-1-
Fiyakası bozuk bir dünyayı cehennemsizleştirip yakışıklı bir cennetmiş gibi onu zihnimize kazıyarak şiddetin soğukluğunu belleğimizden silme isteği, toplumun doğaya uyunca isyanın mantık dışı kalacağı hayali; insanlığı devletler karşısında iğdiş edilmiş bir hale getirdi. Cehennem, Allah’ın imalatı ve her ihtimalde ikamet edilecek bir mekandır.
Mesele, şiddetin pratiklerinin yok edilmesinden daha çok, onun (şiddetin) insanlardan daha güçlü başka insanlar ve organlarca sistemli hale dönüştürülmesidir. Bu yönüyle, Schopenhauer’un, “insan, yağıyla çizmelerini yağlayabilmek için türdeşlerini öldürebilecek yapıdadır’’ sözü yabana atılacak cinsten de değildir. Modern devlet, meşru şiddet araçlarını kendi yapısında bulundurur. Bu devlet; insanlar birbirinin yağıyla çizme yağlamasın diye şiddeti kullanır, ona göre ideal olan da budur. Toplumlar iradelerinin bir kısmından bunun için feragat etmiştir. Ancak, modern devletin ayağı çok büyüktür, bu yüzden milyonlarca insan yağı, bir devlete ayakkabı yağlamanın toplam maliyetidir. Şiddeti sınırlandırmak için oluşturulan mekanizmalar şiddetin kendisi haline gelmeye başlayınca güvensizlik hissi her insanın kafasına tokmak gibi iner ve kişiler kendi adaletlerini kendileri gerçekleştirmeye çalışırlar: Mafyalar, illegal örgütler, silahlanmalar, cinayetler, cinnetler, gasplar evrensel örneklerdir. Silah bulamayanlar mutfaktaki ekmek bıçaklarına, biraz daha geleneksel olan kızgın yağa başvurur. (Türkiye örneğinde; cinayet olaylarının pek çoğunun bıçakla gerçekleştirildiği istatiklerle de ortaya çıkarılabilir).
Devletin akılcı bir denge oluşturarak bireylerin şiddet kullanma haklarını elinden alması dünyada yaşanan olaylara bakıldığında çok da başarıyla sonuçlanmadı. Hiroşima, Yahudi soykırımı, İspanya engizisyonu Avrupa’nın bataklığın içine saplandığının ve suçlunun baş tacı edildiğinin en çarpıcı kanıtıydı[2].
Old Nick[3]de aslında bir anlayışın bilinçaltıydı: Machiavelli İtalya’nın birçok krallığa bölünmesi tehlikesine karşılık güçlü bir yönetim uğruna amaç aracı haklı kılar düşüncesinin öncüsü oldu. Böylece, Makyavelizm’in temeli atılmış oldu, başarıya varmada hiçbir koşul tanınmıyordu. Ahlak dışılık sonuç için, yöneticinin aracı olabilirdi fakat yurttaşın ahlaki bozukluğuna göz yumulmamalıydı. İnsanlar kötüydü, pek tabii haklıydı Machiavelli, kötülük insanın hamurunda vardı, yoksa kovulur muydu ilk insan cennetten, Kabil Habil’i öldürür müydü, cennetin alternatifi bir cehennem tasavvuru olur muydu? Öyleyse bu kötücül insanların ne yapacağı belli olmaz, hatta prense severek mi bağlı kalırlar, korkarak mı bu bile şaibeli bir durumdu. Korkunun sevgiye üstün tutulması Yaşlı Şeytan için makul olandı. Prens her zaman iyilikseverlik, cömertlik vb. gibi hasletleri taşıyamayabilir, öyleyse rol yapacaktır. Devlet korunduğu sürece kötülükler unutulacaktır.
Olağanüstü amaçlar için şiddeti mazur görmek, gayretin tahtına dolandırıcılığı oturttu. Kendi varlığımızı armağan ettiğimiz devletler çürümüşlüklerini vatandaşlarına da bulaştırdı. Bağışıklık kaybedildi. Toplumsal şiddet, artık tüm varlığını her hücrede, her zerrede göstermeye başladı.
