Röportaj: Yusuf Çifci
Mebuse Tekay'ın “Annem Gibi Olmadım” isimli kitabı Kafka Kitap tarafından 20 yıl sonra yeniden basıldı.
Daha çok hukukçu kimliği ile tanınan Tekay, Bireysel İş Hukuku ve Toplu İş Hukuku alanında çalışıyor. İlerici Kadınlar Derneği, Barış Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği ve Aydınlık İçin Yurttaş Girişimi gibi oluşumlarda da görev alan Tekay'ın çalışma yaşamıyla ilgili makale ve karar incelemeleri akademik dergilerde, çeşitli gazeteler ve sendikal yayınlarda yer aldı. "Kadınlar Çalışma Yaşamının Neresinde", "Üniversiteli Gençlik", "Yeni Sendikal Politikalar" başlıklı yazıları ise inceleme türündeki yazılarından bazıları.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Mebuse Tekay ile “Annem Gibi Olmadım” isimli öykü kitabını konuştuk.
Daha çok inceleme ve araştırma yazıları yazıyorsunuz. “Annem Gibi Olmadım” ise bir edebi bir kitap. Sizi kurgu kitap yazmaya iten sebep neydi?
Kendimi yazarak ifade etmeyi seçtim. O sırada neyin eksikliğini hissediyorsam, canımı acıtan ne varsa konuyu da biçimi de o belirledi. Özgürlük, eşitlik, adalet çocukluğumdan başlayarak ilgi alanımı belirleyen konular oldu. Belki hukukçu olmamın da etkisiyle bu konuları öyküleştirmek yerine makale, inceleme vb biçimlerde yazmak daha kolayıma gitmiş. Öykü, kendimi, ilişkilerimi, aşkı, hayatı sorguladığım dönemde yer açtı kendine. Anlatmak istediklerime daha uygun bir biçimdi.
“Annem Gibi Olmadım” 2022 yılında Kafka Kitap tarafından yeniden basılmış olsa da aslında ilk olarak 2002 yılında okurla buluştu. Bu 20 yılda niçin yenileri eklenmedi kurgu kitaplarınız arasına?
Öykü yazmaya başladığımda çok hoşlandım ve sürdürürüm diye düşündüm ama hak temelli yaşamaya dönünce kurgusuz yazmak daha kolay geldi sanırım. Türkiye yerine Danimarka’da yaşasaydım hep öykü yazardım diye düşündüğüm de oldu ama bu doğru değil. Derdini öyküyle anlatan pek çok yazar varken bunun ardına sığınırsam kendimi kandırmış olurum. Aktivist olmak, karşı çıkışımı öykü yerine kurgusuz bir yazıyla dile getirmek kolayıma geldi. Şimdi bunu değiştirebileceğimi görüyorum.
20 yıl aslında uzun bir süre. Ülke olarak bu 20 yılda büyük bir dönüşüm yaşadık. Peki, sizde neler değişti bu yirmi yılda?
Güzel soru. Gerçekten çok değiştim. Özgürlük, eşitlik, adalet ideallerine hala bağlıyım ama yolum, yolculuğum ve bu kavramlardan ne anladığım farklılaştı. Zıtların mücadelesi, kutuplardan birinin kaldırılması ya da taraftarlık yerine her durumda adil olabilmeyi önemsiyorum artık. Bu, her zaman yanında olmak istediklerimin bazen karşısında olabilmeyi, her zaman karşısında olacağımı düşündüklerimin bazen yanında olmayı gerektirebiliyor. Söylediklerimle yaptıklarımın çelişmediği, daha esnek daha sevgi dolu daha kapsayıcı ve eşitleyici bir yol. Bu da öykü için beni motive ediyor.
"HER HANGİ BİR DÖNEMİME ÖZLEM DUYMUYORUM"
Aynı zamanda kitaba adını da veren “Annem Gibi Olmadım” isimli öykünüzde çocukluğa özlem sezdim. Nasıl bir çocukluk yaşadınız?
