Murat Erdin yazdı
Yavrusunu doyurmak için avlanmaya çıkmış bir çakalın, dağ yamacında kendi halinde otlanan bir kızıl geyiğin, mevsim değişimi nedeniyle göç eden bir çulluğun vurularak öldürülmesi cinayettir.
Bir malmış gibi sergilenerek ziyaretçilerden para kazanılan ve bu maksatla Afrika savanalarından tutup getirilen bir dişi aslanın demir kafesin arkasında zorla tutulması suçtur.
Hiçbir canlının başka bir canlının özgürlüğüne son verme hakkı olamaz.
Ve hiçbir canlının başka bir canlının hayatına son verme hakkı olamaz.
Bu nedenle diyoruz ki: Avcılık yasaklansın. Hayvanat bahçeleri kapatılsın.
Geçtiğimiz günlerde metroya binmek için yerin altına indiğimde Hayvan Hakları Federasyonu-HAYTAP’ın astığı afişler gözüme çarptı.
Duvardaki afişte bir ayı vardı ve yardım isteyen gözlerle bize bakıyordu. Şöyle yazıyordu afişte: “O bir katil değil. Peki neden tutsak ?”
Hayvanat bahçelerinde zorla alıkonulan yani özgürlükleri güç kullanarak ellerinden alınan tüm hayvanlar için soruyu şöyle sormak daha doğru olacak: “Bu hayvanların hiçbiri suçlu değil. Öyleyse neden tutsaklar ?”
Artık tamamen çağdışı kalmış hayvanat bahçelerinde insanların birkaç saat neşeli vakit geçirmeleri uğruna kurban edilen bu hayvanların içinde bulunduğu derin travma hiç kimsenin umurunda değil mi ? Bir Açıkhava AVM’si gibi ziyaret edilen bu mekanlarda acımasızca tutulan güzelim hayvanların kendi doğal ortamlarından uzak kalıyor olmaları canınızı yakmıyor mu ? Bu hayvan hapishanelerini kapatmanın zamanı gelmedi mi ?
Peki ya adına avcılık denilen, zevk için başka canlıları öldürmek olan caniliğe ne demeli ? İngiliz yazar John Fowles bunun bir sapkınlık olduğunu yazar. Şöyle der:
“Başka hayatları, kendi yaşamını sürdürmek için değil, avlanma ve öldürme zevki için yok etmek gibi bir sapkınlığa kapılmıştım. Ama başıma bir olay geldi ve ertesi gün tüfeğimi sattım. O günden beri hiçbir hayvanı ya da kuşu bilerek öldürmedim.”[1]
Yazarın başına gelen şey, omzundaki tüfeğin yanlışlıkla ateş alarak sol ayağının 15 santim yanında dev bir çukur açmış olması. Kendi habitatında özgürce dolaşırken vurduğu hayvanların yanan canını düşünmeyen insan, aynı acıyı 15 santim farkla yaşamayarak canın ne kadar tatlı olduğunu fark ediyor. Ancak böyle fark edebiliyor. Buna da şükür.
Doğaya karşı daima tarafsız olmalıyız. Doğarken de ölürken de onun bir parçasıyız. Doğayı korumak yalnızca otu, toprağı ve ağacı korumak değil, doğayı ev olarak kullanan tüm canlıları korumak demektir. O canlılar o kadar üstün yaratıklardır ki hiçbir şeye ihtiyaç duymadan hayatlarını sürdürebilirler. Bizim hayatta kalabilmek için paltoya, bıçağa, ateşe ve sığınacak bir yere ihtiyacımız varken onlar kendi donanımlarıyla ve kısacık hayatlarında öğrendikleriyle sağlıklı bir şekilde doğup, yaşayıp, ölebilirler. Bir makasa, bir tekerleğe, bir ateşe ihtiyaç duymazlar. Bu kalabalık gezegende kendisiyle diğer yaratıklar arasında bir denge kurması gerekenler hayvanlar değil, biziz. Doğayı korumak başkalarının işi değildir, bizzat bizim, kendi işimizdir. Bunu yapmak için kafesler kurmaktan vazgeçmeliyiz. Tabiat parkları bile aslında dev birer kafes değil midir?