Petersburg’un Raskalnikov’u tam da böyle bir atmosferin ürünüydü. Yoksul Petersburg, Zengin Petersburg ve beş parasız sokaklarında gezinen Raskalnikov, hukuk öğrencisi… İktidar ancak eğilip onu almak cesareti gösterenlere verilir, diyordu Sonyacığına. Cesaret göstermiş ve öldürmüştü, tüm mesele buydu. Eğer insanın bit olup olmadığını sormaya başlasaydı, bit olmadığını anlayacaktı. Kendisi titreyen bir yaratık mıydı, yoksa hakları olan biri mi? Bu sorular toplumsal bir eşitsizliğin, şiddetin, travmanın ürünüydü. Solon, Napolyon gibi kimi insanlar insanlık tarihi boyunca her türlü toplumsal kuramı yerle bir ederek olağanüstü insan olmuşlardır, dönemlerinde suçlu olarak görülseler bile sonraki toplumlar onları insanlığın kurtarıcıları gibi görmüşlerdir.
Ezilen insanlar ses çıkarmamaktadır, onlar birer koyundur. Tek çıkış yolu basit halkın kutsal saydığı değerleri taşlamaktan geçecektir, sıradan olmak acıdır, oloğanüstülüğü sorgulayacaktır işleyeceği bir cinayetle. Sonra teorisini kendi aklıyla yıkacak; asıl ahlak taşıyıcılarının Sonya gibi sıradan insanlar olduğu sonucuna varacaktır. Acıların içinde yaşam savaşı veren insanlar Raskalnikov’u dize getirecektir.
-2-
Her insanın yaşam hakkı kutsaldır cümlesi çizilen bu tabloda havada asılı kalıyor. Dünyada yaşamak için katil olmak şart koşuluyor. Devletler, varlıkları için öldürüyor. İnsanlar da varlıkları için devletleri gibi öldürecektir. İmitasyon bir cennetin altında bir cehennem mutlaka olacaktır.
“İşte Savaş! Savaşta daima öldüren kazanır. Kazanan daima haklıdır. Bu hep böyledir böyle de sürüp gidecek. (…) Öldürülmek senin iradene bağlı değildir; hiç kimse öldürülmek için can atmaz ve hiç kimse öldürülüp öldürülmeyeceğini kestiremez. Oysa öldürmek irade işidir, özellikle savaşta zorunlu olup hiçbir kayıt ve şart tanımayız. Hal böyle olunca kendine ‘ölmek-öldürmek’ seçeneğini nasıl sunarsın? (...) Ve kavşaklarda tekerler tıkırdıyordu; öldürmek-öldürmemek, öldürmek öldürmemek, öldürmek-öldürmemek”[4]. Bu sözler “sanat ürünü” olduğu için mi yoksa vicdan denilen şey ile ölme ihtimali, öldürmek ile öldürmemek arası bir yeri işaret ettiği için mi içimizi yaralar? (Gerçi, sanat da, ruha eriştiği sürece sanattır.) Öldürmek ile öldürmemek… Makul olan (!); hayatta kalabilmek için gerekeni yapmaktır, öldürmek, ne için olduğu çok önemli değil, amaca giden her yol mübahtır. Bu alan, şiddetin, modern devletin kokuşmuş katliam içerikli zihniyetinin, yani zehrin ta kendisinin topluma enjekte edildiği yerdir. İnsan şiddetle ilk burada burun buruna gelecektir. Her pipili asker doğacak, eğitim hayatı boyunca öğretmenin vurduğu yerde gül bitecek, çocuklar doğar doğmaz bürokrasinin eline teslim edilecek, kadın kocasının sözünü dinleyecek, dinlemezse devlet kocaya, koca kadına, sonra herkes birbirine Allah ne verdiyse / aile sıcaklığının olmadığı ortamda, bir küçük, çocuk yanının en hayati derdini Marko Paşaya anlatarak büyüyecek / Barış şurubu içilmeyecek, tüm fobilerimiz depreşecek. Yabancı fobimiz, Yahudi fobimiz, İslamofobimiz, Allahsız Fobimiz, Çok Allah’lı fobimiz, korkularımız, fobimiz… Sonra güvensizlik içine gömüleceğiz. Bu güvensizliğimizden kurtulmak için tek çaremiz Old Nick’in devletin yaşaması için önerdiği serumlar olacak. Amaca giden her yol Paris, Paris eliti olmak isteyeceğiz, Brad Pitt olmak isteyeceğiz, Che olmak isteyeceğiz, kendimizden başka her şey olmak isteyeceğiz, hem de bir anda, çalışmadan çabalamadan dünyanın en zengini olup en güzel manitalarla geceyi gündüz etmek isteyeceğiz. Televizyon seyredeceğiz, alacağız, vereceğiz, tüketeceğiz, amerikan şalvarı olsun da ne olursa olsun diyeceğiz. Domatesin salçalısını, kadının kalçalısını, hepsini sömüreceğiz. Bakacağız sonunda ne Parisli bir elitiz, ne de dünyanın en zenginiyiz. Amaçsız kalacağız bir anda, şuursuz bırakılacağız.
