk.
“Ardışık” programı nasıl oluştu, nasıl bir süreç işledi oluşum aşamasında?
Amira Akbıyıkoğlu: Pandemi öncesinde birlikte çalışmak istediğimiz bir grup sanatçıyla açık uçlu bir iletişim ağı oluşturmuştuk. O günlerde zihinleri hangi meselelerle meşguldü? Önlerinde ne vardı? Bazı sanatçıların kağıt üzerinde düşünceleri vardı. Diğerleri belli bir noktaya getirdikleri projelerine devam ediyordu. Mesela Barış Doğrusöz. Üçleme olarak kurguladığı serinin ilk iki videosunu izlemiştik, üçüncü videoyu tamamlamasına destek olup SALT’ta sunmasını çok istiyorduk. Fatma Belkıs ve Onur Gökmen ellerinde bir senaryoyla bizi ziyarete geldiler. Sharjah Art Foundation prodüksiyon fonunu almışlardı. Alâkadar’ın çekimlerine başlayacaklardı. Çekim öncesinde, esnasında ve sonrasında birbirimize geri bildirimlerde bulunarak ilerledik. Deniz Gül’ün bize bahsettiği ilk iş Klavuz’du. 2016’da bir yazım kılavuzuna kırmızı kalemle notlar almaya, kelimelerin veya bir bölümlerinin üstünü çizip yerlerine başka kelimeler, sözler, ekler getirmeye başlamıştı. Sohbetimiz vesilesiyle önce o iş raftan indi, tekrar kırmızı kalemle taranmaya başladı. Ezcümle, sanatçıların henüz tohumlarını attıkları ya da bir sebepten rafa kaldırdıkları veya bitirmeye gayret ettikleri projelerine omuz vermek istiyorduk.
Program çerçevesinde yer alan sergiler ve işler hakkında bilgi verir misiniz?
Farah Aksoy: Ardışık, sırasıyla Barış Doğrusöz, Deniz Gül, Volkan Aslan, Fatma Belkıs ve Onur Gökmen ikilisi ile Aykan Safoğlu’nun SALT Galata’da art arda yer alan sergilerinden oluşuyor. Aynı kuşaktan gelen bu sanatçıların pratiğinde öne çıkan taze görsel ve kavramsal dağarcık, yaklaşık 25 yıla dayanan tanıklıkları ve ortak hassasiyetleri etrafında şekilleniyor.
Ardışık programının ilk sergisi olan Güç Odağı, Barış Doğrusöz’ün 2017’den bu yana üzerinde çalıştığı ve sergiye ismini veren video üçlemesinden oluşuyordu. Sergi, “Suriye Çölü’nün Pompeisi” olarak bilinen Dura-Europos antik kentinin tarihini harabe estetiği, temsiliyet ve sömürgeci söylemin anlatı inşası temelinde inceledi. Programın ikinci sergisi Kazı ve Yüzey’deki işlerinde şimdiye dek başvurduğu görsel mecralardan uzaklaşan Deniz Gül, dilin yalnızca bir iletişim aracı şeklinde tanımlanmasına karşı, üretiminde sözcükleri kullandı. Gül, SALT Galata’nın -1. kattaki sergi mekânından başlayarak binaya yayılan, kurumun ziyaretçilerini işlerin aktif kullanıcıları olmaya davet eden enstalasyon ve çevrimiçi projeler geliştirdi. Sergi bağlamında hayata geçen Çeviri websitesi (www.ceviri.info) ile #Kelimeler (https://hashwords.net/) projesi hâlen güncelleniyor ve erişime açık. Volkan Aslan, Sağlıcakla Kal sergisinde, yaşamını sürdürdüğü İstanbul’un aciliyetlerine ve politik iklimle şekillenen dalgalı ruh hâllerine atıfta bulunduğu videolarla birlikte Salt Galata yapısına ve bulunduğu sokağa taşan işler üretti.
Fatma Belkıs ve Onur Gökmen’in Belkıs Hanım ile Onur Efendi sergisi ise modernleşme hamlesiyle beliren bir “aydın” kimliği ve onun beraberinde doğan çalkantılı ruh hâllerine odaklanıyor. Otoriteye karşı çıkmanın zorluğu ile sanatsal üretimde başarısız olma korkusunu nükteli bir dille ele alan sergi, sanatçıların ilk uzun metrajlı kurgu filmi Alâkadar’dan (2018-süregelen) bir kesit ve bir dizi heykelden oluşuyor. Ardışık serisinin son sergisi, Aykan Safoğlu’nun Hundsstern steigt ab [Dog Star Descending] (2020) filminin Türkiye’deki ilk gösterimine ev sahipliği yapacak. Sergide sanatçının fotoğraf enstalasyonları da yer alacak.
