Suat Ayhan yazdı1990’lı yıllarla beraber sinemamız farklı bir mecradan yoluna devam etti. Sinemamızda yeni bir kuşak teşekkül etti. Bu kuşakla beraber sinemamız, muhtelif konuları ele alan, alışageldiğimiz sinema anlayışını/ kurallarını yıkan, birbirinden kaliteli yönetmenleri doğurdu. Bunların başında Nuri Bilge Ceylan ve sineması gelir.Nuri Bilge Ceylan’ı ilkin birbirinden güzel fotoğraflarıyla tanırız. Daha sonra sinemacı kimliğiyle. Birbirinden güzel filmlere imza attı: Uzak, Mayıs Sıkıntısı, İklimler, Üç Maymun, Kasaba, Bir Zamanlar Anadolu’da…Sineması taşrayı bize sundu… Taşranın sessizliğini... Modern insanın yalnızlığını, hiçliğini, bunaltısını dile getirdi. Çabukluğun, hengâmenin gittikçe arttığı, bireyin fetişleştiği, kendini karmaşık ilişkiler ağının içinde bulduğu dünyanın aksine, zamanın asude işlediği, “benliğin” kendisiyle hesaplaşmasını doğurtacak bir atmosferi/coğrafyayı, şiirsel bir mekânı anlattı bize.Nuri Bilge Ceylan, Modern Türkiye Sineması’nın kalıplarını kıran, birey-taşra ilişkisini sessiz bir şekilde ele alan, bireyin ruhsal dünyasını mekânla olan ilişki çerçevesinde aktaran, sınırlı oyuncu kadrosuyla birbirinden güzel filmleri mükemmel sinema tekniği ve diliyle ortaya koyan postmodern bir yönetmendir. Postmodern bir sinemacıdır; çünkü filmlerinde yoğun bir müphemlik, çözülmüşlük ve beraberinde karakterlerin çoğul bir kişilik yapısı vardır. Artık Modern Türkiye Sineması bir anlamda kırılmıştır Nuri Bilge Ceylan’ın filmleriyle.Sinematografisinde görselliğin ön planda olduğunu ve bu görsellikle beraber “sessiz bir zaman”ın oluşturulduğunu görürüz. Bu sessizlik taşradır. Taşranın sıkıntısıdır. Taşranın bireyin kendi iç dünyasıyla savaşımını zenginleştiren havasıdır. Bireyin yalnızlığıdır. İçine girdiği cenderedir. Bu havayı çoğu filminde görürüz Nuri Bilge Ceylan’ın. “Bir Zamanlar Anadolu”da bu havanın “anlatı”yla olan uyumluluğunun en yüksek seviyesini görürüz.NURİ BİLGE CEYLAN VE TAŞRATaşra, artık Nuri Bilge Ceylan’ın sinemasında toplumsal birtakım sorunların ele alındığı/işlendiği bir mekân olmaktan çıkmıştır. Kamera artık Yılmaz Güney’deki taşrayı resmetmemektedir. Taşra, uzaktan görülmesi gereken bir coğrafyaydı. Bir zamanlar taşrada olup bitenler görülmedi. Örneğin tahrip edilen Anadolu toprakları, köyleri, evleri, ormanları... Taşrayı edebiyatta gördük. Yaşar Kemal’in birbirinden güzel romanlarında, Fakir Baykurt’ta, Mahmut Makal’da vb.Sinemamız geç kaldı taşrayı yansıtmada, olup bitenlerle yüzleşmede. Toplumcu-gerçekçi sinemacılarımız bunu başarmıştı bir zamanlar. Yılmaz Güney, Erden Kıral bu durumu cesur bir şekilde kısmen de olsa kırdı. “Umut”u çevirdi mesala Yılmaz Güney. Taşraya kapitalizmin girerek at arabasıyla geçimini sağlayan Cabbar’ın hayatının mahvedilişini ve