Röportaj: Oğuz ÇetinoğluOğuz Çetinoğlu: Asırlar boyunca ecdâdımız Selçuklu’nun ve Osmanlı’nın âdil ve müşfik yönetimi altında huzur ve barış diyarı olan Orta Doğu, 1918 ve özellikle 2003 yılından bu yana, hoyrat ellerin tahribine mâruz kaldı. Oralarda, din kardeşlerimiz soydaşlarımız var. Perişan durumdalar. Sizinle Orta Doğu’yu ve Irak’taki soydaşlarımızı konuşalım. Orta Doğu’nun sınırlarını çizerek genel bir değerlendirmenizle görüşmemize başlayabilir miyiz?Yüksek Mimar, Prof. Dr. Suphi Saatçi: Ortadoğu derken belli bir coğrafyayı kastediyoruz. Belki Türkiye de o coğrafyanın içinde. Türkiye'nin özellikle güneyinde yer alan, bugünkü Suriye, Irak, Ürdün, Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan -buna İran da dâhil edilebilir- yâni bölgenin aktörleri belli. Bir de araya İsrail girdi. O da hem bölge aktörü hem de milletlerarası büyük aktörlerin arasında yer alan bir devlet. Küçük bir ülke olmasına rağmen İsrail’in, milletlerarası aktörleri de yönlendiren önemli bir devlet olduğunu düşünüyorum.Türkler olarak, Türkiye'nin bir parçası olan Irak’ta bin sene yaşamışız. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda bölge, kaderin hazin bir cilvesi olarak İngilizler tarafından işgal edildi. Türkiye, Anadolu’dan, Urfa’dan, Antep’ten işgalci Fransızları söküp attı. Ege Yunanlılardan temizlendi. İstanbul’u da İngilizler bırakmak mecburiyetinde kaldı.Bunun başlıca sebebi Anadolu’dur. Tarih boyunca Anadolu kimin olmuşsa İstanbul da onun olmuştur. Kurtuluş Savaşında da görüldüğü gibi, işgal kuvvetleri Anadolu'ya hâkim olamadılar. Anadolu’dan atıldıkları için İstanbul’u boşaltıp gittiler.Ortadoğu’ya hâkim olan Selçuklular ve Osmanlılar, izleri günümüze kadar devam büyük bir medeniyet mirası bırakmışlardır. Hiç şüphesiz Abbasiler de, Emeviler de bir şeyler bırakmışlar. Fakat en büyük şehirler olan Kudüs, Şam, Bağdat, Halep, Musul, Mekke, Medine birer dînî merkez olarak da önem taşıyan câzibe noktaları olmuştur. Zâten bütün dünyanın kavgası Kudüs üzerinden başlamış. Hıristiyan, Yahudi, daha sonra Müslüman ve Hıristiyan Haçlı Seferleri, kısacası bütün kavgalar bir dînî tema üzerinden oluşmuş ve günümüze kadar maalesef bu kavga daha dinmemiştir. Kavga ve çatışmaların adı belki değişmiş, medenî ülkeler birbirleriyle alışveriş yapmış, Birleşmiş Milletler kurulmuş; ama herkes birbirinin kuyusunu kazmaktan vazgeçmemiştir. Selçukluların 1071’de Ortadoğu coğrafyasına dâhil olduğunu görüyoruz. 1071’de Malazgirt’ten başlayan bu uzun yürüyüş 1453’te İstanbul'da tamamlanmıştır. Bu uzun yürüyüş, 382 yıl devam etmiştir. Enteresan bir şey, yani 382 yıl, neredeyse 4 yüzyıl süren bu yürüyüş aynı istikamette devam etmiştir.Çetinoğlu: Türkler, Asya bozkırlarından Orta Asya’ya nasıl bir medeniyet getirdiler? Prof. Saatçi: Selçukluların gelişiyle birlikte Anadolu'da şehirler iç kalelerin dışında gelişmeye başlamıştır.Çetinoğlu: Bu neyi gösterir, neyi ifade eder? Prof. Saatçi: Güvenlik sağlanmış, insanlar daha rahat, güven ve huzurlu bir barış ortamı içinde yaşamışlar. Anadolu’da Selçuklular tarafından 100’ün üzerinde kervansaray yapılmıştır. Bu da ticâretin geliştiğini ve güven ortamının sağlandığını gösteriyor. Bu arada büyük tehlikeler de atlatılmış, yani Haçlı ordularını da Selçuklular çok başarılı bir şekilde kırabilmişlerdir. Yoksa İslam dünyasını bir hayli sıkıntıya sokacak gelişmeler muhakkak olabilecekti.