Röportaj: Yusuf ÇİFCİ
Elif SOYKAN
Sahnede oturuyor, kalkıyor, yatıyor, yürüyor, koşuyor, muhabbet ediyor, laf yetiştiriyor, en çok da kendiyle dalga geçiyor. Çok şey anlatıyor; kendini, seni, beni, sevgilisini, ailesini, arkadaşlarını, tanıdıklarını, tanımadıklarını, gördüklerini, görmediklerini, görmek istediklerini, istemediklerini...
Mürekkep Söyleşiler’de bu hafta Yunus Günçe ile tek kişilik gösterisi “Kafamda Böcekler Var” adlı oyununu konuştuk. Yunus Günçe’nin anlatacak o kadar çok şeyi vardı ki hızımızı alamadık, farklı konulara da daldık.
Öncelikle nasılsınız?
Depresyondayım ya!
Neden, hayırdır?
Aslında büyütülecek bir şey değil. Herkese de bunu anlatıyorum. Modern zaman insanının bir ayağı depresyondadır. Ben 7/24 mutluyum diyen bir insan görmedim. Olanlar da zaten akıl hastanesinde. Eğer ki biraz farkındalığın gelişmişse, biraz olup bitenleri mesele ediyorsan, yasadığın ülkeyi önemsiyorsan, yaptığın işe saygın varsa, merhametin, vicdanın, sağduyun hala varsa, kitap okuyorsan depresyonda olman çok normal; çünkü tamamen hayat insanı depresyonda tutmak için dizayn edilmiş. Dolayısıyla bunda bir şey yok.
Asıl mevzu şu: “Depresyondayım ve bununla ne yapıyorum?” Bazıları kendilerini bırakıyorlar, başka yönlere gidiyorlar. Ben depresyondan besleniyorum. Evet, başarısızım, ama bunun benle ilgisi yok. Çok normal başarısız olmam! Bunu mesele etmiyorum. Başarı nedir? Biri bana Türkiye’de "başarının" tanımı yapsın önce. "Onaylanmak" gibi bir derdim yok. Aferin almak için çıkmıyorum sahneye. Bencillikten çıkıyorum. Bu yüzden depresyon benim için problem değil.
İnsanlar depresyondan kurtulmak için öncelikle depresyonda olduklarını kabullenmek zorundalar. Çünkü bunu kabullendikleri zaman çok daha rahat edecekler. Depresyonda olduğunu kabullenirsen daha az şikayet ediyorsun.
Uzun bir süredir “Kafamda Böcekler Var” adlı oyunu oynuyorsunuz. Sahi ne anlatıyorsunuz bu oyunda?
İnsanlar genellikle sahnede zenginliklerini anlatıyorlar. Ama ben daha çok başarısızlıkları anlatıyorum. İnsanların bana baktığı yerden, gördükleri bir başarısızlık hikayesi olabilir. Ama kendi perspektifimden baktığımda hiç öyle bir şey yok. Herkes kendi sektöründen, yaptığı işten, mesleğinden, seyircisinden aynı şeyleri beklemiyor. Herkesin almak istediği şeyler farklı olabilir. Benim amacım lüks bir araba sahibi olmak, zenginlik içinde yaşamak, dediğim şeyleri bir gün sonra unutmak değil. Ben karakterli bir insanım. Kendi hayatımla sahnedeki hayatımı ayrıştıramıyorum. Ayrıştırmak gibi bir niyetim de yok. Bunu yapanlara da saygım var.
O kadar profesyonel bir isim değilim ve profesyonel olmaktan da korkuyorum. Ben sahneye çıkma gayesi bu yüzden dolayı çok farklı olan ve bunlara “Kafamda Böcekler Var” diyen bir insanım. Sahnede yaptığım şeyi merak eden olabilir. Komik mi? Komik tabii! Eğlenceli ama bunda büyütülecek bir şey yok.
“SAHNEDE GİYDİĞİM ATLETTE KENDİ KANIM VAR!”
Hiçbir şey tesadüf değil bu yaptığımız tasarımda. Bu bir tasarımdır, elektrikli sandalyeden tutun, sahnede giydiğim şeye, her şey planlı. Sahnede giydiğim atletin üzerinde kendi kanım var. Bizzat elimi kesip elbiseye sürdüm. Çünkü kan var benim yaptığım işte, ter var. Bu böyle bir heves değil. Benim arkamda kimse yok. Beni önesüren, kollayan bir “ağabey” yok bu sektörün içinde. Hem zaten böyle bir şeye ihtiyacım da yok.