bunun sonundaki kesif acıyı bize hissettirdi. Erden Kıral “Kanal”ı çekti. Yaşar Kemal’in “Teneke” adlı romanındaki konuyu ele aldı.Taşrada olup bitenler artık merkezde değil, filmin merkezinde olan olayın etkisinde kalan, karakterin perspektifi ve dilidir. Bu dil ve perspektif, karakterin ruhsal dünyasının izdüşümüdür.Yıllar sonra Nuri Bilge Ceylan’ın taşrasını görürüz. Bu taşra, edebiyatta sınıf çelişkilerinin anlatıldığı bir taşra olmaktan çıkıp aksine sinemada aktarılan/vermek istenilen hissiyata kaynaklık eden bir mekândır. İşte bu mekân, Nuri Bilge Ceylan’ın filmografisinde sıklıkla karşımıza çıkar. Bunun en başarılı örneğini “Bir Zamanlar Anadolu”da görürüz.TAŞRADA SESSİZ ZAMAN: BİR ZAMAN ANADOLUDANuri Bilge Ceylan’ın altıncı filmi “Bir Zamanlar Anadolu”da. Yönetmenimizin başarısını uluslararası büyük bir sinema ödülünü alarak kanıtladığı film. Sıkıntılı bir havayı içinde barındıran; insanın monotonluğunu, küçük dünyalarını, hesaplarını ele alan, taşrada görev yapan memurların halet-i ruhiyesini anlatan bir film. Filmde bir olay var. Ama olayla ilgilenmez yönetmen, olay karşısındaki memurların ruhsal dünyasını bize sunar. O ruhsal dünya, modern hayatın ürettiği bir dünyadır. Bu dünya, gittikçe toplumsal bir hastalığa bürünmektedir. Memuru, savcıyı, komutanı, yardımcı personelleri, bir gece boyunca, cinayete kurban olmuş “maktul”ü ararken görürüz. Bu arama kasvetlidir. Bu esnada mükemmel diyalogları görürüz. (Filmi nitelik olarak başarılı kılan da bu.) Kişilerin bilinçaltındaki ruhsal dünyalarını, yüzlerini görürüz. Ve taşranın ıssızlığı… Taşranın asudeliğini… Filmdeki kişisel hikâyelere, ruhsal dünyalara olan tenasüplüğü… Kadraja giren yüzler, kişilikler… Hızlı esen rüzgâr, gök gürültüsü… Elmanın yuvarlanışı… Çılgın zamanın içinde deprem yaşayan insanlar… Yorgun ruhlar…Filmdeki görselliğin, oyuncuların kaliteliliğinin beyaz perdeye mükemmel bir şekilde yansıtıldığını gördüm “Bir Zamanlar Anadoluda"… Taşrada bireyin bilinçaltının sarih bir şekilde yüzlere yansıyışını…Kişilerin ruhsal dünyasını bu kadar güzel bir şekilde işleyen/yansıtan bir film görmedim. Zamanın ıssızlığını ve bu ıssızlığın tasallutu altına giren bireylerin farklı duygularının tezahür ettiğini gördüm. Birbirini şiirsel bir şekilde bütünleyen görüntüler gördüm. Bu filmle sinemamızın kat ettiği mesafeyi, başarıyı gördüm.”Bir Zamanlar Anadolu”yu gördüm.Ve Nuri Bilge Ceylan’ı kutladım.İşte film budur dedim.
Sinema
Yayınlanma: 29 Ocak 2017 - 21:56
Bir taşra fotoğrafı: Bir Zamanlar Anadolu'da
"Nuri Bilge Ceylan’ı ilkin birbirinden güzel fotoğraflarıyla tanırız. Daha sonra sinemacı kimliğiyle. Birbirinden güzel filmlere imza attı: Uzak, Mayıs Sıkıntısı, İklimler, Üç Maymun, Kasaba, Bir Zamanlar Anadolu’da…"
Sinema
29 Ocak 2017 - 21:56