Çetinoğlu: Türkler savaşçı bir millet, fethedip vatan yaptıkları toprakları istilacılardan korudular.Prof. Saatçi: Doğrudur. Türkler savaşçı bir millettir. Ancak sadece savaşçı değil, bunun yanı sıra bulundukları bölgeleri imar ettiler. Selçuklular Erzurum’dan, Kayseri’den, Sivas’tan İstanbul'a kadar gelirken, geçtikleri şehirleri, medeniyetleri ile donatmışlardır. Şehirlerin mevcut olan medeniyetlerine yeni dokular eklemişlerdir. Kendi kültürümüzde olan yapı türlerini Anadolu'da uygulamışlar ve büyük bir ufuk açmışlardır. Daha sonra misyonu Osmanlı Devleti devralmış ve İstanbul'un fethiyle birlikte artık Balkanlara rahatça açılma ve büyük bir devlet olma yoluna girilmiştir.Fatih’in döneminde bir imparatorluk düzeyine yükselmiş, Sultan Yavuz Selim’in büyük ve başarılı operasyonuyla İran ve Mısır problemi kesilip atılmıştır. Bunun sonucunda Türkiye cihangir bir statüye kavuşmuştur. Bazı tarihçiler, ‘Bu yapılmasaydı, Osmanlılar mahallî bir beylik olarak kalacak ve komşuları ile didişerek yok olacaktı’ diyor. Yavuz Sultan Selim Han, büyük bir operasyon yaparak, Oğlu Kanunî Sultan Süleyman’a altın tepsi içinde büyük bir cihan devleti sunmuştur.1512’de tahta geçen Yavuz, 1520’de vefat etmiştir. Yani 8 yıl iktidarda kalmış ama çok büyük işler başarmıştır. Kemal Paşazâde, Yavuz hakkında güzel bir mersiye yazmıştır. Mersiyesinin sonunda diyor ki:
İKİNCİ BÖLÜMOğuz Çetinoğlu: Orta Doğu’da Türk eserlerinden konuşabilir miyiz?Prof. Dr. Yüksek Mimar Saatçi: Ortadoğu’da Selçuklu ve Osmanlıların akıllı siyâseti sonucu İslam şehirlerinin çoğu çok değerli kültür varlıklarıyla süslenmiştir. Kuzey Irak’ta, yani Bağdat dışında da Erbil, Musul, Kerkük bölgesi bundan en büyük payı almıştır. Günümüzde Irak’ta tarihî eserlerin envanteri çıkarılırsa, yüzde 95’inin Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait olduğu görülür. Sultan İkinci Abdülhâmid Han döneminde bu coğrafyada yüzlerce mektep, askerî ve mülkî rüştiyeler, yüksekokul ve fakülteler, orijinal projelerle yapılmış ve uygulanmıştır.Mithat Paşa’nın Bağdat’ta çok başarılı uygulamaları olmuştur. Mithat Paşa’nın siyasî yönü için çok şeyler söylenebilir. Ancak çok başarılı bir vali olarak tarihe geçmiştir. Çünkü ilk defa 1869’da Bağdat’a matbaa getirtmiştir. Heidelberg marka matbaa makinesi sipariş edilmiştir. Makine Almanya’dan gemiyle Basra’ya geliyor, Basra’dan da karayoluyla Bağdat’a taşınıyor. Mithat Paşa Ahmet Mithat Efendi’yi yanında Bağdat’a götürüyor ve böylece Zevra adlı gazete yayımlanıyor. Zevra gazetesinin ilk sayısı 15 Haziran 1869’da çıkıyor. Irak’ta 15 Haziran Basın Bayramı olarak kutlanır. Bu büyük hizmet Irak için, önemli bir kültür devrimi sayılır.Irak’ta, özellikle Bağdat’ta aşiret kavgalarını sona erdiren ve güvenli bir ortam sağlayan Mithat Paşa ilk defa Bağdat’ta atlı tramvay, Dicle nehri üzerinde buharlı gemiler çalıştırmıştır. Bunlar gerçekten çok büyük hizmetlerdir.Bağdat’tan başka Musul, Şam ve Halep Osmanlı coğrafyasında önem verilen şehirlerdir. Şam’ın en güzel eserlerinden biri Emevi câmisidir. Emevi câmisi, aslında orijinal bir kiliseden dönüştürülmüş ve yanlamasına bir mekânı var. Buralarda Osmanlı yönetimi çok muazzam eserler bırakmıştır. Şam da Hac güzergâhı üzerinde olduğu için önemli bir stratejik konumdadır. Burada da Kanuni Sultan Süleyman Han bir menzil külliyesi yaptırmıştır.