Röportaj: Oğuz ÇetinoğluOğuz Çetinoğlu: 1964 yılında, ‘Kitabı ekmek kadar aziz bilen’ bir grup ideal arkadaşınızla birlikte, cep harçlıklarınızı sermâye yaparak, ‘Ötüken Neşriyat’ isimli yayınevini kurdunuz. İdeolojiniz, kurduğunuz yayınevinin ismine yansıdı. Ancak, yayınlayacağınız eserleri seçerken ideolojinizin sınırları içerisinde mahsur kalmıyorsunuz. Yine de vazgeçilmezleriniz vardır. Onları açıklar mısınız? Erol Kılınç: Kitabın azîz tutulduğu, yazıya ve yazılı kâğıda kudsiyet atfedilen bir toplumdan geliyoruz; Ötüken’i kuranlar böyle bir toplumun mensupları. Onlar, milliyetçi-muhafazakâr bir ideolojiye hizmet ederek Türk milletinin tarihî ve kültürel varlığının ana damarlarını besleyecek eserler yayınlamayı hedeflemişler ve bu maksatla yayınevini kurmuşlardır. Bunların arasında ben yokum; Ötüken yayına başladığında ben henüz liseyi bitirmeğe çalışıyordum ve İstanbul’a henüz gelmemiştim; Ötüken’i ben Anadolu’da tanıdım.Yayınevinin politikasında ideolojik sınırlar içinde mahsur kalmak diye nitelenecek bir çizgi yoktur; ama nedense herkes bizi böyle tanıyor ve tanıtıyor. Bunun sebebi ismimiz ve üç tuğlu amblemimizdir diye düşünüyorum. Bir de milletimizin, manevî değerlerimizin, kültürel mukaddeslerimizin aleyhinde, yıkıcı ve hakaret taşıyıcı hiçbir şey yayınlamamaya dikkat ediyoruz. İsmimizle tuğlarımızın çizgisini bu dikkatimiz pekiştirdiği için, ‘Türk milliyetçiliğinin yayınevi’ imişiz gibi algılandığımızı söyleyebilirim. Ama aslında ‘vazgeçilmezlerimiz’ bunlardır.Çetinoğlu: Yayınevinizin vazgeçilmezleri olduğu gibi, belli hedefleri de vardır mutlaka. Açıklamanızda mahzur var mı?Kılınç: Hedeflerimiz millî şuur, dil şuuru, tarih şuuru, devlet şuuru sahibi, imanlı ve kendine güvenen, tarihi ve kültürü ile barışık, tarihini ve kültürünü eksikleriyle, hatalarıyla, üstünlükleriyle kavramış, çağdaş dünyaya bunların ışığında bakabilen, çağıyla uyum sağlayabilme yeteneği kazanmış aydın nesiller yetişmesine katkıda bulunmak; Türk dünyasının varlığından haberdar, onu her yönden canlandıracak şuurun uyanmasına katkıda bulunmak… Hedefimiz bu oldu. Büyük bir hedef, ama uğrunda her türlü çabayı göstermeğe değer bir hedef…Çetinoğlu: Tarihten sosyolojiye, spordan şehir kitaplarına, felsefeden tasavvufa, romandan şiire, biyografiden hâtırata, gezi yazılarından yardımcı kitaplara, ansiklopediden sözlüğe… çok geniş bir yelpazede yayın yapıyorsunuz. Yazar kadronuz da öyle. Bu tür zenginlikler bir yayınevinin ayakta kalması, gelişmesi için yeterli mi? Başka neler gerekli?Kılınç: Yazar kadromuz ve yayın yelpazesi bakımından hacmimiz ve kadromuz hesaba alınırsa, tam bir plan ve program takip ettiğimiz söylenemez. Biz bu işi el yordamıyla ve amatör heyecanlarla götürdük. Niyetimiz halisti ve hedeflerimiz yayın çizgimizle uyuşuyordu; okuyucularımızla da uyumumuz tamdı.Hiçbir zaman paragöz olmadık. Yayınevinin ortakları hiçbir zaman para kazanma hırsıyla hareket etmediler. Uzun yıllar kendileri de buradan para-pul almadılar. Nurhan Alpay’ın sorumluluğuna tam bir güvenle işi, hem para boyutuyla, hem sevk ve idare cihetiyle bıraktılar. Ötüken çok ortaklı