(Kısa bir not: Aşağıdaki makalede uygarlıkların çöküşü ile alakalı konulardaki klasik görüşlere muhalif yeni görüşler ortaya konulmakta ve bu bağlamda düşünüldüğünde, arkeolojideki son gelişmeleri –kısmen de olsa- anlayabilmek yine söz konusu makale sâyesinde mümkün olmaktadır. Uygarlıkların çöküşünü “sosyal, politik ve ekonomik kombinasyonlarla açıklamaya çalışan” klasik arkeologların görüşlerinden ziyâde, burada, söz konusu çöküşün sebebi sert iklimsel koşullara bağlanmakta ve böylece uygarlık-coğrafya ilişkisinin tekrardan sorgulanması mümkün kılınmaktadır. –Bilgin Güngör)
Uygarlıkların Çöküşünü Ne Hızlandırır?(Harvey Weiss ve Raymond S. Bradley)
Çev.: Bilgin Güngör
Arkeolojik ve târihî belgeler; pre-historik(târih-öncesi), antik ve pre-modern sosyal çöküşlerle ilgili kanıtlarla doludur. Bu çöküşler biraz hızlı vuku bulmuş ve sıklıkla da bölgesel göçlerle, bir geçim temelinin bir diğeriyle yer değiştirmesiyle(örneğin avcılık ile tarımın birbirinin yerini almasıyla) veya bir sosyo-politik organizasyonun daha güçsüz bir sosyo-politik organizasyona dönüşmesiyle(örneğin imparatorluktan yerel bir devlete geçiş) sonuçlanmıştır. Bu çöküş dönemlerinin çoğu, özellikle arkeologlar tarafından sıklıkla tartışılmış ve onları genellikle şu sonuca ulaştırmıştır: Sosyal, politik ve ekonomik faktörlerin kombinasyonu, bu tür çöküşlerin temel sebepleridir.
Bu perspektif, zamanlamanın, büyüklüğün ve geçmiş iklimsel olayların gelişmiş bir ölçüsünü sunan yüksek-çözünürlü bir birikimle birlikte artık değişmektedir. Bu türden iklimsel olaylar birdenbire oluvermiştir ki bunlar, zamanımızın insanına oldukça tanıdık gelen ve onlarca yüzyıl boyunca da tekrar tekrar ortaya çıkan yeni iklimsel koşullarla alakalıdır. Dahası, bu tür iklimsel olaylar son derece yıkıcı olmakta ve uygarlıkların çökmesine yol açmaktadır(ki böylesine bir cevap, diğer başa çıkılamaz soruları da aşmamıza yönelik bir atılım olabilir).
Eski dünyaya âit uygarlıkların çöküşüne kanıt olabilecek materyalleri Güneybatı Asya’daki avcı ve toplayıcı Nautuifan kabilesinde bulmak mümkündür. Yaklaşık 10.000 yıl önce, Nautufian’lar düşük nüfuslarının geçimi için göreceli bir şekilde az bir emek isteyen avcılığı ve toplayıcılığı, hayvan bakıcılığı ve bitki yetiştirmenin yeni emek-yoğun geçim stratejisiyle değiştirdiler. Uygarlıkların ortaya çıkışının anahtarı olan ve nüfusun yükselmesindeki önemli artışları, zanaatların özelleşmesini ve sınıf formasyonunu içeren bu tarımsal devrim, büyük ölçüde artı-ürün üretim ve dağıtım becerisinin sonucudur.
Peki Nautufian’ların hayât şekillerini böyle şiddetli bir şekilde değiştiren şey neydi? Eldeki güvenilir tarihsel verilere ve gelişmiş paleoklimatik yorumlara göre artık şurası açıktır ki; bu değişim, “Younger Dryas” denilen ve yaklaşık 12.000 veya 13.000 yıl önce vuku bulduğu tahmin edilen iklimsel döneme denk düşmektedir. Son buzul çağının bitişinin ardından Güneybatı Asya kıraç bir step iklimiyle donanmışken, Kuzey Mezopotamya ve Doğu Akdeniz’in iç bölgeleri arasında mevsimsel yoğunluğu arttıran bir değişim meşe ağaçları ve yabani tahıllarla kaplı bir alanın gelişmesine sebep oldu. Buraları, başlangıçta avcı ve toplayıcı bir hayat yaşayan Nautufian yerlilerinin temel geçim kaynaklarını ürettiği bir çevreydi. Oldukça soğuk ve kurak hava şartları, “Younger Dryas” zamanında aniden bir değişim gösterince, buradaki kaynakların büyük bir kısmı azaldı ve bu kaynakların alt üst olmasıyla Nautufian’ların geçimini sürdürmesi olanaksız hâle geldi. Böyle olunca da Nautufian’lar yer değiştirmeye ve yoğun bir ekimin mümkün olabildiği bir yere geçmeye mecbur kaldılar.