Çetinoğlu: Şehir halkından hemen herkesin Türkçe bildiği ve ‘Türk şehri’ olarak anılan Halep’ten bahseder misiniz? Prof. Saatçi: Halep, Ortaçağ’dan beri canlı ve hareketli ticaret merkezlerinden biri olmuştur. Halep’in çok güzel bir kalesi vardır. Ortadoğu’da böyle bir kale yoktur. Kalenin üstü başlı başına bir şehirdir. Her türlü şey var; yani 2-3 sene kalede kalsanız aşağı inmeye gerek duymazsınız. Hamamına kadar var. Osmanlılar çok önem vermişler Halep’e… Kapalı çarşıları çok yaygın ve zengin bir şehirdir.Halep Ortadoğu’nun en güzel şehirlerinden biridir. Mimar Sinan Halep’te iki önemli külliye inşa etmiştir: ‘Hüsreviye’ ve ‘Adiliyye’ adı ile bilinen Dukakinzade Mehmet Paşa külliyeleri. Günümüze kadar varlığını devam ettiren bu yapılar önemli vakıflardır.Çetinoğlu: Doğup büyüdüğünüz, hayatınızın ilk 18 yılının geçtiği Irak’ı ve Kerkük’ü de konuşmalıyız.Prof. Saatçi: Irak 1918’den sonra huzur yüzü görmedi. Krallık döneminde Türkmenler kendi dillerinde eğitim ve basın haklarından mahrum kalmışlardır. 1924 Mayıs ayında Türkmenlere ilk katliam yapılmıştır. 1946 yılında Türkmenler Kerkük’te Gâvur Bağı katliamını yaşadılar.Irak’ta 14 Temmuz 1958 tarihinde kraliyet devrildi ve cumhuriyet rejimi ilan edildi. Ancak ülke hep askerî cuntalarla yönetildi. Türkmenlere 14-16 Temmuz 1959’da tarihe bir kara leke olarak geçen Kerkük Katliamı uygulandı. Dikta rejimi altında Türkmenler çok acılı günler yaşadılar. Özellikle Saddam dönemi Türkmenler için bir kâbus oldu. 16 Ocak 1980 tarihinde Türkmen liderleri Doç. Dr. Nejdet Koçak, Albay Abdullah Abdurrahman, Dr. Rıza Demirci ve Adil Şerif idam edildi. Daha sonra Türkmen aydınlarının çoğu yine dar ağaçlarında sallandırıldı. Bir kısmı zindanlara atıldı, bir kısmı sürgün edildi. Bazıları işlerinden atıldı.Türkmenleri gayrimenkullerine ve geniş çapta tarım arazilerine el konuldu. Türkmen yerleşim merkezleri yıkıldı. Evleri, iş yerleri yıkılanlar açıkta kaldı. 2003 işgalinden sonra daha kötü günler başladı. Bin yıl birlikte yaşamış olan Araplar, Kürtler ve Türkmenlerin arasına nifak ve kin tohumları ekilmeye çalışıldı. En çok ezilenler de Türkmenler oldu.Bin yıllık geçmişleri ile medeniyet tarihine önemli katkılar sağlayan Türkmenler, Irak’ta zengin bir kültürel miras bırakmışlardır. Prof. Dr. Mâhir Nakip’in ‘Kerkük’ün Kimliği’* isimli kitabında belge ve delilleriyle belitttiği gibi; Kerkük’ün tarihî kimliği, sivil ve mimârî kimliği, siyâsî kimliğikültürel kimliği incelendiğinde, bölgenin ‘kadim Türk yurdu’ olduğu ortaya çıkar. ‘Kerkük şehrinin, Arafa ve Yorgantepe gibi târih öncesi yerleşim böleleri hâriç tutulursa, bilinen en eski yapıları, Kale’nin içinde yer almaktadır. Kerkük’ün simgesi hâline gelen Kale, bilinen en eski iki tapınağın ne zaman câmiye dönüştürüldüğü belli değildir. Uryan Câmisi’nin, 1929 yılında ve Osmanlılar tarafından yapıldığı bilinmektedir. Kalenin içinde günümüze kadar ayakta kalabilen ilk Türk eseri Gök Kümbet’tir. Yapımı 1361 yılına denk gelmektedir. Kerkük’teki diğer Türk eserlerinin belli-başlıları şöylece özetlenebilir: Fuzûlî (1483-1556) Mescidi, İmam Kasım Câmisi ve Zâviyesi, 1706 yılında yapılan Şeyh Abdurrahman Tekkesi, 1808 yılında yapılan Nakışlı Minâreli Câmi, 1854 yılında Kerkük’te vali olan Ali Paşa tarafından yaptırılan Mecidiye Sarayı. 1863 yılında Bağdat Valisi Mehmet Nâmık Paşa tarafından yaptırılan Aziziye Kışlası. 1976 yılında Baas idâresi tarafından yıktırılmıştır. Bunun dışında yıktırılan pek çok bina vardır. ‘Yapıların dili yoksa da kimlikleri vardır.’ Yıktırılan bu Türk eserlerinin bâzıları için yakılan ağıtlar, günümüzde Türkü şeklinde söylenmektedir:
Şems-i asr idi asırda şemsin Zıllı memdûd olur zamanı kasir