olmakla beraber tek kudretle yönetildi, başarısının altında bu güven yatmaktadır. Bir yayınevinin, hatta herhangi bir faaliyetin gelişip büyümesi için a) Hâlis bir niyet, b) Tutarlı ve sağlam bir hedef, c) Dürüstlük ve güven en temel üç unsurdur; bundan sonrası d) Disiplin ve gayrettir. Gerisi kendiliğinden olur gider…Çetinoğlu: Galiba genlerimizden gelen bir özellikle, 3-5 kişi bir araya gelince; vatan-millet meselelerini konuşur, dertlerimize çâreler arar, çözüm üretmeye çalışırız. Yazarlarımız, ürünleri olan kitaplarla bu işi, daha verimli bir zeminde ve kalıcı tarzda yapmaya çalışıyorlar. Çark böyle dönüyor.Bir yayıncı olarak, çarkın dönüşüne gönlünüzce katkıda bulunduğunuzu ve umduğunuz neticeleri alabildiğinizi düşünüyor musunuz? Cevabınız hayır ise, engelleriniz nelerdir?Kılınç: Ben şahsen ‘en’ sözünü sevmem; tükenmişlik ifade eder; ‘daha’ sözünün yüksek idealler peşinde koşanların dinamosu olduğuna inanırım. Yani yaptıklarımız kâfi değildir, daha iyisi yapılmalıdır. Daha düzenli, daha planlı, daha büyük ve daha çeşitlendirilmiş projelerle daha yaygın bir kadro ve daha geniş bir yayın yelpazesi oluşturulmalıdır. Vatan kurtarma işini bırakıp millî kültürümüze dönmeyi; insanlarımızın dünya görüşü ve yaşayış tarzı olarak aşağılık duygusundan uzaklaşıp kendi benliğine ve gücüne güvenen bir anlayış ve ruh haline yücelmesine çalışmayı esas almalıyız. Kitap, bu yoldaki çalışmaların en sağlam malzemelerinden biridir. Önce buna inanmak gerekir, sonra bu inancı ve onun verdiği heyecanı kitapla beslemek şarttır. Bu sağlansa, ülkemiz de, vatanımız da, devletimiz de –kurtulmak değil- yükselecektir diye inanıyorum.Çetinoğlu: Yayıncılığa başladıktan sonra gelip geçen siyasî yönetimlerin yayın dünyasına ve kültür hizmetlerine yaklaşımlarını değerlendirir misiniz? Beklentileriniz nelerdir?Kılınç: Türkiye’de kitaba en uzak çevrelerden biri -mübalağasız söylüyorum- siyaset erbabıdır.Siyasîler kitabı tanımıyorlar; hiçbir projelerinde kitaba yer yoktur; kitaba imparatorluk döneminde gösterilenin çok azını bile göstermek akıllarından geçmiyor. Düşünebiliyor musunuz: Roman, şiir, tiyatro, deneme yazarından vergi alıyor bu devlet! Dile ve kültüre bedava hizmet eden adamı bulmuşsun, bunu mükâfatlandırmak bir yana, kitabı çıktığında % 17 nisbetinde vergi alıyorsun…
Bunu yayınlayarak hizmet etmeğe çalışan yayıncıdan, bir otomobil tüccarı, bir sanayici ile aynı oranda vergi alıyorsun… Kitaptan “bandrol” deyip vergi alıyorsun, KDV deyip vergi alıyorsun, gelir vergisi veya kurumlar vergisi deyip vergi alıyorsun… Efendim, basından vergi alınmasın mı? Basınla kitap yayıncılığını karıştırmamak lazım: Yayınlanan kitapta banka reklâmı mı var; kitabın ve yayıncının reklâm ve ilan gelirleri mi var? Yazarlık ve kitap yayıncılığı, siyasetçilerimiz kitap-dışı kişiler olması sebebiyle, kanunlar marifetiyle, vergiyle cezalandırılan bir faaliyet alanıdır… Bu kafaya sahip olanlardan bir fayda ummak abesle iştigaldir.