Eline tüfek alıp öldürmek için dağa çıkan bir avcıya şunu sormak gerekiyor: “Öldürmekten neden zevk alıyorsun ?”
Ve sonra da şunu: “Öldüreceğin canlı kimdir ?”
Avcıların kendilerini savunmak için sürekli söylediği bir yalan vardır: “Biz doğayı herkesten daha çok koruyoruz” derler.
Bu, onların zevk için öldürebilecekleri daha fazla av bulmak için girdikleri göstermelik ve bencilce çabadan başka bir şey değildir. Avcılık öldürme hakkı demektir ve avcılar bu hakkın ellerinden alınmasını istemezler. Öldürmek ne kadar iğrenç bir faaliyetse aynı şekilde kelebek avlamak, yumurta toplamak, böcek koleksiyonu yapmak o kadar iğrençtir. Bunların hepsi cana kast eden uğraşılardır ve tamamen yasaklanmayı hak etmektedir.
Kendisine milliyetçiyim diyenler bir ülkenin sadece insanını değil, dağını, taşını ve o dağlarda yaşayan tüm canlıları sevdiklerini bize göstermeliler. Keçiler rahatça avlanabilsin diye ihale açanlar, kamu binalarını avcılar rahat etsin diye otel haline getirenler suça ortak olmuş demektir.
Neyse ki bazı ihaleler Türk mahkemeleri tarafından iptal edildi ve zevk için düzenlenen öldürme partileri durduruldu.
Şimdi yapılması gereken şey bu topraklardaki tüm toplu veya bireysel öldürmelerin yasaklanmasıdır.
Avcılık yasaklanmalıdır.
Hayvanların öldürüldüğü veya hapsedildiği her eylem yasaklanmalıdır.
Hayvanat bahçeleri kapatılmalıdır.
[email protected]
Yavrusunu doyurmak için avlanmaya çıkmış bir çakalın, dağ yamacında kendi halinde otlanan bir kızıl geyiğin, mevsim değişimi nedeniyle göç eden bir çulluğun vurularak öldürülmesi cinayettir.
Bir malmış gibi sergilenerek ziyaretçilerden para kazanılan ve bu maksatla Afrika savanalarından tutup getirilen bir dişi aslanın demir kafesin arkasında zorla tutulması suçtur.
Hiçbir canlının başka bir canlının özgürlüğüne son verme hakkı olamaz.
Ve hiçbir canlının başka bir canlının hayatına son verme hakkı olamaz.
Bu nedenle diyoruz ki: Avcılık yasaklansın. Hayvanat bahçeleri kapatılsın.
Geçtiğimiz günlerde metroya binmek için yerin altına indiğimde Hayvan Hakları Federasyonu-HAYTAP’ın astığı afişler gözüme çarptı.
Duvardaki afişte bir ayı vardı ve yardım isteyen gözlerle bize bakıyordu. Şöyle yazıyordu afişte: “O bir katil değil. Peki neden tutsak ?”
Hayvanat bahçelerinde zorla alıkonulan yani özgürlükleri güç kullanarak ellerinden alınan tüm hayvanlar için soruyu şöyle sormak daha doğru olacak: “Bu hayvanların hiçbiri suçlu değil. Öyleyse neden tutsaklar ?”
Artık tamamen çağdışı kalmış hayvanat bahçelerinde insanların birkaç saat neşeli vakit geçirmeleri uğruna kurban edilen bu hayvanların içinde bulunduğu derin travma hiç kimsenin umurunda değil mi ? Bir Açıkhava AVM’si gibi ziyaret edilen bu mekanlarda acımasızca tutulan güzelim hayvanların kendi doğal ortamlarından uzak kalıyor olmaları canınızı yakmıyor mu ? Bu hayvan hapishanelerini kapatmanın zamanı gelmedi mi ?