Çetinoğlu: Günümüz Türkçesiyle ifâde etmeniz mümkün mü?Prof. Saatçi: Şems ile asr burada cinaslı olarak kullanmıştır. Asır hem ikindi hem de yüzyıl demektir. Şems-i asr idi (yüzyılın güneşiydi) asırda şemsin (ikindi vakti güneşin), zıllı memdûd olur zamanı kasir (gölgesi uzun ama zamanı kısa olur). Yâni Yavuz’un büyük bir gölge, büyük bir devlet, geniş bir sınır sağladığını ifade ediyor. Gerçekten de Yavuz’un başarısı Osmanlıların önünü açmıştır.Yavuz gerçekten ufku çok geniş bir padişahtı. Akdeniz’de varlık gösteren Barbaros’u çok iyi tâkip etmiş ve değerlendirmiştir. Barbaros Hayrettin Paşa’nın çok samîmi bir Müslüman olduğunu ve Haçlılara kan kusturduğunu bildiği için O’na hediye olarak bir altın kılıç göndermiştir. Büyük bir güç olmasına rağmen Barbaros Hayrettin Paşa’nın da sırtını büyük ve güçlü bir otoriteye yaslamak istediğini biliyor. Yavuz Selim ona kılıç gönderince, dünyalar kendisine verilmiş gibi olmuştur. Bunun üzerine Osmanlı padişahına 4 kadırga dolusu hediye göndermiştir.Oğlu Kanunî Sultan Süleyman’a da: ‘Bu adamı kolla; bu çok önemli bir kişi, O’nu kazanmaya çalış’ diye vasiyet etmiştir.Osmanlıların kara ordusu çok güçlü; buna karşılık çok büyük donanmaları yok. Özellikle Avrupa’yla kapışacak bir donanmaya sahip olmaları için çok uzun bir süreye ve Barbaros gibi büyük amirallere ihtiyaç var. Barbaros çok cesur, çok cingöz bir denizci, adeta su üstünde, deniz üstünde yürür gibi sağa sola hücum ediyor. Hem de çok güçlü bir donanması var.Kanunî Barbaros’u İstanbul’a dâvet ediyor. İstanbul'da çok güzel bir karşılama merâsimi hazırlanıyor. Top atışları ile karşılanıyor. Barbaros eğilip padişahın eteğini öpüyor. Kanunî: ‘Sen artık kaptanıderyamsın (yani deniz kuvvetleri komutanımsın), Cezayir beylerbeyini de sen tâyin et, buradan yönet donanmayı’ diyor. Barbaros da: ‘Padişahım; ben kaptanıderya olurum ama vallahi denizsiz duramam’ diyorBarbaros’un hayatı denizde geçtiği için, denizden ayrı yaşayamam diye düşünüyor ve ‘Ancak bu şartla kabul ederim’ diyor. Kanunî de akıllı adam, yâni bu mesele yüzünden işi yokuşa sürmemiş, ‘Tamam, nasıl istersen öyle yap’ demiş ve tersaneyi emrine vermiş.Barbaros ilk defa İstanbul'a geliyor. İstanbul'u hiç görmemiş. Hatta Beşiktaş’ı görünce çok heyecanlanmış, ‘Öldüğümde, beni burada gömün’ diye vasiyet etmiş. Ömrünün son 2 ayını İstanbul'da geçirmiş, hastalanmış ve vefat etmiş. Türbesi de Mimar Sinan tarafından, söylediği yerde yapılmış.Çetinoğlu: Kanuni-Barbaros ittifakından Hıristiyan batı rahatsız olmuştur…Prof. Saatçi: Tabii, Avrupa ittifakı duyunca ayaklanmış, ‘Böyle bir korsanı nasıl meşrulaştırır?’ Çünkü Osmanlı’dan da çekiniyorlar, burunlarını kırmış kaç defa. Dolayısıyla kıyametler kopuyor. Andrea Doria’ya kilisede yemin ettirmişler: ‘Barbaros’un kellesini getireceğim’ diye. Yani Preveze Savaşı böyle başlıyor.Andrea Doria Preveze’de perişan olunca, Barbaros O’nu esir almıyor, ‘Git, yine hazırlanıp gel’ diyor. O’nu kendi halkı, ‘Hani Barbaros’un kellesini getirecektin, bizi rezil ettin’ diyerek parçalıyor. Akıllı bir siyâset, bir ülkede çok işleri rahatça çözer.Ben şuna inanıyorum. Mübalağalı gelebilir size. Arapları aşağılamak için söylemiyorum, Arapların da İslam medeniyetine büyük hizmetleri olmuş; fakat Selçuklulardan itibâren bu iş, bu bayraktarlık Türklere geçmiş ve Selçuklu, Osmanlı olmasa, bana göre, İslam bu günkü gücüne ulaşamazdı. İslam’ın bayraktarlığını bu Anadolu toprakları üstlenmiş.Biliyorsunuz, Selçuklular Oğuz boyları, yani özbeöz Türkmen. Osmanlılar Kayı Boyundandı. Fakat hiçbir zaman bunlar etnisiteye vurgu yapmadılar, kavmiyetçilik, kabilecilik yapmadılar ve Allah rızası için savaştılar. Belki de en büyük başarıları bu samîmiyetlerinde saklı. Allah'ın ismini yüceltmek için mücadele etmişler ve gerçekten Allah onları sanki kollamış.