Kütüphaneler var Kültür Bakanlığına bağlı… 1500’ün üzerinde. Ne yayınları takip ederler, ne kitap bulabilirsiniz buralarda; işlerliği yoktur… 15 milyon öğrencimiz ve şu kadar okulumuz vardır; her şeye para bulurlar da kitabı bedava isterler; böyle bir mantaliteye sahiplerdir… Para, kitaba verilemeyecek kadar kıymetli bir şeydir, kitap isteyicileri için ve okul yöneticilerinin pek çoğu için… Siyasî yapı da bunu asla görmez ve değerlendirmez. Onların da kitap diye bir madde yoktur zihinlerinde…Çetinoğlu: Bir milletin büyük hamleler yapması, kültür hayatındaki gelişmelerle mümkündür. Yayıncılık, kültürel gelişmelerin en önemli kaynağı. Son 50 yıllık dönemde, söz konusu kaynaktaki gelişmelerin hangi yönde olduğunu düşünüyorsunuz?Kılınç: Son 50 yılın ilk on yılı ideolojik kavgalarla geçmiştir. Heyecanlı, sağdan ve soldan, inanç sahibi olan, toplumumuzu ataletten çıkarıp daha ilerilere taşımak için okuyan veya kavga eden nesiller bu on yıla da damgalarını vurdular. Sonraki kırk yıl ‘Sinik yıllar’, ‘köşe dönücülüğün revaçta olduğu yıllar’ oldu. Bu dönemde tek büyük iş, iş adamlarımızın dünyaya açılmaları, kendilerine bu sahada imkân ve fırsat verilirse Türk ekonomisini canlandırabilecek bir diriliğe sahip olduklarını ortaya koymaları olmuştur. Ama yüksek idealler hususunda aynı ölçüde canlılık ve dirilik yoktur. Bu inanç buhranının aşılması lazımdır. Bu yolda kitap, inancı besleyen bir ana faktör olarak hayatî derecede önemli olmaya devam ediyor. İnançları, idealleri besleyen kitap, insanları inanç buhranından ve inançsızlıktan kurtarabilecek bir özelliğe de sahiptir. Son yıllarda çok kitap yayınlanıyor ve bu çokluk içinde bir miktar da çok kaliteli ve ilgi çekici, ufuk açıcı kitaplar var. Bunlar geleceğe ümitle bakmamızı sağlıyor.Çetinoğlu: Yayınevleri, kültürümüzün gelişmesine diriltici bir soluk kazandırabilmek için ne tür donanıma sâhip olmalı?Kılınç: Benim hayalimdeki yayınevi, gençlerle, halkla diyalog halinde olan kültür ve sanat akademisi gibi bir kurumdur… ‘Akademi’ tâbiri bir statiklik imajı veriyor; bunu kasdetmiyorum, yayıncılık halkla, gençlikle diyalog içinde olmayı; onlardan etkilenmeyi ve onları etkilemeyi, toplumun geçmişiyle istikbali arasında kültür ve sanat bakımından heyecan verici ilişkiler kurmayı başaracak şekilde yapılmalı, ehil kadrolarla yapılmalı… sorulduğu için söyledim. Yoksa Türkiye’de bugünkü yayıncı envanteri pek iç açıcı değildir ve bu hayalin yanından bile çok azı geçebilir…Çetinoğlu: Kültür savaşları çağındayız. Bir yazarın benimsediği ve yayınevinizin de desteklediği kültürün etkili konuma ulaşmasının şartı nelerdir?Kılınç: Tesbitiniz doğrudur: Kültür savaşı var çağımızda. Bunların uzun menzilli ve etkili silahları iletişim vasıtaları ve propagandadır. Mermileri ise kültür değerleridir; bu savaşın saldırganları için maksat kültürleri tahrip etmek ve kendi kültürlerini, daha doğrusu kendi planladıkları kültür değerlerini etki alanlarına almak istedikleri milletlerin kültürlerine hâkim kılmaktır. İşte tam burada dil, inanç, dünya görüşü, tarih şuuru ortaya çıkıyor ve bunların yansıtıldığı fikir ve sanat eserleri gündeme çok büyük bir ihtiyaç olarak oturuyor. Yayınevlerinin rolünü buradan çıkarabilirsiniz… Yazarın eserini okurlara ciddiyetine ve niteliğine