Ne çocukluğuma ne de geçmişimin herhangi bir dönemine özlem duyuyorum. Hayat bana oldukça cömert davrandı ben de hakkını verdiğimi düşünüyorum. Bu doygunluk hissi, içinde bulunduğum dönemle barışık yaşamamı sağlıyor. Yaşlı bir anne babanın çocuğuyum. Diğer çocuklarını büyütürken çok önemli gördükleri hususların aslında o kadar da önemli olmadıklarını anladıkları bir yaştaydılar. Bu yüzden beni değiştirmeye çalışmak, bildikleri her şeyi öğretmek yerine kendi halime bıraktılar. Dezavantaj gibi gördüğüm bu durumun ne kadar değerli olduğunu çok sonra anladım.27 Mayıs darbesinde babam Demokrat Parti milletvekiliydi. Ben altı yaşımdayken cezaevine girdi, üç yıl yattı. Hak ve haksızlık, suç ve ceza kavramları çok erken girdi gündemime.
Bazı hikâyelerde anne figürü öne çıkıyor. Anne kavramı sizin için ne ifade ediyor?
Annemin ezilen bir kadın olduğunu düşünmüş ve onun tam tersi olmaya kodlamıştım kendimi. Gençken hayatı da insanları da siyah beyaz gibi algılıyordum. Aslında pek çok renk barındırdıklarını fark etmem epey zaman aldı. Neyse ki annem onu anladığımı ve sevdiğimi görecek kadar uzun yaşadı. Zihnin nasıl çalıştığını ve yaşamımızı nasıl şekillendirdiğini düşününce, anneliğin sandığımızdan da önemli olduğunu anlıyoruz. Algı boyutumuzu oluşturan ilk kalıpları genellikle annelerimizden alıyoruz ve onları sorgulayana kadar o gözlüklerle bakıyoruz olaylara, insanlara. O kalıpları ister kabul edelim ister reddedelim bizi biz yapan temel zeminde annenin payının çok büyük olduğunu düşünüyorum; ancak sorgulama ve yeniyi oluşturma zahmetine girenler için farklı bir seçenek oluşabiliyor.
"BUGÜN KADINLAR DAHA ÖZGÜR VE SAMİMİ"
“Tilkilerin Düğünü” isimli hikâyenizde annenin çocuğuna anlattığı çakal düğünü çok ilgimi çekti. Gerçekten de var mı böyle bir inanış?
İnanış demek abartılı olabilir ama gerçekten de güneşli bir günde yağmur yağarsa bizde ‘Çakalların düğünü var.’ denilir. Kurosawa da "Düşler" filminde, güneşli ve yağmurlu bir günde annesinin ‘Tilkilerin düğünü var, görülmek istemezler.’ uyarısı üzerine kurar hikayesini. Binlerce kilometre mesafeye rağmen benzer deyişler fark ettikçe onları insanlığın ortak yanlarının işareti gibi algılarım ve umudum güçlenir.
“Kadınlar” isimli hikâyenizde kadınların aşka bakışını ele alıyorsunuz. Kadınlar çok hoşlanıyorlar, hoşlandıkları kişiyi deli gibi görmek istiyorlar ama karşılaştıkları zaman da umursamaz davranıyorlar. Aşk konusunda kadınlar niçin böyle?
Total yargılar doğru olmaz kuşkusuz yine de benim kuşağımın kadınlarında çekingenlik, öz güven eksikliği ve reddedilme korkusunun daha fazla olduğunu söyleyebilirim, mış gibi yaparak kendimizi koruduğumuzu sanmakla ilgili bu tutum. Temelinde kültürel bir sorun. Özgürlük ve eşitlik için verdiğim bütün mücadeleye rağmen benim başlattığım bir ilişkim olmadı. Bugün kadınlar çok daha gelişkin, özgür ve samimi.
“Aşk Şarkıları” isimli hikâyenizde “Hep birlikte söylenen şarkıların hepsi aşka dairdir.” ifadesi geçiyor. Bu bir gözlem mi?
Evet, fasıl yapılan bir meyhanede dikkat edin siz de göreceksiniz, sevgiliye özlem ya da ayrılık acısıyla, terk edilmeyle özetle aşkla ilgili şarkılara hep birlikte katılır insanlar. O kadar ki, ayrılık acısını, yasta olduğunu dile getiren bir şarkıya, coşkuyla eşlik edebiliriz. Hepimiz o satırlarda kendimizden, yaşadıklarımızdan bir dokunuş buluruz. Aşk, insanları en çok heyecanlandıran, motive eden, her zaman ilgilendiren, kendi anılarına dönmelerini en kolay sağlayan ortak bir konu.
