Başlığa bakıp da insanın bu da nedir? dememesi pek mümkün görünmüyor! Bir minare ve bir mescit düşünün ki yıllar geçtikçe iyice kaybolmaya yüz tutuyor ve bir gece gelip kalan taşlarını ve haziresinde kalan son mezarları kaldırıp götürseler ertesi gün çevredekilerin; “iyi de burada bir mescit ve minare kalıntısı vardı, nereye gitti?” demeyeceği türden bir durum ile karşı karşıya kalıyor.
Sultanahmet Camii’nin görkemli minarelerinin ve eşsiz kubbesinin gölgesinde, Tavukhane Sokak’ta yer alan “Güngörmez Mescidi” kalıntıları, o sokaktan geçenlerin dahi dikkat edip de yukarı doğru bakmasa görmeden geçeceği bir yer. Tarihini bilmeyenlerin hiçde önemsemeyeceği, hatta hemen üstünde kudretli Sultanahmet var; ne gerek var buna, diyeceği ve yok olmasına göz yumacağı bir durumda.
Güngörmez isminden yola çıkarsak, sanırım bu eserin neden bugünlere böyle geldiğini de anlarız. Tarihi çok çok eskilere Roma İmparatorluğu dönemine kadar uzanan bir tapınak kalıntısı üzerine inşa edilen ve bugünkü Güngörmez Mescidi’nin yerinde var olan yapı, Sultanahmet Camii’nin arkasını kaplayacak şekilde yapay teraslar üzerinde yayılmış Büyük Saray’ın (Mega Palation) Mahkemesi (tribunal), daha sonra da bir kısmı Noumera olarak adlandırılan hapishane olarak kullanılmıştır.
Başka bir bölümü ipek atölyesi ve Oktagonon adıyla anılan işlevi belirlenememiş bir yapı olarak kullanılmış olup, 10. yüzyılda ise yapılan restorasyonla
“Soter Khristos tes Khalkes Kilisesi”ne dönüştürülmüştür. Soter Khristos tes Khalkes Kilisesi, büyük bir olasılıkla İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethi sırasındaki 57 günlük kuşatmada, gerek karadan gerekse özellikle denizden yapılan top atışlarıyla hasar görmüş kullanılamaz hale gelmişti[1].
Fetihten çok değil 27 sene, Sultan II. Mehmet’in vefatından 9 yıl sonra 1490 yılının 11 Temmuz Cuma günü (22 Şabân 895), İstanbul’da sıcak yaz günlerine hiç de uygun olmayan, beklenmedik bir fırtına kopmuş; gün ortasında birdenbire hava kararmış, gün neredeyse geceye dönmüş, şiddetli sağanak yağmur ile birlikte yıldırımlar düşmeye başlamıştı. İşte o yıldırımlardan birisi, Soter Khristos tes Khalkes Kilisesi’nin tepesine isabet etmiş, çıkan yangın neticesinde büyük bir patlamaya neden olmuştu. Zira fetih sırasında hasar görerek kullanılmaz hale gelen kilisenin sağlam kalan mahzenleri, fethin hemen ardından askeri amaçlarla, Atmeydanı Baruthânesi olarak kullanılmaya başlanmıştı. Ancak burada barut yapılmayıp sadece başka yerlerde yapılan patlayıcı maddelerin depolandığı rivayet edilir.
Bu korkunç patlama sonucunda birçok insan ölmüş (5000’e yakın), çevredeki dört mahalle yerle bir olmuş, kilisenin kubbesinden kopan büyük taşlar havada uçuşarak çevreye, hatta epey uzaktaki mahallelere dahi ulaşmıştı. On altı parçasının Adalara, bir parçasının Kızkulesi yakınlarına, bazı parçaların Galata’ya hatta büyük bir parçanın da Sultan II. Mehmet’in yaptırdığı ve uzun yıllar top dökümünün gerçekleştirildiği Tophâne-i Âmire binasının kuzeydoğusunda bin-bin iki yüz metre kadar ilerisinde, boğaz kıyılarında suya düşmüştü.[2]
Fetihten sonra mahzenleri barut deposu olarak kullanılan[3] bu kilise Fatih’in kağnıcıbaşısı ya da arabacıbaşısı Beyazıt Ağa tarafından camiye çevrildiğinden dolayı Kağnıcı Mescidi olarak da bilinir. Büyük patlamadan çok değil, birkaç sene sonra yapılan bu mescit, Sultanahmet Camii’nin o devirde henüz yapılmadığını göz önünde bulundurursak Saray’a yakın semt mescitlerinden biri olarak işlev görmekteydi. Solakzade, Hocazade ve Evliya Çelebi tarihnamelerinde adı açıkça geçen Güngörmez Mescidi, bulunduğu yerde yapılan tüm tapınak ve ibadethanelerin çok değişik biçimlerde yok olması sebebiyle özenle anlatılan bir mekandır.
Ayasofya Vakfiyesine bağlı olan bu mescit için yapılan harcamalar ve işlevselliği arşiv kayıtlarında bulunmaktadır. Gelgelelim 1894 yılında tüm İstanbul’u perişan eden büyük depreme kadar… Öyle bir deprem ki, İstanbul’un pek eserini yok eden, harap eden ya da kullanılamayacak hale getiren cinsten bir deprem.
Güngörmez Mescidi de işte tam da adına uygun bir şekilde bu depremde hasar görmüş ve minaresi ve kubbesi zarar görmüştür. Öyle ki; o tarihten sonra tamir edildiğine dair bir kayıt olmadığı gibi, duvar dibi olup yol üstü olmaması sebebiyle kalıntıları en azından günümüze ulaşmıştır.
Sultanahmet Camii’nin hemen arkasında meyyit (cenaze) kapısından çıkınca sağda kalan bu kalıntılar acil olarak kurtarılmayı ve yeniden aslına uygun bir şekilde restore edilmeyi beklemektedir.
Yetkililere bu defa haksızlık etmemek gerekir ki; Güngörmez Mescidi, İstanbul’un kayıp hazineleri arasında kaydı bulunan ve üzerinde çalışma yapılan bir eserdir. Ancak, günümüze kadar bir işlem yapılmamış ve bir kurtarma faaliyetinde bulunulmamış olması da yine dikkatlere sunulmalıdır.
Kamulaştırma gerekiyorsa, gerekli kamulaştırmanın bir an önce yapılarak, haziresinde kalan son mezar taşları ve minare kalıntısı ile herkesi selamlayan bu yapının yeniden ayağa kaldırılması elzemdir. Yoksa Güngörmez Mescidi’nin minaresi, Sultanahmet Camii’nin kudretli minarelerinin gölgesinde yok olup gidecek ve kimse de bir ses etmeyecektir.
Minarenin gölgesinde çürüyen minareden kastımız tam da budur!...