Bu programın devamı gelecek mi? Türkiye şartlarında böyle projeler yapmanın, hayata geçirmenin zorlukları var mı?
Farah Aksoy: Ardışık’ı beş sunumdan oluşacak şekilde programladık. Bu sebeple seri, Şubat’ta Aykan Safoğlu’nun sergisinden sonra tamamlanacak. SALT, sanatçıların yeni üretim yapmalarına hâlihazırda zaten hep destek veriyordu ama Amira ile beraber kurguladığımız serinin, pandemi döneminin getirdiği aciliyetler temelinde önemli bir görevi üstlenip yerine getirdiğini düşünüyoruz. Yeni iş desteğini içeren uzun soluklu projelerin yalnızca Türkiye’de değil, dünya genelinde zorlukları olduğuna inanıyorum. O sebeple, Ardışık özelinde konuşacak olursak bu programı Türkiye’de gerçekleştirmenin özel bir zorluğu olduğunu söyleyemem.
İlk uzun metraj filminiz Alâkadar’dan bir kesitle başlıyor Belkıs Hanım ile Onur Efendi sergisi. Ben de ilk soru olarak filmle başlama istiyorum. Alâkadar’ın çıkış noktasını öğrenebilir miyiz?
Fatma Belkıs: Alâkadar filminin çıkış noktası melankolik bir duygu durumu. Biz bunu kırılganlık ve yaralanabilirlik arasında gidip gelen bir duygusal alan olarak tanımlıyoruz. Bu hâli kendimizde ve yaşıtımız arkadaşlarımızda gözlemledik öncelikle. Daha sonrasında anne babalarımızın jenerasyonunda ve hatta yüzyıl dönümünde yazılanlara bakınca o dönemin entelektüellerinde de farklı tezahürleri olduğunu gördük. Bu yüzden bu duygu durumunun bize özel bir hâl değil de, bu coğrafyada nesilden nesile aktarılan bir yük olduğuna karar verdik. Bunu bir yük olarak tanımladık çünkü kimsenin kendi inisiyatifi ile bu duyguyu taşıma sorumluluğunu aldığını düşünmüyoruz. Uzun süredir bireysel özgürleşme ve toplumdaki yerini tanımlama ile ilgili bir gerilim içinde yaşayan, okuyan, üreten, araştıran ve kabaca “entelektüel sınıf” olarak tanımlanan bir grup insanın kucağına bu yükü bırakanın da Osmanlı Devleti’ne Avrupa’dan biraz daha geç gelmiş modernizm idealleri, bu geç kalmışlık kompleksi ve “çağdaş uluslar seviyesinde” olma endişesi olduğunu düşünüyoruz. Alâkadar’ın çıkış noktasında buralı olarak yaşadığımız endişe var.
SALT’ta Ardışık programı içerisinde sergi oluşum süreci nasıl işledi? Fatma Belkıs ve Onur Gökmen ortak sergi kararını nasıl aldı?
Fatma Belkıs: Biz uzun zamandır arkadaşız. İlk işbirliğimizi 10 sene önce yaptık. O zamandan beri tarihin nasıl yazıldığı ve nasıl manipüle edildiğini beraber düşünüyoruz. Alâkadar’ı beraber çektik çünkü belki de bu duyguyu en çok birbirimizle paylaşmıştık. Ya da bunun üstesinden gelmek için yanımızda birisi olsun istedik ve birbirimizi seçtik. Sergideki diğer heykeller de Alâkadar anlatısından ilham alarak şekillendi zaten.
Belkıs Hanım ile Onur Efendi sergisinde sanatseverleri neler bekliyor?
Fatma Belkıs: Sergide Alâkadar filmini Buğra Dedeoğlu ile beraber kurguladığımız kısa bir versiyonu ve Türkiye entelektüel sınıfının temsil ve öz temsilleri olarak özetleyebileceğimiz 7 heykel var.
Sergi ismi olarak Belkıs Hanım ile Onur Efendi’nin tercih sebebi neydi?