Birden fazla hikâyenizde “Kuş Dede” geçiyor. Kim bu Kuş Dede?
M.T. Çocukluğumda her yaz çiftliğe giderdik. Her gittiğimizde bir kuş getirip onu avucuma koyar, ben kuşu severken o kuş üzerinden bir masal anlatır sonra da bırakıp uçuşunu izlememi isterdi. Onu hep kuşlarla birlikte gördüğüm için Kuş Dede derdim, bilge bir insanmış.
“Yanlış İnsan” isimli hikâyenizde Düzce Depremi’ni ele alıyorsunuz. Felaketlerin edebiyata yansıması hakkında ne düşünüyorsunuz? Edebiyat bu tür afetlere karşı toplumsal bilincin oluşması konusunda etkili olabilir mi?
Körfez Depreminde sekiz ay bölgede çalıştıktan sonra normal rutinime döndüm.
Ayrımcılık üzerine bir yazı yazmak için oturduğumda, aklıma hep tüllerle ilgili cümleler geldiğini fark ettim. Yazıyı tamamlayamayacağımı anladığımda o sekiz ayın yarattığı duyguları öyküye dökmeden başka bir şey yazamayacağımı kavradım. Değirmendere’ye ilk gittiğimde üst üste yığılmış katların,büyük beton yığınlarının arasından havalanan, dalgalanan tüller, bu tezat beni çok etkilemişti. Büyük bir acıya, felakete yapılan tanıklığın o yoğun ve derin duyguların edebiyata yansıması çok olağan. Edebiyat her konuda etkili olabilir. Hayata bakışımızın şekillenmesinde önemli bir yeri var ama toplumsal bilincin oluşması daha farklı girdilerde gerektiren bir konu.
BİR YAZARA SORDUM: 8 KISA SORU, 8 KISA CEVAP
Satın aldığınız ilk albüm: Aldığım ilk albümü hatırlamıyorum ama harçlığımla aldığım ilk plak Dalida’dan El Cordobes’ti.
Son zamanlarda baştan sona dinlediğiniz albüm: Chopin’in Noktürnleri.
Sinemada ilk izlediğiniz film: Ayşecik
En sevdiğiniz yazarlardan üçü: Dostoyevski her zaman bir numaramdır, 2. ve 3. zaman zaman değişir. Bu günlerde Zweig ve Sait Faik.
Ezberlediğiniz ilk şiir: İlk Okul 2. Sınıftaydım, üniversitede okuyan ağabeyim ezberlerken Edgar Allan Poe’nun Annabel Lee şiirini ezberlemiştim gözlerimde yaşlarla
Mebuse Tekay'ın “Annem Gibi Olmadım” isimli kitabı Kafka Kitap tarafından 20 yıl sonra yeniden basıldı.
Daha çok hukukçu kimliği ile tanınan Tekay, Bireysel İş Hukuku ve Toplu İş Hukuku alanında çalışıyor. İlerici Kadınlar Derneği, Barış Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği ve Aydınlık İçin Yurttaş Girişimi gibi oluşumlarda da görev alan Tekay'ın çalışma yaşamıyla ilgili makale ve karar incelemeleri akademik dergilerde, çeşitli gazeteler ve sendikal yayınlarda yer aldı. "Kadınlar Çalışma Yaşamının Neresinde", "Üniversiteli Gençlik", "Yeni Sendikal Politikalar" başlıklı yazıları ise inceleme türündeki yazılarından bazıları.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Mebuse Tekay ile “Annem Gibi Olmadım” isimli öykü kitabını konuştuk.
Daha çok inceleme ve araştırma yazıları yazıyorsunuz. “Annem Gibi Olmadım” ise bir edebi bir kitap. Sizi kurgu kitap yazmaya iten sebep neydi?
Kendimi yazarak ifade etmeyi seçtim. O sırada neyin eksikliğini hissediyorsam, canımı acıtan ne varsa konuyu da biçimi de o belirledi. Özgürlük, eşitlik, adalet çocukluğumdan başlayarak ilgi alanımı belirleyen konular oldu. Belki hukukçu olmamın da etkisiyle bu konuları öyküleştirmek yerine makale, inceleme vb biçimlerde yazmak daha kolayıma gitmiş. Öykü, kendimi, ilişkilerimi, aşkı, hayatı sorguladığım dönemde yer açtı kendine. Anlatmak istediklerime daha uygun bir biçimdi.