Çetinoğlu: Orta Doğu’ya dönersek… Sizin çalışmalarınız var. Kitabını yazdınız. Musul’un kaybından bahseder misiniz? Prof. Saatçi: Musul meselesi Lozan’da anlaşmaya konulmadı, ‘Anlaşma dışı kalsın, 9 ay-1 yıl içinde çözülsün. Çözülmezse, Birleşmiş Milletlerin hakemliğine gidilsin’ denildi. Tabii, Lozan imzalandıktan sonra iki tarafın meclislerinde onaylanması lazım. Musul meselesi görüşülürken Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kıyamet kopmuş. ‘Musul olmadan Doğu da olmaz’ demiş milletvekilleri, ‘Behemehâl Musul’u da almalıyız ve anlaşmaya sokalım. Yoksa biz anlaşmayı onaylamıyoruz’ denilmiş. Irak Türkmenlerine sorsanız, ‘Türkiye bizi Lozan’da sattı’ derler. Birkaç tane kitap var; böyle şeyler yazıyor: ‘Lozan zafer mi, hezimet mi?’ Biz de tabii, Osmanlı’nın dışında kalmanın verdiği üzüntüyle, kahırla bazı yanlış şeylere kapılmıştık; fakat Musul meselesi mecliste tartışılınca o kadar tehlikeli yerlere gitmiş ki, gizli celse yapmışlar.Ben Türkiye'ye 1968’de geldim ve ne olduğunu anlayamadım. 1984 yılında Türkiye İş Bankası, 4 cilt hâlinde Musul gizli zabıtlarını yayınladı. Oradan öğrendim ki, Atatürk, ‘Evet arkadaşlar, haklısınız’ diyor, ‘Şu anda Musul için savaşa girmemiz lazım.’ Asker kalmamış, erkek yok, köylerde ölen insanları artık kadınlar gömüyormuş. Genellikle kadınlar ölü gömmekten korkarlar, erkekler yapar o işi. O hâle gelmiş. Salgın hastalık, bütçede beş kuruş para yok, mermi yok ve ayrıca, birkaç devlete karşı savaş vereceksin. Mustafa Kemal Paşa diyor ki: ‘Lozan’da önemli kazanımlar elde ettik. Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığı, istiklali tesis ediliyor ve dünya tanıyacak bizi. Bunu garanti altına alalım. 6 ay sonra Musul için kıyam ederiz.’ Konuşma aynen böyle. Yani ‘Musul’u savaşla alırız’ Bunun üzerine milletvekilleri ikna olmuşlar. Yani çok akıllıca bir siyaset uygulamış ve meclisin heyecanını yatıştırmış, Lozan Antlaşması böylece onaylanmış.Bunu okuduktan sonra doğrusu fikrim değişti. Kerkük, Musul, Türkiye'den daha önemli değil benim için. Burası Türklüğün son kalesi. Bu coğrafyadan dünya idare edilmiş, sadece Osmanlı değil. Roma, Bizans, İstanbul'dan yönetmiş dünyayı, eski dünyayı. Eski dünya, ABD’nin keşfinden önceki dünya. Dünyanın merkezi olmuş. Osmanlı da buradan dünyayı idare etmiş ve Ortadoğu’ya 600 yıl süresince asude bir hayat yaşatmışlardır. Ne kimseyi sömürmüşler, ne sömürge yapmışlar, ne kimseye zulmetmişler. Arapların ülkelerine, şehirlerine Arap hâkimler koymuşlar; yani böyle bir etnik vurgu yapmamışlar.Çetinoğlu: Farklı milletleri, farklı kültürleri ve farklı inançları bir arada tutmak, Osmanlı’nın İslam anlayışından kaynaklanan bir siyaset tarzı. Bu tarzı nasıl değerlendiriyorsunuz? Prof. Saatçi: Osmanlıların politikası bence bugün cihanşümul geçerliliği olan bir politikadır. Çok tartışmalarda gündeme geldi. Yani Balkanlardaki dindaşlarımızı, soydaşlarımızı katlettiler. ‘Osmanlı Devleti; Sırpları, Hırvatları kılıçtan geçirseydi, başımıza o felaketler gelmezdi.’ Deniliyor. İngiliz tarihçi diyor ki, ‘Osmanlı bunu yapsaydı cihan devleti yani evrensel olamazdı.’Osmanlı, sâdece Müslümanları değil, İsevîleri de, Musevîleri de, hepsini koruma altına almış. Onların havralarını, manastırlarını, kiliselerini bile restore eden Osmanlı bu kadar akıllı bir siyaset gütmüştür.