Onur Gökmen: Bu serginin bizim için otobiyografik bir tarafı var. Fakat bu biyografiyi, benzer hislere sahip ya da bizden önce yaşamış kişilerden bağımsız görmüyoruz.
Sergideki eserlerin esin kaynaklarından biri de Osman Hamdi. Osman Hamdi’nin sergideki işleriniz üzerindeki nasıl oldu? Eserlerinizi üretim aşamasında nelerden etkilenirsiniz?
Onur Gökmen: Osman Hamdi, SALT’ta yaptığımız sergi için önemli bir karakter. Babası tarafında Paris’e hukuk eğitimi için gönderiliyor. Bu eğitimi tamamlamıyor, fakat Osmanlı Devleti’ne geri dönünce Arkeoloji Müzesi, Sanâyi-i Nefîse Mektebi (şu an Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) gibi kurumları kuruyor. Bunun yanında, çağdaşı Avrupalı entelektüeller gibi farklı disiplinlere de ilgisi var: Resim yapıyor, arkeolog. Fakat Avrupalılarla yolunun kesiştiği noktada, zor bir pozisyonda kalıyor. Belki onlar kadar entelektüel, günlüklerini Fransızca tutuyor, fakat bir Avrupalının gözünde, Osmanlılı bir Müslüman. Osman Hamdi’nin 100-120 yıl önceki pozisyonunun, yaşadığımız zaman ile ilişkisini sorguluyoruz.
Salt'ın "Ardışık" isimli serisininin dördüncü sergisi olan Belkıs Hanım ile Onur Efendi, geçtiğimiz kasım ayında SALT Galata'da sanatseverlerin ziyaretine açıldı. Belkıs Hanım ile Onur Efendi sergisi, modernleşme hamlesiyle beliren bir “aydın” kimliği ve onun beraberinde doğan çalkantılı ruh hâllerine odaklanıyor.
Fatma Belkıs ve Onur Gökmen, bu karaktere atfedilen seçkinci avangart tavrın Tanzimat’tan itibaren nesilden nesile aktarılmış olma ihtimalini sorguluyor.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta, sanatçılar Fatma Belkıs ile Onur Gökmen ve Ardışık programının sorumluları Almira Akbıyıkoğlu ile Farah Aksoy'la Ardışık programını konuştuk.
“Ardışık” programı nasıl oluştu, nasıl bir süreç işledi oluşum aşamasında?
Amira Akbıyıkoğlu: Pandemi öncesinde birlikte çalışmak istediğimiz bir grup sanatçıyla açık uçlu bir iletişim ağı oluşturmuştuk. O günlerde zihinleri hangi meselelerle meşguldü? Önlerinde ne vardı? Bazı sanatçıların kağıt üzerinde düşünceleri vardı. Diğerleri belli bir noktaya getirdikleri projelerine devam ediyordu. Mesela Barış Doğrusöz. Üçleme olarak kurguladığı serinin ilk iki videosunu izlemiştik, üçüncü videoyu tamamlamasına destek olup SALT’ta sunmasını çok istiyorduk. Fatma Belkıs ve Onur Gökmen ellerinde bir senaryoyla bizi ziyarete geldiler. Sharjah Art Foundation prodüksiyon fonunu almışlardı. Alâkadar’ın çekimlerine başlayacaklardı. Çekim öncesinde, esnasında ve sonrasında birbirimize geri bildirimlerde bulunarak ilerledik. Deniz Gül’ün bize bahsettiği ilk iş Klavuz’du. 2016’da bir yazım kılavuzuna kırmızı kalemle notlar almaya, kelimelerin veya bir bölümlerinin üstünü çizip yerlerine başka kelimeler, sözler, ekler getirmeye başlamıştı. Sohbetimiz vesilesiyle önce o iş raftan indi, tekrar kırmızı kalemle taranmaya başladı. Ezcümle, sanatçıların henüz tohumlarını attıkları ya da bir sebepten rafa kaldırdıkları veya bitirmeye gayret ettikleri projelerine omuz vermek istiyorduk.
Program çerçevesinde yer alan sergiler ve işler hakkında bilgi verir misiniz?
