Sanırız çevirileri (henüz yayımlanmadı) dışındaki bütün eserlerinin yayıma hazırlayanı Mahmut Ali Meriç`in, metinlere ilave ettiği açıklayıcı dipnotlar, kitaplar ve kitaplardaki metinler arasındaki çapraz referanslar için verdiği emek anılmadan eserlerin hakkı teslim edilmiş olmaz. Cemil Meriç`in uzun yıllar metinlerini dikte ettirdiği, dolayısıyla metinlerin hazırlanışlarını da gayet iyi bilen iki evladından Mahmut Ali Meriç`in kuru bir teşekkürden fazlasını hak ettiği ortadadır.
Hayran ve kızgın
Kültürden İrfana bir anlamda yalnızca külliyatın cildi olması hasebiyle değil, Cemil Meriç`in kendi düşünsel güzergâhının da son menzilidir. Yıllarca Türkiye`deki ve İslâm camiasındaki düşünce hayatının arazlarına eğilen, Batı`nın Doğu üzerindeki etkisini sağlam bir eleştirel bakışla ele alan, Batı kadar Doğu`nun hatalarına da dikkat çekmekten çekinmeyen Meriç, kültür ve irfan arasında kat edilmesi gereken yolun hangi duraklardan geçtiğini de ayrıntılarıyla resmeder. Kültür ve irfan arasında birini diğerinden, Batı`yı Doğu`dan aşağıda/uzakta gören bir mesafeden değil, ikisinin arasındaki ontolojik farktan ve bu farkın her iki taraf için de asıl anlaşılamadığından dertlidir Meriç. Tam da bu anlaşmazlığın, farklılıklar kadar ortaklıkları da berhava eden etkisinden, bu etkinin yaratıcı imkânları nasıl tarumar ettiğinden dertlidir. Bir yandan oryantalizm meselesini tartışırken diğer taraftan oryantalizmin/oryantalistlerin var ettiği külliyatın dahi hakkını veremeyen düşünce ikliminden şikâyetçidir. Söylenen ama didinmeyen, uğraşmayan, yaratmayan bir Doğu/İslâm düşüncesinin kendisini nasıl sekteye uğrattığını delilleri ile ortaya koyar. İslâm tarihlerinin, antolojilerinin oryantalistlerin emeğiyle bugüne tercüme edilmesine bir yandan hayran diğer yandan kızgındır. Hayrandır zira oryantalistlerin bilmedikleri dilleri öğrenme, sadece bu dillerle yetinmeyerek kelam ve fıkıh bilgisi edinmeye çalışmalarına, buna geliştirmelerine velhasıl bu azme hayrandır. Kızgındır çünkü bunu Doğu`nun yapması gerektiğine, kendisini yüzlerce yıl önce üretilmiş bilgi ağacından bu derece uzaklara atıp, bir kenardan türlü zaaflarla malûl nazarlarla ötekine bakıp iç çekmesine öfkelenmektedir.
Evet, belki de Batı tüm bu oryantalist bilgisi aleyhine Doğu`yu eğip bükmeye, kendince izah etmeye çalışmaktadır; Batı`nın Doğu bilgisi, Doğu`nun “düzelemeyeceği”ne inancı oryantalist bir iklimin neticesinde biçimlenmiştir. Doğu bundan çekmiş, ezilmiş, küçümsenmiş, hakir görülmüştür. İyi ama Doğu`nun bu konudaki kabahatlerini, sadece bir kurban olmayı seçmesini kabul etmek mümkün müdür? Cemil Meriç`in isyanı, bu soruya verilen kocaman bir hayır olarak şekillenir! Hem kendi bilgisine, tarihine, edebiyatına, usullerine uzak durup, Batı`yı, dillerini dahi öğrenmeye tenezzül etmeden anlamaya çalışacaksın, felsefesine uzak durup merak etmeyip tartışmaya kalkacaksın hem de elinde bu “silah”lar olmadan bu “savaş”ta galip gelmeye uğraşacaksın (“silah” ve “savaş” lafları elbette Meriç`in tercih edeceği sözler değil; o belki de fikri takipte ısrar ve azimle çalışmayı, gayreti tercih ederdi)… Bunlar Cemil Meriç`in kabul edebileceği argümanlar değildir. O zihnen kuşanmış, kendi fikri ve müktesebatından korkmayan bir Doğu arzusundadır; kızdığı, öfkelendiği nokta bunu yapmaya tenezzül dahi etmeyen kuşakların bilmişçe lafları, bu boş kendine güvenleridir.