Şunu da ilave etmek isterim: Osmanlı yönetimi Şiîleri de iyi idare etmiş. Şiîler Sünnileri idare edememişler, onu söyleyeyim. Şu da bir gerçek: Osmanlı Sünniliği, çok müsamahakâr bir yaklaşım içinde. Türk Müslümanlığı Emevi Müslümanlığı gibi kavmiyetçi ve sert-katı değildir. (DEVAM EDECEK)MİSÂFİR KALEMGeçen hata bu sayfada yayınlanan Ömer Lütfi Taşcıoğlu imzalı, ‘KIBRIS’IN GELECEĞİ İÇİN’ başlıklı yazı ile alakalı olarak gelen mektup:Sayın Mustafa Akıncı KKTC CumhurbaşkanıSeçildiğiniz günden beri Kıbrıs Adasındaki iki toplumlu oluşumun ‘topallayan’ yapısına koltuk değneği -protez- inşa gayretlerinizi sessizce devam ettirdiğinizin farkındayım.Kıbrıslı olduğunuzdan Haleflerinizin bu yolda 40 yıldır yaptıklarını ve elde edebildiklerini en iyi bilenlerden olmalısınız.Muhataplarınızın pastadan büyükçe bir parçaya sahip olmakla yetinmeyip pastanın hepsini elde etmedikçe tatmin olmayacaklarını anlamış olmalısınız.Uzlaşma, hakkaniyet zemininde, herkesin karşısındakinin haklarına saygı ölçüsünde, elde ediliyorsa değerli olur. Aksi halde adı anlaşma da olsa sonuç, kandırma-aldatma- satma- ihanet vb gibi olumsuzlukla anılmaktan ileri gitmiyor. Buna imza atanların ise hangi sıfatlarla anıldığı tarih bilenler için gizli değildir.VER KURTUL! şeklinde bir anlaşmaya sağduyulu halkın rıza göstermesi beklenemez. Lakin Rumların gözünde, her anlaşma denemesinde daha da azına razı olunduğu bir defa daha doğrulanmış olacaktır.Bunun da akıllılık ve dürüstlük olacağı söylenemez…Kıbrıs davasını 60 yıldır ibretle ve hayıflanarak izleyen bir Türk vatandaşı olarak; ben de hatırlatayım istedim.Saygılarımla.Dr. Necati SaygılıKimya Yüksek MühendisiDERKENAR:BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLATIOĞUZ ÇETİNOĞLUGünümüzde ‘Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’ adı ile faaliyet gösteren devletlerarası kuruluşun başlangıcı sayılan ‘Cemiyet-i Akvam / Milletler Cemiyeti’ adı ile 1920 yılında, Birinci Dünya Savaşı’nın galip ülkeleri olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere ve Fransa’nın önderliğinde kuruldu. Teşkilatın merkezi İsviçre’nin Cenevre şehri idi. İkinci Dünya Savaşı’nın çıkışını önleyemeyince, 18 Nisan 1946 târihinde Cenevre'de yapılan toplantıda cemiyetin dağılmasına karar verildi.Birleşmiş Milletler Teşkilatı 24 Ekim 1945'te ABD’nin başşehri New York’ta, İngiltere, ABD, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin öncülüğünde kuruldu. Daha sonra Fransa’nın iştirakiyle ve dağılan SSCB’nin vârisi olarak kabul edilen Rusya Federasyonu ve Çin Cumhuriyeti temsilcilerinden oluşan 5 kişilik Güvenlik Konseyi oluşturuldu. Güvenlik Konseyi’nin veto hakkı vardır.Adı, kısaca ‘Birleşmiş Milletler BM) olarak anılan teşkilat, gerçekte milletlerin değil, devletlerin bir araya geldiği bir kuruluştur. 2015 yılındaki üye sayısı 193’tür.Dünyada barışı ve adaleti sağlamak maksadıyla kurulan ve ‘Birleşmiş Milletler Teşkilatı BMT’ olarak anılması gereken kuruluş, 5 ülkenin veto yetkisine sâhip olması sebebiyle âdil bir teşkilat olmadığı gibi, insanlığa barış getirme konusunda da başarılı olamamaktadır. Hatta denilebilir ki günümüzde en vahşi şekilde devam eden savaşların müsebbibi, Güvenlik Konseyi üyesi olan 5 ülkedir. Günümüzdeki savaşlar, onların isâbetsiz kararlarıyla çıkmıştır ve onların ihtirasları sebebiyle teşvik edildiğinden devam etmektedir. |