Farah Aksoy: Ardışık, sırasıyla Barış Doğrusöz, Deniz Gül, Volkan Aslan, Fatma Belkıs ve Onur Gökmen ikilisi ile Aykan Safoğlu’nun SALT Galata’da art arda yer alan sergilerinden oluşuyor. Aynı kuşaktan gelen bu sanatçıların pratiğinde öne çıkan taze görsel ve kavramsal dağarcık, yaklaşık 25 yıla dayanan tanıklıkları ve ortak hassasiyetleri etrafında şekilleniyor.
Ardışık programının ilk sergisi olan Güç Odağı, Barış Doğrusöz’ün 2017’den bu yana üzerinde çalıştığı ve sergiye ismini veren video üçlemesinden oluşuyordu. Sergi, “Suriye Çölü’nün Pompeisi” olarak bilinen Dura-Europos antik kentinin tarihini harabe estetiği, temsiliyet ve sömürgeci söylemin anlatı inşası temelinde inceledi. Programın ikinci sergisi Kazı ve Yüzey’deki işlerinde şimdiye dek başvurduğu görsel mecralardan uzaklaşan Deniz Gül, dilin yalnızca bir iletişim aracı şeklinde tanımlanmasına karşı, üretiminde sözcükleri kullandı. Gül, SALT Galata’nın -1. kattaki sergi mekânından başlayarak binaya yayılan, kurumun ziyaretçilerini işlerin aktif kullanıcıları olmaya davet eden enstalasyon ve çevrimiçi projeler geliştirdi. Sergi bağlamında hayata geçen Çeviri websitesi (www.ceviri.info) ile #Kelimeler (https://hashwords.net/) projesi hâlen güncelleniyor ve erişime açık. Volkan Aslan, Sağlıcakla Kal sergisinde, yaşamını sürdürdüğü İstanbul’un aciliyetlerine ve politik iklimle şekillenen dalgalı ruh hâllerine atıfta bulunduğu videolarla birlikte Salt Galata yapısına ve bulunduğu sokağa taşan işler üretti.
Fatma Belkıs ve Onur Gökmen’in 2021 tarihli "Alakadar" videosundan bir kare (sanatçıların izniyle)
Fatma Belkıs ve Onur Gökmen’in Belkıs Hanım ile Onur Efendi sergisi ise modernleşme hamlesiyle beliren bir “aydın” kimliği ve onun beraberinde doğan çalkantılı ruh hâllerine odaklanıyor. Otoriteye karşı çıkmanın zorluğu ile sanatsal üretimde başarısız olma korkusunu nükteli bir dille ele alan sergi, sanatçıların ilk uzun metrajlı kurgu filmi Alâkadar’dan (2018-süregelen) bir kesit ve bir dizi heykelden oluşuyor. Ardışık serisinin son sergisi, Aykan Safoğlu’nun Hundsstern steigt ab [Dog Star Descending] (2020) filminin Türkiye’deki ilk gösterimine ev sahipliği yapacak. Sergide sanatçının fotoğraf enstalasyonları da yer alacak.
Bu programın devamı gelecek mi? Türkiye şartlarında böyle projeler yapmanın, hayata geçirmenin zorlukları var mı?
Farah Aksoy: Ardışık’ı beş sunumdan oluşacak şekilde programladık. Bu sebeple seri, Şubat’ta Aykan Safoğlu’nun sergisinden sonra tamamlanacak. SALT, sanatçıların yeni üretim yapmalarına hâlihazırda zaten hep destek veriyordu ama Amira ile beraber kurguladığımız serinin, pandemi döneminin getirdiği aciliyetler temelinde önemli bir görevi üstlenip yerine getirdiğini düşünüyoruz. Yeni iş desteğini içeren uzun soluklu projelerin yalnızca Türkiye’de değil, dünya genelinde zorlukları olduğuna inanıyorum. O sebeple, Ardışık özelinde konuşacak olursak bu programı Türkiye’de gerçekleştirmenin özel bir zorluğu olduğunu söyleyemem.
Fatma Belkıs ve Onur Gökmen’in Belkıs Hanım ile Onur Efendi (2021) sergisinden görünüm
İlk uzun metraj filminiz Alâkadar’dan bir kesitle başlıyor Belkıs Hanım ile Onur Efendi sergisi. Ben de ilk soru olarak filmle başlama istiyorum. Alâkadar’ın çıkış noktasını öğrenebilir miyiz?