Peki insanların bu gösteriye gelme sebepleri ne? Ya da siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eğer insanların yeni bir insan tanımaya cesaretleri varsa, eğer hayatlarında yeni bir insana kontenjan varsa, ben onlarla yeni bir insan olarak tanışıyorum. Benimle ilgili bazen bir ön fikirleri oluyor ve öyle geliyorlar. Sonra öyle şeyler anlatıyorum ki onlara... Aslında aynı tarafta olduğumuzu, hayatlarımızın hep birbirine benzediğini ve benim hep o tarafta kalmak istediğimi, taraf ve sosyal statü değiştirmek istemediğimi, daha zengin bir adam olmak için bu işleri yapmadığımı anlatıyorum. Aslında kendi çağımda bir savaşçı, asker olduğumu ve bu gayelerle insanlara bir şeyler anlattığımı görüyorlar.
Bundan önceki oyunlar nelerdi?
Bundan önce Hiç Komik Diil diye bir oyun oldu. O da çok komikti. Hatayı sanırım isim seçerken yapıyorum. Yunus Günçe Show diye bir isim kullansaydım belki şimdi bambaşka bir yerde olurdum. Üç Maymun diye bir şey yaptım, Dejavu diye bir program yaptım, 46 diye bir program yaptım. Şimdi de Kafamda Böcekler Var... Bunların hiçbiri Yunus Günçe Show değil.
Seyirciyle aranızdaki ilişki nasıl?
Baktığınız zaman bu sektördeki en yakışıklı, en zengin, en uzun, en yetenekli, en komik adam belki ben değilim, belki benim. Bunu bilemem. Ama bu sektördeki en dirençli adamlardan biri benim; çünkü seyircisini ciddiye alan, seyircisine sadakati olan biriyim. Onlar bana ortaokuldan beridir, bağlılık gösteriyorlar. Ben de en az onlar kadar onlara sadığım ve onları hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. Yunus Günçe de taraf değiştirdi, ruhunu sattı dedirtmek istemem. Ruhunu satmak bu mesleğin bir parçasıymış gibi bir algı var. Sanki bu son derece normalmiş gibi düşünüyor insanlar. Sanki biz ünlü olmadan önce bir yere imza atıyoruz ve imza attığımız kişilere: “Şimdi sen beni ünlü yapıyorsun, ben de sana ne istersen vereceğim. Kendimi, her şeyimi bırakıyorum, teslim oluyorum.” gibi bir algı oluşmuş. Bende böyle bir şey yok.
BU ZAMANA AİT OLMAYABİLİRİM!
Benim yapım böyle. Çocukluğumdan beridir böyleyim ve böyle yaşıyorum. Fikrimi beyan ediyorum. Fikir beyan etmek bu ülkede çok riskli. Kendimi deşifre ediyorum. Benim bir siyasi görüşüm yok, benim dünya görüşüm var. Bu dünya görüşüne göre de içinde vicdan var, sağduyu var. Spor var bu yaşantının içinde. Sağlıklı kalmak var, işinde her gün daha iyi olmak var. Dolayısıyla ben konuşan biriyim. Konuşan insanlara ise hiç kimsenin konuşmadığı ülkelerde ya keserler, ya taparlar. Üçüncü bir şık yok. Bana ne yapıyorlar onu bilmiyorum. Bu beni ilgilendirmiyor.
Benim şuan tek umursadığım seyirci ile kurmuş olduğum ilişki. Çünkü onlardan başka kimsem yok. Burada da aramıza kimse giremiyor. Ne yapımcı girebiliyor ne yönetmen girebiliyor ne de sponsor.... Bu yüzden bu oyunun ismi “Yunus Günçe Kafamda Böcekler Var 3D” Televizyonda beni görmektense beni burada üç boyutlu olarak görsünler. Bana dokunabilirler, ben de onlara dokunuyorum.
Şuan televizyonda bir program yapsaydığınız, nasıl bir program olurdu?
Ben bir Talk Show yapmalıyım. Benim bir televizyon kanalında talk show yapmadığım her gün, her an, bir yerlerde bir yapımcı milyonlarca dolar kaybediyor. Bu kadar net söylüyorum. Çok büyük para kaybediyorlar. Ben bir televizyon programından bahsetmiyorum; ben bir sansasyondan bahsediyorum. Ben Türkiye’deki televizyonculuk algısını değiştirecek bir işten bahsediyorum. Talk show formatlarındaki en önemli şey sunucudur. Bütün sistemi yöneten kadın erkek fark etmez, o kişidir. Talk show bir dekarasyon değildir. Hani bir tane masa koyalım, bir tane üçlü çekyat koyalım, konuk çağıralım şaklabanlık yapalım gibi bir şey değildir. Donanımlı olmak gerekir. Anlattığın şeyleri dinlettirmek gerekir.
Peki Beyaz’ı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Beyaz kendi işinde gayet iyi. Sanırım sıkıldı. Çünkü bu işi 25 yıldır yapıyor ve omuzlarında ciddi bir yük var. Beyaz’ı çok izlemesem de sanırım hala aynı dansı yapıyor. Beyaz, kendi halinde biridir. Suya sabuna dokunmaz, herhangi bir konuda fikir beyan etmez.
Diğer televizyonculara baktığımızda peki nasıl bir tablo çıkıyor ortaya?
Bu sekörde, kısaca “eğlence sektörü”nde ülkesini seven insan sayısı gerçekten de çok az. Televizyonlardaki insanlar arasında bu ülkeyi sevenlerin sayısı ancak San Marino’ya yeter. Nicelik olarak yani. 80 milyonluk ülkeye bu kadar insan çok az. Diyolog kurmamız lazım. Çünkü çok ayrıştık ve ülkede iki tane duygu var: nefret ve aşk. Ya bir şeyi çok seviyorsun ya da onu öldürmek istiyorsun. Bu çok tehlikeli bir nokta. Arada onlarca duygu var. Kabul etmek var, empati kurmak var... Bize kodladıdıkları şey şu: “Ya nefret edeceksin, ya da aşık olacaksın!” Bunu normalleştirecek kesim ise ünlü kesim. Ünlüler konuşmayınca kimse konuşmuyor.
Bir de Türk pop müziği var...
Türk pop müziği değilen şey berbat bir şey. 15 senedir aynı şarkıyı söylüyorlar. Bir tane şarkı var, sadece sözü değişiyor. Seviye olarak baktığımızda Rusya, Pakistan, Hindistan seviyesindedir. Türk Pop’u adı altında berbat bir müzik yapılıyor. İnsanın dinlemeye tahammülü olmadığı için insan üzülüyor. Standart çok düşük. Daha kötü olanı ise; kimse kimseye bir şey söylemiyor. Herkeste bir güzelleme hali. Bu şekilde ilerleyemeyiz.
Bazı insanlar sizin özellikle Twitter’da sert söylemlerde bulunduğunuzu belirtiyor. Ne dersiniz bu konuda?
Benim sertliğim başkalarıyla alakalı. Beni kimle karşılaştırdığına bağlı. Şimdi sen hiçbir şey konuşmayan bir adamla beni karşılaştırırsan ben tabiki sertimdir. Ama ben hiçbir zaman kimseye saldırmıyorum, hakaret etmiyorum. Ben insanlara argüman anlatıyorum. Ben 38 yaşında, bu ülkede düzgün işler yapmaya çalışan biri olarak olup bitenlerle ilgili fikrimi beyan ediyorum. Bu fikirler içerik olarak gerçek olduğu için bu kesim bundan rahatsız oluyor. Çünkü doğruları söylüyorum. İtiraz edemiyorlar. Bu yüzden de bu sert diyerek beni ezmeye çalışıyorlar. Birbirimizi sevmesk de olur. Birbirimizi sevelim kavramı anaokulunda kaldı. Öyle bir şey yok artık. Ama beraber yaşayalım. Başörtülü kızlar da olsun, şortlu kızlar da olsun. Bu ülke hepimize yeter.
Mehmet Ali Alabora’nın İngiliz vatandaşlığına geçmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Mehmet Ali Alabora, çok önemli bir insandır. Birikimli, entellektüeldir. Aklı fikri yerindedir. Keza ailesi de öyle. Önemli bir değerdir. İnsanlar beyin göçü olmasın diyorlar ama aynı zamanda oyunculara destek vermiyorlar. Adam bu ülkeden kaçırıldı, ölüm tehlikleri atlattı. Almanya’da tiyatro yapmak zorunda kaldı.
Sadece oyunculara değil; göç etmesini istemedikleri "beyinlere" lojistik destek vermiyorlar. Savaşı lojistik kazanır.
Son sorumuz olsun. Bir Gezi Parkı vardı. Ne oldu ona?
Ben Gezi Parkı’ndan geçemez oldum.Gezi parkından geçerken canım acıyor. Ne olmuş buraya? diyorum. Çünkü Gezi Pakı’nda Türkçe konuşulmuyor. Türkçe üçüncü dil.
Röportaj için teşekkürler
Ben teşekkür ederim.
murekkephaber.com