Bülbülüm kafestedir
Gülmez gönlüm hastadır
Daşköprü yıkılalı Hele (hâlâ) gönlüm yastadır. ***
*Bilgi Yayınları, Ankara 2007 **Mahir Nakip. Kerkük’ün Kimliği: Bilgi Yayınları, Ankara 2008, s: 99-101***age. s: 105-107Çetinoğlu: Irak’ta, bahsi geçen bütün bu Türk varlığı ve Türk kültürü nasıl oluştu?Saatçi: Anadolu henüz Türkleşmeden önce Bağdat, Musul, Kerkük ve Erbil gibi merkezler, Selçukluların ve bunların devamı olan Musul ve Erbil Atabeylerinin zamanında birer Türkmen şehri olmuştu. Osmanlılar (1534–1918) ile birlikte bölgede Türkmen nüfusu daha da yoğunlaşmıştır. On altıncı yüzyılda Bağdat Türk kültür merkezi olmuştu. Bölgede yetişen Nesimi’den sonra Türkmen edebiyatının en büyük şairi Fuzûlî, bütün Türk dünyasının edebiyat tarihinde zirveye oturmuştur. Aynı yüzyılda yetişen Ahdî ve Ruhî gibi şairler, Bağdat’ta Türk dilinin ne kadar önem kazandığını gösterir.Türkmen mimarî anıtları ile ön plana çıkan Musul, Atabeyler döneminde tamamen Türk olan bir fizikî görünüş kazandı.Çetinoğlu: Orta Doğu’nun hemen her bölgesinde zengin kültürel miraslarla karşılaşmak mümkün. Bölge için ‘Kültürler mozaiği’ denilebilir mi? Prof. Saatçi: Tarih boyunca dünyanın en cazibeli ve en yoğun ilgi odağı olan Ortadoğu Bölgesinde, Abbasilerden Emevilere, Selçuklulardan Osmanlı Devletine kadar, dinamik ve canlı dönemler yaşanmıştır. Kudüs, Şam, Bağdat, Halep, Musul, Mekke-Medine gibi hem dînî hem de etnik açıdan önemli olan birçok şehir, bu coğrafyada yer almıştır. Değişik kültürlerin uygarlık beşiği olan bölgede, zengin ve değerli kültür varlıkları oluşmuştur. Bu uygarlık hazinesine en büyük katkı İslam döneminde sağlanmıştır. Abbasî ve Emevi dönemlerinden sonra İslam dünyasının bayraktarlığını üstlenen Türkler, bölgede en kalıcı izlerin sahibi sayılır. Türkmeneli bölgesinde karşımıza çıkan ve konut mimarisinin en güzel örnekleri olan Türkmen evleri bu zengin mirasın özel bir bölümünü oluşturur. Klasik Türkmen mesken mimarî örnekleri Kerkük, Erbil, Tuzhurmatu, tavuk ve Altunköprü gibi sadece Türkmenlerle meskûn bölgelerde vardır. Evlerin tasarım üslubuna paralel olarak, yörede Türkmenlere özgü bir mimarî sözlük bile gelişmiştir.Maalesef son yıllarda Suriye’nin başşehri Şam ve diğer önemli şehri Halep’te büyük ölçüde kültür varlığı kıyımı yaşandı. Özellikle erken dönem İslam mimarisinin seçkin bir örneği olan Emevî Camii büyük tahribata maruz kaldı. Bu kıyım ne yazık ki günümüzde de devam ediyor.Çetinoğlu: Irak dışındaki Orta Doğu Ülkelerinden Suriye’de de Türk kültürünü temsil eden eserler var. Türkiyenin en uzun kara sınırı Suriye ile… Saatçi: Türkiye ile Suriye arasında 877 km. kara sınırı vardır. Türkiye sınırlarına 60 km. mesafede Halep şehri bulunmaktadır.Suriye’nin kuzeyinde önemli ticaret yollarının buluştuğu noktada olan Halep, tarih boyunca Doğu ile Batı arasında ticaretin anahtarı konumunda olmuştur.Orta çağın en alımlı kalesine sahip olan Halep, Osmanlı Devleti’nin en önemli şehirleri arasında yer almıştır. Halep’in Osmanlı döneminde bir ticaret merkezi olarak önemi, hem coğrafi konumundan hem de tarihî gelişmelerden doğmuştu.Irak ve Suriye’de devam eden savaşın en büyük dramını kadınlar ve çocuklar çekmiştir. Bu acımasız savaşta en çok hırpalanan ve büyük acılar yaşayan zaten kadınlar ve çocuklar olmuştur. Çetinoğlu: Orta Doğu’daki karışıklıklar, iç savaşlar ve dış askerî müdâhaleler Türkiye’yi etkiliyor…Prof. Saatçi: Ortadoğu bölgesinde Irak ve Suriye problemi çözülmedikçe Türkiye rahat edemez. Bu iki ülkenin huzuru sağlanmadan, Türkiye’nin de huzuru ve barışı tehlikeye girer. Bu bakımdan Türkiye Suriye ve Irak işine müdahale etmek zorundadır. Çünkü bu kargaşadan en çok etkilenen Türkiye’dir.