Ali İzzet Keçeci yazdı
Modern Rus edebiyatının kurucusu kabul edilen Aleksandr Sergeyeviç puşkin (1799-1837), sürgün ve karmaşa dolu hayatı boyunca Rus Çarlığı'nın pek çok şehrinde yaşamış ve eserlerini bu şehirlerde kaleme almıştır. Puşkin, şüphesiz kendisinden sonra gelecek edebiyatçı ve şairlere bir rol model olduğu gibi Rus aydınlanmasının da ilk neferlerinden biri olduğunu gerek yazıları gerekse mücadele dolu hayatında ödediği bedellerle göstermiştir. Puşkin, ailesinin zenginliği ve soyluluğu bir yana kendi gayreti ve azmi ile edindiği edebiyat ve sanat bilgisine, kişisel yetenek ve eğilimlerini de eklemiş ve ortaya şair, yazar, düşünür ve bir eylemci çıkmıştır. Önceleri Çar’ın sarayında da ciddi bir itibar gören Puşkin, ilerleyen zamanda kalemini yanlışları ortaya dökmeye ve sarayı eleştirmeye çevirince işler tam tersine dönmüş ve Puşkin’in eserleri yayımlanmadan önce bizzat Çar Hazretlerinin sansüründen geçmeye başlamıştır.
Şiir ve diğer eserlerinde geçmiş Rus edebiyatının aksine daha realist bir tavır çizen Puşkin, Rus dilinin inceliklerini kullanması ile de ünlenmiştir. Öyle ki; kendisinden sonra gelecek olan büyük Rus yazarları; Gorki, Tolstoy ve daha niceleri Puşkin’i bir referans olarak kabul edecektir.
Puşkin bu sıkıntılı hayatında bir de sürgünlerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Öyle ki; araya giren itibarlı dostları olmasa belki de soluğu Sibirya’da alacakken Güney Rusya’ya Kafkasya ve Ukrayna topraklarına sürgün edilmiştir. 1820-1824 yılları arasını kapsayan bu sürgün döneminde yaşadığı şehirden birisi de Odessa şehridir. Bugün Ukrayna’ya bağlı bir Karadeniz liman kenti olan Odessa o dönemde de büyüleyici bir şehirdir. Bu büyü büyük şair ve yazar Puşkin’i de etkilemiş ve bu güzel şehrin sosyal hayatını doyasıya yaşamıştır. Puşkin’in sürgün yıllarında Odessa’da yaşadığı ev bugün bir müze olarak hizmet vermektedir. O dönemde kullandığı eşyalar, bizzat kendi el yazmaları ve notları ve tabiİ birbirinden kıymetli tablolar bu müzeyi süslemektedir.
Bu büyülü evin merdivenlerini çıkarken sanki merdivenin başında Puşkin sizi bekliyor gibi bir his kaplar içinizi. Bu duyguyu bu evi ziyaret ettiğimde yaşadığım için yazının başlığını “Aleksandr Puşkin’in Merdivenleri” koyma ihtiyacı hissettim. Puşkin, hayata dört elle sarılan ve pek çok noktada Rus edebiyatının kurucu lokomotifi olarak kabul gören birisi olmasına rağmen, aşk hayatında istediğini bulamamış ve fırtınalı bir aşk sürecinin sonunda giriştiği düelloda hayatını kaybetmiştir.
Düello ve aşk kavramları bugün bize yabancı ya da gülünç gelebilir ancak 1800’lü yılların Rusya ve Avrupa’sında bir kadına aşık iki erkeğin aşkını ve gücünü ispat edebilmesinin yolu düellodan geçmekteydi. Çok sevdiği ve uzun uğraşlar sonucu evlenmeyi başardığı karısı Natalya Gonçarova aslında kocası Puşkin’e değil de Fransız İhtilali sonrası ülkesini terk ederek Rusya’ya yerleşen bir soyluya, d’Anthes’e aşıktı ve bu aşkı Rusya’da bilmeyen yoktu. Nitekim bu ilişkinin iyice açığa çıkmasına sinirlenen ve her şeyden çok sevdiği karısı Natalya’yı kimseye kaptırmaya niyeti olmayan Puşkin, bahsettiğimiz üzere o dönem aşkı ispatın en iyi yolu olan düelloyu tercih etmiş ve ünlü Fransız keskin nişancı d’Anthes’in karşısına çıkmıştı. Puşkin rakibini omzundan yaralarken kendisi de karnından yaralanmıştı. Rakibi iyileşirken kendisi iki gün sonra hayatını kaybedecek ve şiir ve yazı hayatı dahası Rus edebiyatı böyle bir değeri sadece 38 yaşında kaybedecekti.
Realist (gerçekçi) bir yazarın bu denli aşka tutkun ve aşk dolu şiirler yazması kimilerine garip gelse de, Puşkin tam bir aşk adamıydı. Sonu ölümle biten bir şekilde ispat etmiş olsa dahi, aşkı için her şeyi göze alan bir yazarın ülkesi ve halkı için neleri göze aldığını da bu olay net bir şekilde anlamamızı sağlamaktadır. Puşkin en bilinen şiiri olan “Ben sizi sevdim” de şöyle seslenir sevgiliye;
Ben sizi sevdim: belki bu sevda
Kalbimde sönmedi, kaldı izi;
Bu bir hüzne yol açmasın asla,
Hiçbir şeyle üzmek istemem sizi.
Sessizce, ümitsizce sevdim sizi,
Çile çekerek, kıskanç ve çekingen,
Öyle candan, öyle içtenlikli, ki
Başkası da öyle sevsin yürekten.
(Çeviri: Kanşaubiy Miziev & Ahmet Necdet)
Halkın tepkisinden çekinen Rus Çarı, Puşkin’in cenazesini halktan gizleyerek bir gece yarısı Aziz Georg Manastırı'na taşıtmış ve annesinin yanına defnettirmiştir. Halk doğal olarak böyle bir değeri kaybettiğine çok üzülmüş ve evi uzunca bir müddet ziyaretçi akınına uğrayarak saygıyla anılmasını sağlamıştır.