uygun bir seviyede takdim ettiği yerdir yayınevi. Çok kitap yayınlayan değil, seviyeli yayın yapan yayınevi, yazarın kalitesiyle birleşirse o kitabın etkisi daha başka olur; belki satışı tatmin edici değildir ama, ‘ciddiyetin’ alıcısı hep vardır, azdır ama ne yapalım… Bunlar kültürün yükselişinde etkili olurlar… Kültür savaşını da bunlarla kazanırsınız…Çetinoğlu: Çoğunluğumuz itibâriyle söze meraklı, yazmayı sevmeyen, az okuyan bir milletiz. Yayıncı olarak şirketinizin veya bağlı olduğunuz kuruluşların, yeni nesilleri okuyama teşvik edecek, okuma alışkanlığı kazandıracak projeleri var mı? Nelerdir?Kılınç: Bizim çaplı bir proje yapmamız ve uygulamamız, mümkün değildir. Bu iş bir eğitim işidir: Okul ve öğretmenle; ülkenin kültür ve eğitim politikaları konusundaki durumu, imkânları, ihtiyaçları ve hedefleri ile; kültür istilasına karşı alınacak tedbirler dikkate alınarak hazırlanıp uygulamaya konulacak projelerle, devlet eliyle yürütülmesi gereken işlerdir… Ötüken, sadece kendine düşeni, kültür hizmeti olarak gördüğü şeyleri dikkate alıp yayınlayabilir… Gerisi bizi çok aşar…Çetinoğlu: Türkiye’yi de etkileyen küresel kriz sebebiyle yayıncıların, ilgili kuruluşlardan talepleri oldu mu? Oldu ise bunlar nelerdi ve nasıl karşılandı?Kılınç: Kriz mi? Türkiye’de yayıncılık sürekli kriz halinde. Sektörümüz (!) ihtiyaç sıralamasında 230’lara doğru gerilemiş… Bu, krizin olmadığına delildir; yani olmayan sektörde kriz mi olur?.. Bazı yayın kuruluşları personel çıkardı. Kitapçılar kitap iade ettiler; hesaplarını 8 ay ötelediler. Ama vergi dairesi gününde vergilerini aldı. Dövize bağlı kâğıtlarda fiyatlar fırladı, bu da yayınları % 70 oranında durdurdu. Vesaire, vesaire…Çetinoğlu: Korsan yayıncılık, güçlü bir sektör hâline geldi. Önlenmesi için bağlı veya ilgili bulunduğunuz kuruluş teşebbüste bulundu mu, sonuçtan ümitli misiniz?Kılınç: Korsan, Türkiye’deki yayıncılığı önemli oranda etkileyecek hale geldi. Ama bence bunun asıl sebebi yabancı dille eğitim; İngilizceyi hazırlık sınıflarında okutma mecburiyetinde olan okullardaki İngilizce 25-30 kitap, ithal ediliyor ve bu kitaplar okullarda öğrencilere dayatılıyor: Üstelik her biri her sene başka bir benzeri ile değiştiriliyor; yeniden satın alınsın diye… Bunların tutarı şimdi nedir bilmiyorum, ama 5-6 sene önce 350-400 bin (bugün TL) tutuyordu. Onbinlerce takım kitap ve yüklü bir meblâğ… Korsan bunları keşfetti ve ithal kitap yerine korsanını basıp bu piyasayı tuttu. Bundaki kazancı görünce, okullarda çok talep edilen kitapları da satış portföyüne aldı. Bunların sayısı –çeşit olarak- çok değilse de yayın sektörünü ayakta tutan kitaplar olduğu için etkisi de epeyce fazla oldu.Bizim yayınlarımızdan Tarık Buğra’nın Osmancık’ı, Peyami Safa’nın 4-5 romanı, Prof. İ. Kafesoğlu’nun Türk Millî Kültürü, M. Niyazi’nin Çanakkale Mahşeri gibi kitaplar da korsanlarca basılıp satılıyor… Bandrol dediler; bandrolün korsanı meşrulaştırdığını sanıyorum.Korsanı takip de zor iş; tezgâhta üç-beş kitap buluyorsun; hepsi suç olsa ne ifade eder? Ana depoyu bulmak ise çok zor… Okuyucu ise kitabın korsan olup olmadığına çoğunlukla bakmaz, ucuzuna bakar… O halde: Bununla mücadelenin tek yolu var: Kitap fiyatlarını ucuzlatacaksın; vergileri ve bandrolü kaldıracaksın veya sembolik hale getireceksin. Korsanı bulduğunda da satanı ticaretten men edeceksin.