Hint ormanlarının uğultusu
Gerçi bu kızgınlığı, öfkeyi gösterirken dahi kollayıcıdır Meriç; maddi dünyanın, siyasetin, sömürgeciliğin Doğu`ya yapıp ettiklerinin farkındadır. Kıyamaz, kızar… Bu nedenle İslâm medeniyetini tartışmak, İbn Sina`ya, İbn Rüşd`e dönmek, onları anlatmak ihtiyacı hisseder. Medeniyet tâbir ve mefhumunu tartışma zahmetinden çekinmez; El Biruni`den bahsederken “üzülerek kaydedelim ki, İslâm Ortaçağı`nın bu en büyükbilgini Batı`da çok geç tanınmıştır. Ondördüncü asrın en ansiklopedik kafası İbn Haldun da, üstadın adını bir kere bile anmaz. Tunuslu hâkimin Biruni`yi tanımayışı Harzem ile Mağrib arasındaki uzaklık ve matbaanın keşfedilmemiş olmasıyla izah edilebilir. Bize gelince... Türk aydınları, İslâm`ın insanlığa şeref veren büyüklerini ancak Batı dillerine aktarıldıktan sonra tanımağa alışkındırlar. Oysa El Biruni Avrupa`ya ondokuzuncu asrın sonlarında malûm olmuştur,” demekten çekinmez (s. 208); zira hem Batı hem Doğu geç tanımıştır Biruni`yi. Meriç, bizim geç tanımamıza daha fazla içerler.
Hülasa, Cemil Meriç kendince düşünce ateşine koşmuştur; hem anlamak hem de o gözü gibi sakındığı insanlara anlatabilmek için. Kitabın başlarında kendisinin kültürün mü irfanın mı hizmetinde olduğu sorulduğunda şöyle cevap verir: “Heyhat! Hidayet ilahî bir lütuf. Ben de belli bir çağın insanı olarak kültürün hizmetinde idim şimdiye kadar. Dünya kütüphanelerinin kapılarını yurdumun insanlarına açmak istedim. Hint ormanlarının uğultusunu taşıdım, edebiyatımıza. Batı`nın büyük düşünce fâtihlerini konuşturdum. Eserlerimin ‘kültür` cildi, aşağı yukarı tamamlandı. Bundan sonra ‘irfan` cildi başlayacak. Ayrıntılarla fazla uğraştım şimdiye kadar. Artık bu uzun yolculukta devşirebildiğim hakikat meyvalarını takdime çalışacağım okuyucularıma. Kültürden çok irfanla uğraşmak istiyorum,” (s. 33-34). Ömrü vefa etmemiştir bunu layıkıyla, doyasıya yapmasına. Okurlarına düşen acaba bunu bir öğüt, bir çağrı gibi kabul edip hatıranın gereğini yerine getirmek olabilir mi?
Kitapla İlgili Teknik Bilgi
KİTABIN KÜNYESİ
Kitabın adı: Kültürden İrfana
Yazar: Cemil Meriç
Yayınevi: İletişim Yayınevi
Konu : İnsan ve Toplum/ Kültür Sosyolojisi
Barkod : 9789750511899
Sayfa Sayısı : 493
Basım Tarihi : Haziran 2013