İkinci bir buzul çağı-sonrası şoku Nautifan’ların gelişiminin gidişatını değiştirdiği zaman, bu erken tarımsal yerleşimlerin sosyo-ekonomik ve nüfus yoğunlukları, yaklaşık M.Ö.6400’e kadar sürekli arttı. Paleoklimatik veriler, bu zamanda etkin bir iklim değişiminin olduğunu imler ve son iklimsel değişim Kuzey Antartika’yı da kaplayan buz tabakalarının çözülmesiyle de bağlantılı olduğunu söyler. Ortadoğu’da, yaklaşık iki yüz yılı aşkın bir zaman diliminde, Doğu Akdeniz ve Kuzey Mezopotamya’daki tarımsal yerleşimlerin terk edilmesi süreci gerçekleşti. Mezopotamya’daki nemli koşullara sonradan vuku bulan dönüş, Dicle-Fırat alüvyal ovasının ve deltasının yerleşimini arttırdı; ki buraları, zengin nehirlerin ve mevsimsel su havzalarının mekânı olarak bilinir.
M.Ö. 3500’lerde, etkin sulama kanalları ile zenginleştirilmiş tarımsal topraklara sâhip son yerleşik Uruk toplulukları Mezopotamya toprakları üzerine yayıldı. Burada henüz yeterli bir üretimsel fonksiyona erişemeyen son Uruk “koloni”leri Yakın Doğu’nun kuru ve tarımsal kısımları arasında kuruldu. Fakat bu kolonilerin ve son Uruk toplumunun genişlemesi, M.Ö. 3200-3000 târihleri arasında aniden durmaya başladı. Arkeologlar, yaklaşık 30 yıldır, bu türden bir çöküntü karşısında ne diyeceklerini bilemez durumdaydılar; fakat şimdi, 200 yıldan daha az, kısa bir kuraklığın olduğuna dâir paleoklimatik kanıtlar elimizde mevcuttur.
Tekrar yağmurlu ve sulu hava şartlarına dönüşten sonra, politik olarak merkezileşmiş ve sınıfsal temeller üzerine yükselmiş şehir toplumları Batı Asya, Mısır ve Mezopotamya’nın sulak arazileri üzerinde yükselmeye başlamıştı. Mezopotamya’nın Akad İmparatorluğu, Mısır’ın eski piramit-yapıcı krallığı, Yunan krallıkları ve bil-cümle imparatorlukların hepsi M.Ö. 2300’lerde ekonomik üretimin zirvesine ulaşmışlardı. Ancak bu periyod da uzun süreli olmadı ve M.Ö. 2200’lerde, yani yaklaşık 100 yıl sonra, söz konusu toplumların ekonomik ve sosyal yapısını felâkete uğratan kuraklık ve soğukluk baş göstermeye başladı. Bu zaman boyunca, %30’lara kadar inen ve kendisiyle birlikte tarımsal arazilerin de azalmasına sebep olan yağış miktârındaki düşülerle birlikte Akdeniz havzalarında ve muson akıntılarında değişikliklerin baş göstermiş olduğu, belgelerle saptanmıştır.
Eski Dünya’dan alınan bu örnekler gösteriyor ki, kabilelerden devletlere veya imparatorluklara kadar birçok prehistorik ya da erken tarihsel toplumlar/topluluklar, iklimsel felâketlere yüksek oranda maruz kalmışlardır. Pek çok arkeolojik kaynak da bu olgunun varlığını kanıtlamaktadır.