Çetinoğlu: Yayın sektörünün Türkiye ekonomisindeki payı rakamlarla ifâde edilebiliyor mu? Aynı hacimdeki diğer sektörlerle kıyaslandığında, sektörünüzün avantajları-dezavantajları açısından bir değerlendirme yapmak mümkün mü?Kılınç: Sıhhatli rakamlar söyleyemem. Ama 30 bin çeşit kitap çıkıyor; ortalama tirajlar 1000-3000 arasında dolaşıyor; buradan bir tahminde bulunmak mümkünse de, sonuçta ekonomideki yerimizin sıfıra yakın noktalarda olduğu görülecektir.Çetinoğlu: Yayın sektörünün 5 yıllık kalkınma planlarında ve hükümet programlarındaki konumundan memnun musunuz? Teklif ve istekleriniz nelerdir?Kılınç: Bir ‘konum’u var mı ki?Çetinoğlu: Kâğıt, baskı, cilt ve kitap KDV oranları hakkında neler söylemek istersiniz?Kılınç: Kitapla ilgili bütün vergilerin kaldırılması: Yayıncı sertifikası olanların ihtiyaç duydukları kâğıtlardan KDV’nin kalkması, baskıda, ciltte, kitapta KDV’lerin kalkması; Yazarların te’lif ücretlerinden verginin kalkması; Yayıncı sertifikası olanların diğer sektörlere göre vergilerden ya muaf tutulması veya çok cüz’î, -meselâ % 10 oranında- bir vergiye tâbi tutulmaları…Bunu olumlu karşılamayan bir zihniyet, kitaptan anladığını da iddia edemez…Çetinoğlu: Yayın sektöründe dağıtım hizmetlerinin yeri, işlevi ve sebebiyet verdiği problemler nelerdir?Kılınç: En büyük sıkıntılardan biri budur. Yayıncılar bir araya gelerek bunu çözemiyorlar. Bunda hizmetin pahalı oluşu, kârın bunu karşılayamayışı asıl sebeptir.Taşrada kitapçı esnafı çok zayıf ve müsait olmayan ortamlarda bu işi yapmağa çabalıyor. Bunların mahallî idarelerce desteklenmesi, Kültür Bakanlığı’nca özel teşviklerle desteklenmesi, gerektiğinde, meselâ kira yardımları yapılarak, subvanse edilerek kitapçılığa daha özenli yaklaşımlarla mesleklerini geliştirmeleri sağlanabilir; bunların kurulacak dağıtım şirketlerinin bayileri olarak yayınları teşhir etmeleri, tanıtmaları, mahallî okulların ve kütüphanelerin buralardan alışveriş ederek yeni yayınları satın almaları.. planlanabilir… Böyle bir teşebbüs, sektörümüze çok büyük ve köklü bir hamle yaptırır…Çetinoğlu: Kitabın ‘pahalı’ olduğu söylemleri hakkında neler söylemek istersiniz?Kılınç: Kitaba ihtiyaç duyan, paha biçemez. Satışı yüksek olsa, kitabın maliyeti ve fiatı düşer. Sinema bileti ile mukayese edilirse, kitap çok geride kalır… Bir kitap ortalama olarak bir öğün yemekten pahalı değil… Velhasıl paha işi psikolojiktir…Çetinoğlu: Kişi başına bir yılda basılan kitap sayısını, ülkeler bazında gösteren çizelgeler hazırlanıyor mu? Dünya sıralamasındaki yerimiz hakkında bilgi edinmek mümkün mü?Kılınç: Bunları herhalde İSBN ajansı son zamanlarda daha sıhhatli bir şekilde yapıyordur. İstatistik çok şey değiştirmiyor: Kitap okunma oranı, son derece yetersiz bir seviyededir. Açık olan şey budur.