Kehanet değil bunlar, oluyor ve olmakta… Bu sorun Türkiye’de yeni yetişen gençliğin şiddete adım adım yaklaşma öyküsüdür. Tamamen amaçsız, yüksek amacı kesinlikle yok, tahribatı nedensiz bırakılışından ileri gelmektedir. Türkiye’yi kendi hayaline göre dizayn etme, onu daha güzel bir ülke haline getirme gibi bir endişesi de yok. Kavgası bir ülküye hizmet değildir. Kendisinden başka her şey tehdittir. Sartre’nin evreninin içine düşmüştür. Başkaları cehennemdir artık onun için. Kötülük yaparak hayatta kalacak, böylece var olduğunu hissedecektir. Temeli modern devletin salt bireyci, duygusuz, kreşli, soğuk, bürokratik, otoriter, totaliter, savaşçı, ‘değer’siz toplumudur. Nedeni gerçek savaşları saklayan, olanı olduğu gibi vermeyen, azımsayan medyadır, daha çok medyanın arkasında duran unsurlardır. Nedeni sanal savaşlar, sanal duygular, sanal heyecanlar vs. vs. Psikopatidir bu artık, vicdanın yok olduğu, şiddetin doruk noktaya ulaşıp, hiçbir panzehirin olmadığı yerdeyiz.
Burada “V for Vendetta” denilmelidir. Hannah Arendt’a göre, “bütün davranışlar gibi şiddet de dünyayı değiştirir”. Kuşkusuz dünya değişecektir ve şiddete karşı şiddet gösterenler de ölecektir, “geriye kalan, kurşun geçirmeyen tek şey, düşünce olacaktır”. Ama, Cemil Meriç’e göre; “Son Kavga”[5]olmayacaktır bu muhtemelen. “Damarlarda dolaşan kanda kuvvetinin kaynağını arayan insan, kemirilen otlarla parçalanan etlerin lütfuna uğramış bir iskeletten başka bir şey midir? (…)Yeryüzünün herhangi bir kuvvetine dayanan kişi, bunu yapamayan zayıfları sürüm sürüm mezara kadar süründürmesini biliyor. Buna kuvvet mi diyorsunuz? Kuvvetse bu, neden kaplanlarla yılanlar yaşattığı için dünyamızın yüzü gülmüyor? Neden bunlar huzursuz bir saldırma halinde ömürlerini geçiriyorlar? Korktuklarından şüphesiz. (…) Hür ve kuvvetli olan insan yırtıcı olan değil, yaratıcı olan insandır. (…) Acımayan gafildir, korkaktır ve bedbahttır”[6]. Aynı şekilde, Şeyh Edebali’nin nasihatını kendi üstüne almayan, şiddete şiddetle karşılık verileceğini ifade eden yöneticiler de, gafildir, korkaktır ve bedbahttır[7].
Halbuki, insanı insan yapan değerler devletlerin ve diğer organizasyonların yapılandırılmasında dikkate alınırsa, bir gün, hürriyet, “bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı”[8]olmaktan çıkarılırsa, varlık sebebimiz yok edilmezse, belki o zaman şiddet en aza indirgenmiş olacaktır. Kuvvet, “yıkıcılık” değildir. Sevmek sessizliktedir. Bağırarak sevmeyin, tokatlayarak sevmeyin. Yeter ki yine de sevin.
murekkephaber.com
[2] Bkz. Reemtsma, J. P.: Vahşeti Kavramak, Ayrıntı, 1. Baskı, 1998; Laclavetıne, J. M.:Yarın Dündür, İletişim, 1. Baskı, 1998
[3] Bkz. Machiavelli, Hükümdar, Şüle, 4. Baskı, 2005
[4]Aytmatov, C.: Dağlar Devrildiğinde, Ufuk Yayınevi, 2007, s. 247 vd.
[5] Meriç, C.: Bu Ülke, İletişim, 2008, 29. Baskı, s. 209: “Şiddeti yok eden şiddet yalanların en alçakçası değilse vehimlerin en şairanesi”;
[6] Topçu, N.: Var Olmak, Dergah, 6. Baskı, 2008, s.63 vd.
[7] “Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana… Güceniklik bize; gönül almak sana (…) Suçlamak bize; katlanmak sana … Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana… Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana... Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana… Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana... Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana… Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez! Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez”. (Şeyh Edebali)
[8] Tanpınar, A. H.: Saatleri Ayarlama Enstitüsü, 10. Baskı, 2008, s. 21