Yeni Dünya’ya âit yüksek-çözünürlüklü kayıtların bir kısmı dahi, tekrarlanan sosyal çöküntülerin yakın sebebi olarak, ani iklimsel değişiklikleri işâret etmektedir. Kuzey Peru sahillerine yerleşen Maya Uygarlığı, M.S. 600’lü yıllarda buzulların eşlik ettiği bir kıtlıktan nasibini almışlardı. Bu süreçte baş şehir yıkılmış, çevre alanlar ve tarımsal araziler yok olmuş ve genel bir kıtlık durumu baş göstermişti. Söz konusu uygarlığın baş şehri böylece zorunlu olarak kuzeye kaydırılmış ve yeni/uyarlanabilir tarımsal ve mimari teknikler uygulanmaya başlanmıştı. Bu tarihten tam 400 yıl sonra, And Dağları’nın merkezinde kurulmuş olan Tiwanaku Uygarlığı’nın tarımsal bölgeleri, mevcut jeolojik incelemelerden de anlaşılacağı gibi, uzun bir kuraklık sonucu ortadan kalkmıştı. Meksika ve Orta-Amerika’nın diğer bölgelerinde ise, jeolojik buluntuların gösterdiği kadarıyla, bin yılın en sert ve en uzun kıtlığından dolayı Maya Uygarlığı’nın tarımsal arazileri ortadan kalkmış ve bu durum da söz konusu uygarlığın sonu olmuştur. Kuzey Amerika’daki Anazasi Uygarlığı da benzer şekilde, M.S. 13. yüzyıldaki azalan sıcaklıklara ve olağanüstü kıtlık durumuna dayanamayıp yok olmuştur.
Son 11.000 yıl boyunca iklimin çok sâkin olmadığına ve ciddi iklimsel değişikliklerin yaşanmadığına inanılırdı; fakat paleoklimatik kayıtlar ciddi bir şekilde bunun böyle olmadığını gösteriyor. Onlarca veya yüzlerce yıllık kıtlıklar, söz konusu kayıtlara göre bu zaman aralığı içerisinde âniden vuku bulmuş, mevcut toplumların deneyimlerinde aksi bir durum teşkil etmiş ve onların tarımsal arazileri için oldukça yıkıcı olmuştur. Çünkü söz konusu dönemlerde toplumların teknik ilerlemeleri, bu türden doğal afetleri engelleyecek güçte değildi.
Bu son iklimsel değişiklikler, insan aktivitelerine bağlı değildir. Buna zıt olarak, gelecekteki iklimsel değişiklikler hem antrofojenik hem de doğal güçlere bağımlı olacak; özellikle de ikincisinin rolü gittikçe artacaktır. Şimdiki tahminlere göre bizler, gelecekteki iklimsel değişikliklerin hızlı ve güçlü olmasını beklemekteyiz. Küresel sıcaklıklar düşecek ve atmosferdeki devinimde bir değişiklik olacaktır; ki bu durum, tahmin edilmesi güç olan bir yağışsal değişime sebep olacaktır. Tüm bunlara rağmen, insanların beklemeye başladıkları yağışın yapısında değişiklikler meydana gelecek ve değişen sıcaklıkların önemi, insanlara iklim merkezli bozulmaya yönelik bir beklenti sunacaktır. Ancak her ne şekilde olursa olsun, 2050 yılında 9 ya da 10 milyona ulaşması beklenen günümüzün 6 milyon insanı, bu iklimsel değişikliklerden bir şekilde etkilenecektir. Teknolojik gelişmelerle birlikte, tıpkı pre-historik ve erken tarihlerde yaşayan insanlar gibi iklimsel değişimlerden nasibini alma potansiyeline sahip olan ve tarımsal bölgelerde yaşayan insanlar gelecekte de var olmaya devam edeceklerdir.
Elbette ki biz, geçmişteki uygarlıklarda yaşayan insanlara nazaran önemli üstünlüklere sahibiz, çünkü geleceği tahmin edebiliyoruz. Her ne kadar mükemmel boyutlara ulaşmasa da ve ya tahmin edilebilir bir doğrusallığı olmasa da, genel sirkülasyon modeli, bize, gelecekteki iklimsel değişikliklerin nasıl vuku bulacağını içeren bazı bilgiler sunabilir. Ayrıca nüfusun en çok nerede çoğalacağını bilebiliriz. İklimsel değişiklikler sırasında en çok zarar görmesi beklenen toplumların söz konusu zararlarını küçültecek stratejiler üretmek için muhakkak bu verileri kullanmalıyız. Kısacası, 21. yüzyıl büyük iklimsel felâketlere şâhit olmadan, önemli bir uluslar arası dayanışmaya gidilmelidir.
murekkephaber.com