Fatma Belkıs: Alâkadar filminin çıkış noktası melankolik bir duygu durumu. Biz bunu kırılganlık ve yaralanabilirlik arasında gidip gelen bir duygusal alan olarak tanımlıyoruz. Bu hâli kendimizde ve yaşıtımız arkadaşlarımızda gözlemledik öncelikle. Daha sonrasında anne babalarımızın jenerasyonunda ve hatta yüzyıl dönümünde yazılanlara bakınca o dönemin entelektüellerinde de farklı tezahürleri olduğunu gördük. Bu yüzden bu duygu durumunun bize özel bir hâl değil de, bu coğrafyada nesilden nesile aktarılan bir yük olduğuna karar verdik. Bunu bir yük olarak tanımladık çünkü kimsenin kendi inisiyatifi ile bu duyguyu taşıma sorumluluğunu aldığını düşünmüyoruz. Uzun süredir bireysel özgürleşme ve toplumdaki yerini tanımlama ile ilgili bir gerilim içinde yaşayan, okuyan, üreten, araştıran ve kabaca “entelektüel sınıf” olarak tanımlanan bir grup insanın kucağına bu yükü bırakanın da Osmanlı Devleti’ne Avrupa’dan biraz daha geç gelmiş modernizm idealleri, bu geç kalmışlık kompleksi ve “çağdaş uluslar seviyesinde” olma endişesi olduğunu düşünüyoruz. Alâkadar’ın çıkış noktasında buralı olarak yaşadığımız endişe var.
Fatma Belkıs ve Onur Gökmen’in 2021 tarihli "Alakadar" videosundan bir kare (sanatçıların izniyle)
SALT’ta Ardışık programı içerisinde sergi oluşum süreci nasıl işledi? Fatma Belkıs ve Onur Gökmen ortak sergi kararını nasıl aldı?
Fatma Belkıs: Biz uzun zamandır arkadaşız. İlk işbirliğimizi 10 sene önce yaptık. O zamandan beri tarihin nasıl yazıldığı ve nasıl manipüle edildiğini beraber düşünüyoruz. Alâkadar’ı beraber çektik çünkü belki de bu duyguyu en çok birbirimizle paylaşmıştık. Ya da bunun üstesinden gelmek için yanımızda birisi olsun istedik ve birbirimizi seçtik. Sergideki diğer heykeller de Alâkadar anlatısından ilham alarak şekillendi zaten.
Belkıs Hanım ile Onur Efendi sergisinde sanatseverleri neler bekliyor?
Fatma Belkıs: Sergide Alâkadar filmini Buğra Dedeoğlu ile beraber kurguladığımız kısa bir versiyonu ve Türkiye entelektüel sınıfının temsil ve öz temsilleri olarak özetleyebileceğimiz 7 heykel var.
Fatma Belkıs ve Onur Gökmen, "Geç olsun güç olmasın", 2021 Fotoğraf: Mustafa Hazneci, SALT
Sergi ismi olarak Belkıs Hanım ile Onur Efendi’nin tercih sebebi neydi?
Onur Gökmen: Bu serginin bizim için otobiyografik bir tarafı var. Fakat bu biyografiyi, benzer hislere sahip ya da bizden önce yaşamış kişilerden bağımsız görmüyoruz.
Sergideki eserlerin esin kaynaklarından biri de Osman Hamdi. Osman Hamdi’nin sergideki işleriniz üzerindeki nasıl oldu? Eserlerinizi üretim aşamasında nelerden etkilenirsiniz?
Onur Gökmen: Osman Hamdi, SALT’ta yaptığımız sergi için önemli bir karakter. Babası tarafında Paris’e hukuk eğitimi için gönderiliyor. Bu eğitimi tamamlamıyor, fakat Osmanlı Devleti’ne geri dönünce Arkeoloji Müzesi, Sanâyi-i Nefîse Mektebi (şu an Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) gibi kurumları kuruyor. Bunun yanında, çağdaşı Avrupalı entelektüeller gibi farklı disiplinlere de ilgisi var: Resim yapıyor, arkeolog. Fakat Avrupalılarla yolunun kesiştiği noktada, zor bir pozisyonda kalıyor. Belki onlar kadar entelektüel, günlüklerini Fransızca tutuyor, fakat bir Avrupalının gözünde, Osmanlılı bir Müslüman. Osman Hamdi’nin 100-120 yıl önceki pozisyonunun, yaşadığımız zaman ile ilişkisini sorguluyoruz.