Peki ya adına avcılık denilen, zevk için başka canlıları öldürmek olan caniliğe ne demeli ? İngiliz yazar John Fowles bunun bir sapkınlık olduğunu yazar. Şöyle der:
“Başka hayatları, kendi yaşamını sürdürmek için değil, avlanma ve öldürme zevki için yok etmek gibi bir sapkınlığa kapılmıştım. Ama başıma bir olay geldi ve ertesi gün tüfeğimi sattım. O günden beri hiçbir hayvanı ya da kuşu bilerek öldürmedim.”[1]
Yazarın başına gelen şey, omzundaki tüfeğin yanlışlıkla ateş alarak sol ayağının 15 santim yanında dev bir çukur açmış olması. Kendi habitatında özgürce dolaşırken vurduğu hayvanların yanan canını düşünmeyen insan, aynı acıyı 15 santim farkla yaşamayarak canın ne kadar tatlı olduğunu fark ediyor. Ancak böyle fark edebiliyor. Buna da şükür.
Doğaya karşı daima tarafsız olmalıyız. Doğarken de ölürken de onun bir parçasıyız. Doğayı korumak yalnızca otu, toprağı ve ağacı korumak değil, doğayı ev olarak kullanan tüm canlıları korumak demektir. O canlılar o kadar üstün yaratıklardır ki hiçbir şeye ihtiyaç duymadan hayatlarını sürdürebilirler. Bizim hayatta kalabilmek için paltoya, bıçağa, ateşe ve sığınacak bir yere ihtiyacımız varken onlar kendi donanımlarıyla ve kısacık hayatlarında öğrendikleriyle sağlıklı bir şekilde doğup, yaşayıp, ölebilirler. Bir makasa, bir tekerleğe, bir ateşe ihtiyaç duymazlar. Bu kalabalık gezegende kendisiyle diğer yaratıklar arasında bir denge kurması gerekenler hayvanlar değil, biziz. Doğayı korumak başkalarının işi değildir, bizzat bizim, kendi işimizdir. Bunu yapmak için kafesler kurmaktan vazgeçmeliyiz. Tabiat parkları bile aslında dev birer kafes değil midir?
Eline tüfek alıp öldürmek için dağa çıkan bir avcıya şunu sormak gerekiyor: “Öldürmekten neden zevk alıyorsun ?”
Ve sonra da şunu: “Öldüreceğin canlı kimdir ?”
Avcıların kendilerini savunmak için sürekli söylediği bir yalan vardır: “Biz doğayı herkesten daha çok koruyoruz” derler.
Bu, onların zevk için öldürebilecekleri daha fazla av bulmak için girdikleri göstermelik ve bencilce çabadan başka bir şey değildir. Avcılık öldürme hakkı demektir ve avcılar bu hakkın ellerinden alınmasını istemezler. Öldürmek ne kadar iğrenç bir faaliyetse aynı şekilde kelebek avlamak, yumurta toplamak, böcek koleksiyonu yapmak o kadar iğrençtir. Bunların hepsi cana kast eden uğraşılardır ve tamamen yasaklanmayı hak etmektedir.
Kendisine milliyetçiyim diyenler bir ülkenin sadece insanını değil, dağını, taşını ve o dağlarda yaşayan tüm canlıları sevdiklerini bize göstermeliler. Keçiler rahatça avlanabilsin diye ihale açanlar, kamu binalarını avcılar rahat etsin diye otel haline getirenler suça ortak olmuş demektir.
Neyse ki bazı ihaleler Türk mahkemeleri tarafından iptal edildi ve zevk için düzenlenen öldürme partileri durduruldu.
Şimdi yapılması gereken şey bu topraklardaki tüm toplu veya bireysel öldürmelerin yasaklanmasıdır.
Avcılık yasaklanmalıdır.
Hayvanların öldürüldüğü veya hapsedildiği her eylem yasaklanmalıdır.
Hayvanat bahçeleri kapatılmalıdır.
[email protected]
[1] John Fowles. “Zaman Tüneli. Denemeler ve Notlar.” Çeviren: Süha Sertabiboğlu. Ayrıntı Yayınları. s.342