Murat Erdin yazdıParis’teki ünlü Louvre Müzesi’nin artık Abu Dabi’de bir şubesi var. Fransız hükümetiyle, Abu Dabi şehri arasında imzalanan ve 30 yıl geçerli olacak anlaşmayla inşa edilen müzenin adı “Louvre Abu Dabi.” Abu Dabi'nin ortasındaki Saadiyat Adası'nda yapılacak müze projesinin sözleşmesi, Fransa Kültür Bakanı ile Sultan bin Tahnun El Nahyan arasında 2007 yılında imzalanmıştı. Abu Dabi şehri, Louvre ismini kullanabilmek için 195 milyon doları peşin olmak üzere 525 milyon dolar harcadı. Bu anlaşma belki de bir müzenin imzaladığı ilk “franchising” anlaşması oluyor. Yani kendi adını satarak şubeleşiyor. Louvre Abu Dabi Müzesi'nde sergilenecek eserler sadece Louvre’dan değil, Orsay Müzesi, Versay Sarayı ve Paris’in başka tanınmış müzelerinden de getirtilecek. Fransız sanat çevreleri anlaşmayı çokça eleştirse de louvre müzesi Direktörü Henri Loyrette yapılan anlaşmadan memnun. Bu sayede müze döner sermayesine yüklü miktarda para gireceğini hesaplamış olsa gerek.Louvre’un yaptığı bu gözalıcı anlaşma Batı’nın önde gelen diğer müzelerinin kendilerini sorgulamasına yol açtı. müzeler de tıpkı diğer işletmeler gibi kendilerini pazarlamalı mı ? Popüler markalarla işbirliği yapmak nasıl olur ? Bazı eserleri bir “tema” oluşturarak, bir hikaye anlatarak sergilemek daha çok ilgi çeker mi ? Louvre, British Museum, New York Metropolitan veya Vatikan gibi hiç boşalmayan müzelerin “ilgi çekme” sorunu yok. Ama finansal sorunlar her zaman gündemde. New York Metropolitan Müzesi Müdürü’nün geçtiğimiz günlerde görevinden ayrıldığını hatırlatmakta yarar var. Büyük müzelerin olağandışı giderlerini sadece giriş biletlerinden sağlanan gelirle karşılamaları mümkün olmuyor. Salonlarını zaman zaman konser ve toplantılara açarak gelir elde ediyorlar.Bazıları büyük markalarla işbirliği yapıyor. Yine Fransa’dan örnek vermek gerekirse, Versay Sarayı Müzesi’nin renovasyonu moda devi Dior tarafından yapılmıştı. Ardından Dior, pop müzik sanatçısı Rihanna’nın oynadığı yeni reklam filmini Versay’da çekti. Başka örnekler de var.Yılın büyük bölümünde boş kalan ve bu nedenle ziyaretçi avına çıkmak zorunda kalan küçük ve orta ölçekli müzeler ise gençleri de çekebilmek için sosyal medyayı sıkça kullanmaya başladı. Hollanda’nın Amsterdam kentinde bulunan ünlü “Rijks Museum”un internette yayımlanan reklam filmleri büyük ilgi toplamıştı. Reklam filmlerinden birinde ünlü futbol adamı Ruud Gullit de rol almıştı.Tarihin elle tutulduğu mekanlar olan müzeler artık zamanın donuklaştığı yerler değil. Bulunduğu kentin hayatına iyice eklemlenmiş sosyal mekanlar haline geliyor. Aynı aktif düşünceyi Türkiye’deki müzeler için de akıllara getirebiliriz. Klasik müzik konserlerinin düzenlendiği bir Dolmabahçe Sarayı, Yeniçerilerin avlusunda gezdiği bir Topkapı Sarayı, baştan sona tarihi bir öykünün anlatıldığı sergiler, bienaller, konserler, moda çekimleri ve reklamlar. Hepsi mümkün.Müzeler yaşıyor ve hiç ölmeyecekler. Ama sanırım daha canlı olmaları gerekiyor.
Gündem
04 Mart 2017 - 09:26
Güncelleme: 04 Mart 2017 - 09:35
Müzeler nasıl yaşar?
"Tarihin elle tutulduğu mekanlar olan müzeler artık zamanın donuklaştığı yerler değil. Bulunduğu kentin hayatına iyice eklemlenmiş sosyal mekanlar haline geliyor."
Gündem
04 Mart 2017 - 09:26
Güncelleme: 04 Mart 2017 - 09:35