Çetinoğlu: Yaşanan fâciaların müsebbipleri ve çatışan gruplar hakkında konuşmak ister misiniz?Prof. Saatçi: Irak ve Suriye’de yaşananlar Ortadoğu coğrafyasını yeniden şekillendirmek isteyenlerin eseri. Bölgede çatışan güçler 3 grupta toplanabilir:1-Bölgedeki güçler ve mahallî topluluklar2-Orta Doğu Bölgesi güçleri (İran, İsrail, Suudi Arabistan, Türkiye vs.)3-Milletlerarası Güçler (ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda vs.)Bölgede birinci sırada birbiri ile çatışan mahallî güçler arasında Şiiler, Sünniler ve Kürtler ön plandadır. Bunların arkasında da terör odakları bulunmaktadır.İkinci sırada bölge güçleri var. Bunlar bölge ülkeleri olan İran, Suudi Arabistan, İsrail, Mısır ve Türkiye ilk sırada yer alıyor. Şu anda bölgenin en başarılı aktörü İran sayılır.Çetinoğlu: Neden?Prof. Saatçi: İran çok etkili ve başarılı bir politika güdüyor. Şu anda Amerika da İran’ın yanında yer almış gibi görünüyor. İran’ın hiç konuştuğunu duydunuz mu, Türkiye için, Irak için, hatta Suriye için ne dedi, kimse bilmiyor. Dış politikası ve komşuları hakkında İran hiçbir şey söylemiyor. ABD Irak’ı işgal etti, fakat Irak İran’ın kucağına düştü. Bağdat’tan Basra’ya kadar her şey İran’ın elinde. Çetinoğlu: İsrail’in genişleme politikası ve hırsının Orta Doğu’daki hâdiseler üzerindeki rolünü değerlendirir misiniz? Prof. Saatçi: Bölgede önemli rol oynayan diğer bir ülke ise İsrail’dir. Suriye krizi kör döğüşüne dönünce ABD kendini bu işten sıyırdı. ABD çekildi, Rusya devreye girdi. ABD Irak’ta da öyle yapmıştı; ülkede fitili yaktı, çekildi. Şimdi Suriye’de Rusya baş aktör, bu işte de yine İran kârlı çıktı.Hâfızalarımızı tazeleyip daha eskilere gidersek, İran’da Amerikancı olan Şah’ın iltica talebini ABD bile kabul etmedi. Şah devrildi, yerine Humeyni geldi. Irak’ta Saddam bir numara Amerikancı idi. 1980’de İran’la savaşa girdi. 8 yıl süren bu savaş, 1988’de sona erdi. Basın toplantısı yaptı Saddam, ‘Bunlar bizi savaşa soktular ve sonra ortada bıraktılar.’ Saddam’ın bunlar dediği ABD ve batılı ülkeler şüphesiz. İran-Irak Savaşı 200 milyar dolarlık silah satışını sağladı. Batının elinde ne kadar modası geçmiş stok silah malzemeleri varsa, hepsini paraya çevirdiler. Bu paranın 100 milyar doları Irak’tan, 100 milyar doları da Körfez ülkelerinden sağlanmıştır.Arkasından Irak hariciyesi Amerikan’ın Bağdat’taki bayan büyükelçisini hariciyeye dâvet ediyorlar. Büyükelçi Hâriciyeye gidiyor. Ancak Dışişleri Bakanının koltuğunda Saddam’ın oturduğunu görüyor. Yani büyükelçiyi bakan dâvet etmiş, ama Saddam karşılıyor. Saddam. ‘Sorun bakalım büyükelçiye, biz İran’la savaşırken, Körfez ülkelerinin bir kısmı, özellikle Kuveyt petrol fiyatlarıyla oynadılar, bizi 2,5-3 milyar dolar zarara soktular. Biz bunun hesabını sormak isteriz. Özellikle Kuveyt bize oyun oynadı. Ekselansları ne diyor bu konuda?’Bayan büyükelçi: ‘Efendim ABD, genellikle kardeşler, akrabalar arasındaki kavgalarda taraf olmaz. Yani biz hepinize karşı eşit mesâfedeyiz’ diyor. Saddam da: ‘Tamam, yeşil ışık yaktılar bize’ diyor ve Kuveyt’e saldırıyor. Esas felaket o zaman başlıyor. Bu sefer bütün Körfez ülkeleri ABD’nin eteğine yapışıyor. Gerisi malum… Körfez Savaşında da ABD Körfez ülkeleriden 600 milyar dolar tahsil ediyor.