Babıali Enderun Sohbetlerinin 7’inci toplantısında yazar, şair, bestekâr, viyolonsel sanatçısı ve ûdî Fırat Kızıltuğ, Münir Nurettin Selçuk’tan Necdet Yaşar’a, Ahmet Kabaklı’dan Kemal Eraslan’a kadar birçok musikişinas, edebiyatçı ile birlikte yaşadığı hatıralarını anlattı. Bir sanatı bilmek için hayatını vereceksin diyen Kızıltuğ, sözlerine şöyle başladı:“Son zamanlarda çok kıymetli insanları kaybettik. Öyle kişiler vefat etti ki beş bin kişiye on bin kişiye bedel; bazısı dünyalara bedel. Böyle arkadaşlarımız vefat etti. En son geçen pazartesi günü Ankara’da, Yücel Hacaloğlu Kocatepe Camii’nden kaldırıldı. Ben Trabzon Öğretmen Okulu’nda okurken Yücel lisedeydi. Sait Celâlettin Yılmaz, Aslan Yağanoğlu, Yücel Hacaloğlu, Rasim Şimşek ve ben; beş kişi akşamüzerleri toplanır, Trabzon limanına hâkim bir yerde oturur, kitaplar hakkında konuşurduk. Mecmualardaki yayınları birbirimize aktarırdık. İstanbul’dan kitaplar getirtirdik.Toprak dergisinin değişmez aboneleriydik. İstanbul dergisine aboneydik, Mehmet Kaplan İstanbul Dergisinin ön sözünü yazıyordu. Yücel’in arka cebinde bir defteri olurdu, sürekli not alırdı.”“HOCAM BU ŞARKI BENİ ÇOK ÜZÜYOR”İstanbul Dergisi koleksiyonlarından Ahmet Kabaklı’nın şiirlerinin kütüphanesinde olduğunu ifade eden, Kabaklı’nın şair yönünü ortaya çıkaran Kızıltuğ sözlerine şöyle devam etti:“Beni çok üzen ikinci vefat Münir Özkul’un kaybıydı. Münir Abi’nin kızı Güner, okulda bizim talebemizdi. Bir gün Ekrem Zeki Ün’ün bir şarkısını öğrettim. Şarkıda bir köpek balkona çıkıyor, uçmak istiyor, karga da onu teşvik ediyor: ‘Havla atla aşağıya uçarsın.’ Fakat köpek havada uçarken yere düşüyor ve ölüyor. Şarkıyı öğrettik. Köpek ölmüş, karga gülmüş. Ders bitti. Güner geldi, iki gözü iki çeşme ağlıyor. ‘Kızım ne oldu’ dedim. ‘Ama Hocam köpek ölmüş.’ ‘Kızım o şarkı’ dedim. ‘Hayır, bu şarkı beni çok üzüyor hocam.’ ‘Pekâlâ’ dedim, okuldan çıktım. Doğru Çapa’ya Ekrem Zeki Ün’ün yanına gittim. Meşhur İstiklal Marşımızın bestekârı. Hoca dedim, senin ‘Köpek Uçmak İstemiş’ şarkısı çocukları ağlatıyor. Hoca; ‘Ne yapalım peki?’ dedi. ‘Değiştirelim’ dedim, ‘Köpek düşmüş, karga gülmüş’ diyelim. Niye ölsün ki? Ve ikinci baskıda şarkıyı değiştirdi. Münir Abi sık sık okula gelirdi. Çakıl Gazinosu’nda sahneye çıktı, birlikte çok tatlı günlerimiz oldu. Türkiye takdir bildi, onu sevdi, saydı, rahmet olsun.’’NECDET YAŞAR’LA UNUTULMAZ GÜNLERFırat Kızıltuğ, sanat hayatına büyük tesiri olan ve geçen yıl ebedî âleme göç eden meşhur Tanburî Necdet Yaşar’ı anlatarak konuşmasına devam etti:“Bir gün Münir Nurettin Selçuk haber gönderdi. Ali Rıfat Bey, Mehmed Âkif’in ‘Bülbül’ şiirini bestelemiş. Uzun bir bestedir, zor bir eserdir. Bir bölüm yazmış Ali Rıfat Bey, viyolonsel ve kemençe ile icra edilecek notunu düşmüş. ‘Ben altı anahtar okurum merak etmeyin, eseri de tanıyorum.’ dedim. Konsere katıldım. İcra Heyeti’ne böyle girdim. Akşam sekizde İstanbul Radyosu’na çağırdı beni. Radyodan çıkıp Yıldız Parkı’na geçtik. İcra Heyeti komple gelmiş. Tunus Devleti’nin kurucusu ve ilk Devlet Başkanı Habib Burgiba’ya konser verecekmişiz benim haberim yok. Ara verildi, yukarı çıktım. Muayede Salonu’nda, bir çini sobanın motiflerini çok beğendim. Bir de bir halı vardır, Hereke’de dokunmuştur, yekparedir, belki de dünyanın en büyük halısıdır, öyle bir özelliği var. Bir de o sobanın yanında bir kanepe ve koltuk takımı var. Abdülhamid tarafından yapılmış, gül ağacından oyulmuş, fevkalade bir eser. Onlara dalmışım, derken omuzumda bir el hissettim. Döndüm ki Münir Bey, ‘Gel Sultan Abdülhamid’in kanepesinde biraz dinlenelim.’ dedi. ‘Estağfurullah Hocam’ dedim. ‘Cennet mekân bunu oturmak için yaptı.’ dedi. Ve devam etti.‘Bugün konserde dikkat ettim çok başarılısın.’ Başarılısın demelerinin sebebi, Batı Müziği çalıştığımı biliyorlar. Batı Müziği çalışan insan kolay kolay Türk Müziğini icra edemez. Nitekim şöyle bir iddiada bulunabilirim. Benim kadar bestenigâr peşrevini çalamazlar. O makamların derinliğini bilmek lazım. Bir makamı öğrenmeniz için en az o makamdan elli tane eser bilmeniz lazım.”“TANBURÎ CEMİL’İN SAĞ ELİ NİYAZİ SAYIN, SOL ELİ NECDET YAŞARDIR”Kızıltuğ, İhsan Özgen’in başlı başına bir deha olduğunu ifade ederek, “Tanburi Cemil Bey’e en yakın kemençeci olup, çalmadığı çalgı aleti yoktur.” dedi. Necdet Yaşar’ın vefatının kendileri için çok ağır bir darbe olduğunu ifade etti. Necdet Yaşar ve Niyazi Sayın’ı elli sene dinlediğini belirtirken, icralarının kendileri için bir ders olduğunu vurguladı. Hicvî mahlası ile Necdet Yaşar’ın şiirleri olduğunu kendisi Hicvi mahlası kullanınca ben de ‘Çırak Hicvî’ olayım dedim, çok hoşuna gitti, diyerek mizahi bir hatırasını paylaştı.“VİYOLONSEL ÇOKTAN İHTİDA ETTİ”İzmir’de bulunduğu zaman, Ali Rıza Avni’nin ricası ile Yesari Asım Arsoy’a yapılacak bir radyo bandı için viyolonsel provası yaparlar. Batı çalgı aleti diye sıcak bakmaz Yesari Asım. Prova başlayıp, birinci eser bitince; Kızıltuğ’a: “Viyolonselci Bey, ben hayretler içinde kaldım. Ne kadar güzel refakat ettiniz. Ben şimdiye kadar birçok viyolonselci gördüm ama şimdi anlıyorum. Bizim hüseyni perdelerini, evç perdelerini, dik mamur, nim hicaz onları bilmiyorlar. Bilmeyince de hissedemiyorlar, basamıyorlar.” der. Kızıltuğ’un Yesari Asım Arsoy’a cevabı, “Hocam bu saz çoktan ihtida etti, Müslüman oldu.” şeklinde olur. Bu açıklama Yesari Asım Arsoy’un çok hoşuna gider.DEDE EFENDİ EVİ PADİŞAHIN ÖDÜL