Çetinoğlu: Kitap ile gazetenin karşılaştırmasını yapar mısınız?Kılınç: Türkiye’de çok yayınevi var. Neredeyse 2000! Okurdan fazla yayıncı vardır neredeyse! Bana göre bu 100-200 adede inmelidir. Kaliteye dikkat edilmelidir… Bu sağlanırsa ekonomik olarak daha güçlü hale gelinir. Ama burada başka bir tehlike var: Bankalar işin prestijli tarafını dikkate alarak bu sektöre girdiler ve faiz kazançlarından sağladıkları ve zarar hanesine atarak devletten kıstıkları paralarla kültür yayıncılığını öldürmeğe doğru yürüyorlar… Bunu önlemek lazımdır.Gazete ile kitap farklı şeylerdir… Kitap, okyanustur, daima oradadır ve daima insanları enginlerde gezdirir, ufukların ötesine götürür; gazete ise seldir, akıp geçer; baskı gücü olarak propagandanın silahıdır. Kitabın öyle bir silahşörlüğü yoktur. Kitap, ve dergi… Bunlar kültürün ve seviyenin malzemeleridir… Okuyanın itibarını inanılmaz derece artırır… Bu farklılığı başka hiçbir şey kazandıramaz…EROL KILINÇ’IN BİYOGRAFİSİ1945 yılında Konya’nın Bozkır ilçesinde doğdu. 1949 yılında ailesiyle birlikte Aydın’ın Söke ilçesine yerleşti. Söke Kemalpaşa İlkokulunu bitirdi. Parasız Yatılı imtihanlarını kazanarak Aydın Lisesine kaydoldu ve Ortaokulu burada bitirdikten sonra Lise 1. sınıfta Denizli Lisesine nakledildi. Denizli Lisesinden 1966 yılında mezun oldu. 1967 yılında Aydın/Çine’de noter başkâtipliği, Söke’de noter kâtipliği yaptı. Aynı dönemde Türkçüler Derneği Söke Şubesi 2. başkanlığı ve T. Komünizmle Mücadele Derneği Şube 2. Başkanlığı yaptı. CKMP’nin Söke teşkilatı kurucuları arasında yer aldı. Söke’de 2 yıl boyunca “Özü Sözü Gerçek” isimli bir gazete yayımladı.1967 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümüne girdi. Üç yıl bu bölümde okuduktan sonra, ara verdi ve 1971’de Tarih bölümüne geçti. Buradan 1975 yılında mezun oldu.1968-69 yıllarında İstanbul’da yayınlanan “Millî Hareket” dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Bu yıllarda Edebiyat Fakültesi Ülkü Ocağının kurucuları arasında yer aldı. 1967-1971 yılları arasında Doğu Türkistan Türklerinin Lideri İsa Yusuf Alptekin’in özel kâtipliği görevini yürüttü. Yine bu dönemde İstanbul Ülkü Ocakları Birliğinin kurucu başkan yardımcılığını yaptı. Osman Bahadır’dan sonra da başkanlığa getirildi. 1971’de Kutluğ Yayınları’nı kurdu. 1977 yılının sonuna kadar Kutluğ Yayınları’nda yöneticilik-editörlük yaptı. Devlet, Millî Hareket, Türk Yurdu dergilerinde az sayıda makalesi yayınlandı. 1975-76 yıllarında Recep Haşatlı’nın başkanı olduğu MHP İstanbul İl yönetimi sekreterliği yaptı. Rıza Nur’un 12 ciltlik “Türk Tarihi”ni yeni harflere çevirdi. “Hammer Tarihi”nin Mehmet Ata tarafından tercüme edilmiş olan ciltlerini sadeleştirerek yayına hazırladı. Bundan Başka Mahmut Muhtar Paşa’nın “Maziye Bir Nazar” isimli kitabını ekler ve notlarla yayınladı.1979 Şubat’ında evlendi. 4 çocuk babasıdır. Askerliğini 1979–80 yıllarında Piyade Asteğmen olarak Genelkurmay ATASE Başkanlığında yaptı. 1978 yılı Mart ayında başladığı Ötüken Neşriyat’tan sağlık sebepleriyle ayrıldı. Hizmetlerine evinden devam ediyor. . “İhtilal, İhtiras ve İdeal, 68 Kuşağı Hakkında” isimli kitabı 2008 yılında Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanmıştır |