Murat Erdin yazdıSabah erkenden Bostancı’dan Burgazada’ya giden motora bindim, sabah kahvesini adada içmeyi planlayarak. Büyük usta bizi bekliyor bugün, gitmemek olur mu ? Ben ve tüm okurlarının katılımıyla 110’uncu doğumgününü kutlayacağız bir güzel. Önce kulüpte toplanacağız, ardından evine çaya gideceğiz. Onun öykülerini ona okuyacağız, ona yazılmış mektupları, onun adına açılmış sahifeleri. Onun topraklarında yapacağız bunları, Burgaz’da.Kimseye haber vermeden, kim olduğumu söylemeden gezeceğim ada sokaklarında, onun yaptığı gibi. Hava güzel, deniz mis gibi. Motor hızlı mı hızlı.İner inmez heykeli karşıladı bizi. Selamlaştık. Sonra yürüdüm Burgazada Su Sporları Kulübü’ne. Onun adımlarını izledim, onun balıkçılarını gözledim. Onun dinlediği martıları dinledim. Sadece ben yoktum ona gelen. Darüşşafakalı öğrenciler doldurmuş ada sokaklarını. Biri “Hişşt” diye sesleniyor diğerine. Burgazada sokaklarındaki Daçkalılar yaşatıyor üstadın ruhunu.
En son 2014’te gelmiştim adaya, onun evine. Müze haline getirilen ama iyi bakılmayan evi Darüşşafaka’nın devreye girmesiyle yeniden düzenlenmişti. “İşte şimdi olmuş” demiştim gördüğümde, burası gerçek bir müze evdir artık. Fotoğrafları, oltaları ve şapkaları cam kutuların içinde pırıl pırıl. Yemek odası, oturma odası ve ayakkabıları. Kalemleri ve mektupları.
Müze evin bir de mektup odası vardı. Girip bir güzel mektup yazmıştım ona, Sait Faik’e.Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda düzenlenen “Gençlik Günleri”ne katılmıştım fi tarihinde. Onun adına sergilenen tek kişilik bir oyun vardı, sahnede Savaş Dinçel. Oyunun sonunda bir armağan vardı gelenlere, Sait Faik’in büstü verilecekti kurada çıkan şanslı seyirciye. İşte o bendim. Kura bana çıkmıştı dostlar. Çok şaşırmıştım. Sivilceli suratımla sahneye çıkıp utana sıkıla Sait Faik’in alçıdan yapılma büstünü almıştım Savaş Dinçel’in elinden. İşte bunları yazmıştım mektubuma Sait Faik’in evinde ona göndermek üzere.Sadece bunu değil, üstadın öykülerinden nasıl etkilendiğimi, hala onu okumaktan büyük keyif aldığımı ve başka şeyleri de..
Ona, kitaplarına ve hiç bitmeyecek dostluğumuza teşekkür etmiştim bir güzel. Altında da mektubun tarihi vardı: 15 Ağustos 2014.Demek ki 2 yıldır gelmiyormuşum Sait Faik’e. Kusura bakmamıştır inşallah. Önümüzü ilikler özrümüzü dileriz, hoşgörür bizi üstad. Kimi hoşgörmemiş ki bugüne kadar.Öykülerle, anılarla kutladık onun doğumgününü. Eve geldiğimde ben de bir Sait Faik’tim. Onun kitaplarına baktım bir kere daha. Müzede Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ona gönderdiği 7 Nisan 1952 tarihli resim sergisi davetiyesini görmüştüm. Onun en iyi arkadaşlarından biriydi Bedri Rahmi. Sık sık Burgaz’daki evine giderdi. Onun şiir kitabını açtım, “İstanbul Destanı” adlı şiirini gördüm.Bedri Rahmi bu şiirinde Sait Faik’in yasını tutmuştur:“İstanbul deyince aklıma
Sait Faik gelir
Hey Allahım en güzel çağında Sait’e
Dört beş yıl ömrün kaldı denir
Sait Sait olur da nasıl dayanır
Mavi gözlü çocuk boş verir ölüm haberine
İhtiyar balıkçı pis pis düşünür
Bir zehir yeşilidir açılır
Bir yeşil ki ciğerine işler adamın
Bir yeşil ki kasıp kavurur
Küçük mavi gözlü çocuk
İhtiyar balıkçı
Ve dilimize bulaşan zehir yeşili
İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri
Dilimiz yaşadıkça yaşasın Sait’in şiiri.”Çok ama çok yaşasın Sait Faik.
En son 2014’te gelmiştim adaya, onun evine. Müze haline getirilen ama iyi bakılmayan evi Darüşşafaka’nın devreye girmesiyle yeniden düzenlenmişti. “İşte şimdi olmuş” demiştim gördüğümde, burası gerçek bir müze evdir artık. Fotoğrafları, oltaları ve şapkaları cam kutuların içinde pırıl pırıl. Yemek odası, oturma odası ve ayakkabıları. Kalemleri ve mektupları.
Müze evin bir de mektup odası vardı. Girip bir güzel mektup yazmıştım ona, Sait Faik’e.Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda düzenlenen “Gençlik Günleri”ne katılmıştım fi tarihinde. Onun adına sergilenen tek kişilik bir oyun vardı, sahnede Savaş Dinçel. Oyunun sonunda bir armağan vardı gelenlere, Sait Faik’in büstü verilecekti kurada çıkan şanslı seyirciye. İşte o bendim. Kura bana çıkmıştı dostlar. Çok şaşırmıştım. Sivilceli suratımla sahneye çıkıp utana sıkıla Sait Faik’in alçıdan yapılma büstünü almıştım Savaş Dinçel’in elinden. İşte bunları yazmıştım mektubuma Sait Faik’in evinde ona göndermek üzere.Sadece bunu değil, üstadın öykülerinden nasıl etkilendiğimi, hala onu okumaktan büyük keyif aldığımı ve başka şeyleri de..
Ona, kitaplarına ve hiç bitmeyecek dostluğumuza teşekkür etmiştim bir güzel. Altında da mektubun tarihi vardı: 15 Ağustos 2014.Demek ki 2 yıldır gelmiyormuşum Sait Faik’e. Kusura bakmamıştır inşallah. Önümüzü ilikler özrümüzü dileriz, hoşgörür bizi üstad. Kimi hoşgörmemiş ki bugüne kadar.Öykülerle, anılarla kutladık onun doğumgününü. Eve geldiğimde ben de bir Sait Faik’tim. Onun kitaplarına baktım bir kere daha. Müzede Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ona gönderdiği 7 Nisan 1952 tarihli resim sergisi davetiyesini görmüştüm. Onun en iyi arkadaşlarından biriydi Bedri Rahmi. Sık sık Burgaz’daki evine giderdi. Onun şiir kitabını açtım, “İstanbul Destanı” adlı şiirini gördüm.Bedri Rahmi bu şiirinde Sait Faik’in yasını tutmuştur:“İstanbul deyince aklıma
Sait Faik gelir
Hey Allahım en güzel çağında Sait’e
Dört beş yıl ömrün kaldı denir
Sait Sait olur da nasıl dayanır
Mavi gözlü çocuk boş verir ölüm haberine
İhtiyar balıkçı pis pis düşünür
Bir zehir yeşilidir açılır
Bir yeşil ki ciğerine işler adamın
Bir yeşil ki kasıp kavurur
Küçük mavi gözlü çocuk
İhtiyar balıkçı
Ve dilimize bulaşan zehir yeşili
İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri
Dilimiz yaşadıkça yaşasın Sait’in şiiri.”Çok ama çok yaşasın Sait Faik.