OLARAK VERDİĞİ ALTINLA YAPILMIŞTIRFırat Kızıltuğ konuşmasına şöyle devam etti:“Bestekâr Ahmet Ağa; Yenikapı Mevlevihane’si Şeyhi Nasır Dede’den izin alır. Şeyh güneş batmadan burada olsun diyor, çünkü çilede Şeyhimiz. Dede Efendi’yi III. Selim’e götürüyor. O sırada Buselik bestesini bestelemiş, padişaha takdim ediyor eserini. Padişah bir kese atıyor, keseyi aldığı gibi annesine getiriyor. ‘Bak görüyor musun musikiden para kazanılmaz.’ diyordun, Padişah bana bir kese altın verdi.’’ Ve Dede Efendi’nin Akbıyık’ta restore edilen Dede Efendi Evi, o kese altın ile yapılmıştır.Itri’nin ‘Nevakârı’ nasıl yazdığını merak eden Fırat Kızıltuğ, dosya dosya tetkik edip, bütün parçaları ayırıp, çalarak ezberler. Hüsrev Hatemi’ye Farsçasını tercüme ettirir. Sonra Nevakâr’ı yazmaya başlar. Şeyh Galip’in eserini yazarken üç ay onlarla dolaştığını ifade eden sanatkâr, sıhhatinin bozulduğunu aylarca sağlığının yerine gelmediğini belirtirken verdiği mesajlar altın değerindeydi:“AİLENİN ARTIK ORTAK ŞARKISI YOK”“Nüfusumuz seksen milyona ulaştı. Biz on sekiz milyon nüfuslu radyo dönemi çocuklarıyız. O kültür yok, küçük bir örnek vereyim ailenin ortak şarkısı yok. Ortam müsait değil. Musiki eğitim meselesidir. Musikimizin zayıflaması Türkçenin zayıflamasını getirmiştir. Bugün büyük şair yoksa yahut çok azsa, büyük yazarlarımız yoksa şarkılarımız yok da ondan. Müzik, dili düzeltir. Türk Musikisi Türkçenin ikizidir. Birbirinden ayıramazsınız, birbirini tamamlar. Destanlar zamanında atalarımız kopuz çalmış, Manas Destanı’nı, Su Destanı’nı, Göktürk Destanı’nı okumuşlar. Destan söylemişler. Musikinin bir özelliği vardır. Bu çok önemlidir. Elimizde bir bağlama ya da ud var, önümüzde bir nota var. Mızrap kullanılır, gözlerimizle nota takip edeceğiz. Dokunma ve görme duygusu. Kulaklarımız işitecek beyine iletecek. Sorarım hangi sanat bu kadar duyguyu bir araya getirir? Melodinin ritmik bir zamanı var, hiçbir disiplin bunu sağlayamaz, musikinin bir disiplini var.’’Bir Azerbaycan sevdalısı olan ve bu ülkeye çok sık giden Fırat Kızıltuğ’a meşhur şair Bahtiyar Vahapzade, “Bizim demir perdeyi yırtan Fırat Bey’dir.’’ der. Dinleyicilerine yağmurlu bir İstanbul akşamında, musiki ve edebiyat dolu hatıraları ile bir tatlı huzur ikram eden Fırat Kızıltuğ’u dikkatle dinlediler. Fırat Hocaya sorulan sorular ve dinleyicilerin katkıları ile sohbet programı devam etti. Toplantı, hatıra fotoğrafları çekildikten sonra sona erdi.Haber: Hülya GünayFotoğraflar: Ahmet Dur
Müzik
13 Ocak 2018 - 21:30
Fırat Kızıltuğ: Viyolonsel çoktan Müslüman oldu
Fırat Kızıltuğ, Babıali Enderun Sohbetlerinde, musiki ve edebiyat çevresi ile ilgili unutulmaz hatıralarını anlattı.
Müzik
13 Ocak 2018 - 21:30