“Annem Gibi Olmadım” 2022 yılında Kafka Kitap tarafından yeniden basılmış olsa da aslında ilk olarak 2002 yılında okurla buluştu. Bu 20 yılda niçin yenileri eklenmedi kurgu kitaplarınız arasına?
Öykü yazmaya başladığımda çok hoşlandım ve sürdürürüm diye düşündüm ama hak temelli yaşamaya dönünce kurgusuz yazmak daha kolay geldi sanırım. Türkiye yerine Danimarka’da yaşasaydım hep öykü yazardım diye düşündüğüm de oldu ama bu doğru değil. Derdini öyküyle anlatan pek çok yazar varken bunun ardına sığınırsam kendimi kandırmış olurum. Aktivist olmak, karşı çıkışımı öykü yerine kurgusuz bir yazıyla dile getirmek kolayıma geldi. Şimdi bunu değiştirebileceğimi görüyorum.
20 yıl aslında uzun bir süre. Ülke olarak bu 20 yılda büyük bir dönüşüm yaşadık. Peki, sizde neler değişti bu yirmi yılda?
Güzel soru. Gerçekten çok değiştim. Özgürlük, eşitlik, adalet ideallerine hala bağlıyım ama yolum, yolculuğum ve bu kavramlardan ne anladığım farklılaştı. Zıtların mücadelesi, kutuplardan birinin kaldırılması ya da taraftarlık yerine her durumda adil olabilmeyi önemsiyorum artık. Bu, her zaman yanında olmak istediklerimin bazen karşısında olabilmeyi, her zaman karşısında olacağımı düşündüklerimin bazen yanında olmayı gerektirebiliyor. Söylediklerimle yaptıklarımın çelişmediği, daha esnek daha sevgi dolu daha kapsayıcı ve eşitleyici bir yol. Bu da öykü için beni motive ediyor.
"HER HANGİ BİR DÖNEMİME ÖZLEM DUYMUYORUM"
Aynı zamanda kitaba adını da veren “Annem Gibi Olmadım” isimli öykünüzde çocukluğa özlem sezdim. Nasıl bir çocukluk yaşadınız?
Ne çocukluğuma ne de geçmişimin herhangi bir dönemine özlem duyuyorum. Hayat bana oldukça cömert davrandı ben de hakkını verdiğimi düşünüyorum. Bu doygunluk hissi, içinde bulunduğum dönemle barışık yaşamamı sağlıyor. Yaşlı bir anne babanın çocuğuyum. Diğer çocuklarını büyütürken çok önemli gördükleri hususların aslında o kadar da önemli olmadıklarını anladıkları bir yaştaydılar. Bu yüzden beni değiştirmeye çalışmak, bildikleri her şeyi öğretmek yerine kendi halime bıraktılar. Dezavantaj gibi gördüğüm bu durumun ne kadar değerli olduğunu çok sonra anladım.27 Mayıs darbesinde babam Demokrat Parti milletvekiliydi. Ben altı yaşımdayken cezaevine girdi, üç yıl yattı. Hak ve haksızlık, suç ve ceza kavramları çok erken girdi gündemime.
Bazı hikâyelerde anne figürü öne çıkıyor. Anne kavramı sizin için ne ifade ediyor?
Annemin ezilen bir kadın olduğunu düşünmüş ve onun tam tersi olmaya kodlamıştım kendimi. Gençken hayatı da insanları da siyah beyaz gibi algılıyordum. Aslında pek çok renk barındırdıklarını fark etmem epey zaman aldı. Neyse ki annem onu anladığımı ve sevdiğimi görecek kadar uzun yaşadı. Zihnin nasıl çalıştığını ve yaşamımızı nasıl şekillendirdiğini düşününce, anneliğin sandığımızdan da önemli olduğunu anlıyoruz. Algı boyutumuzu oluşturan ilk kalıpları genellikle annelerimizden alıyoruz ve onları sorgulayana kadar o gözlüklerle bakıyoruz olaylara, insanlara. O kalıpları ister kabul edelim ister reddedelim bizi biz yapan temel zeminde annenin payının çok büyük olduğunu düşünüyorum; ancak sorgulama ve yeniyi oluşturma zahmetine girenler için farklı bir seçenek oluşabiliyor.
"BUGÜN KADINLAR DAHA ÖZGÜR VE SAMİMİ"
“Tilkilerin Düğünü” isimli hikâyenizde annenin çocuğuna anlattığı çakal düğünü çok ilgimi çekti. Gerçekten de var mı böyle bir inanış?
İnanış demek abartılı olabilir ama gerçekten de güneşli bir günde yağmur yağarsa bizde ‘Çakalların düğünü var.’ denilir. Kurosawa da "Düşler" filminde, güneşli ve yağmurlu bir günde annesinin ‘Tilkilerin düğünü var, görülmek istemezler.’ uyarısı üzerine kurar hikayesini. Binlerce kilometre mesafeye rağmen benzer deyişler fark ettikçe onları insanlığın ortak yanlarının işareti gibi algılarım ve umudum güçlenir.
“Kadınlar” isimli hikâyenizde kadınların aşka bakışını ele alıyorsunuz. Kadınlar çok hoşlanıyorlar, hoşlandıkları kişiyi deli gibi görmek istiyorlar ama karşılaştıkları zaman da umursamaz davranıyorlar. Aşk konusunda kadınlar niçin böyle?
Total yargılar doğru olmaz kuşkusuz yine de benim kuşağımın kadınlarında çekingenlik, öz güven eksikliği ve reddedilme korkusunun daha fazla olduğunu söyleyebilirim, mış gibi yaparak kendimizi koruduğumuzu sanmakla ilgili bu tutum. Temelinde kültürel bir sorun. Özgürlük ve eşitlik için verdiğim bütün mücadeleye rağmen benim başlattığım bir ilişkim olmadı. Bugün kadınlar çok daha gelişkin, özgür ve samimi.
“Aşk Şarkıları” isimli hikâyenizde “Hep birlikte söylenen şarkıların hepsi aşka dairdir.” ifadesi geçiyor. Bu bir gözlem mi?
Evet, fasıl yapılan bir meyhanede dikkat edin siz de göreceksiniz, sevgiliye özlem ya da ayrılık acısıyla, terk edilmeyle özetle aşkla ilgili şarkılara hep birlikte katılır insanlar. O kadar ki, ayrılık acısını, yasta olduğunu dile getiren bir şarkıya, coşkuyla eşlik edebiliriz. Hepimiz o satırlarda kendimizden, yaşadıklarımızdan bir dokunuş buluruz. Aşk, insanları en çok heyecanlandıran, motive eden, her zaman ilgilendiren, kendi anılarına dönmelerini en kolay sağlayan ortak bir konu.
Birden fazla hikâyenizde “Kuş Dede” geçiyor. Kim bu Kuş Dede?
M.T. Çocukluğumda her yaz çiftliğe giderdik. Her gittiğimizde bir kuş getirip onu avucuma koyar, ben kuşu severken o kuş üzerinden bir masal anlatır sonra da bırakıp uçuşunu izlememi isterdi. Onu hep kuşlarla birlikte gördüğüm için Kuş Dede derdim, bilge bir insanmış.
“Yanlış İnsan” isimli hikâyenizde Düzce Depremi’ni ele alıyorsunuz. Felaketlerin edebiyata yansıması hakkında ne düşünüyorsunuz? Edebiyat bu tür afetlere karşı toplumsal bilincin oluşması konusunda etkili olabilir mi?
Körfez Depreminde sekiz ay bölgede çalıştıktan sonra normal rutinime döndüm.
Ayrımcılık üzerine bir yazı yazmak için oturduğumda, aklıma hep tüllerle ilgili cümleler geldiğini fark ettim. Yazıyı tamamlayamayacağımı anladığımda o sekiz ayın yarattığı duyguları öyküye dökmeden başka bir şey yazamayacağımı kavradım. Değirmendere’ye ilk gittiğimde üst üste yığılmış katların,büyük beton yığınlarının arasından havalanan, dalgalanan tüller, bu tezat beni çok etkilemişti. Büyük bir acıya, felakete yapılan tanıklığın o yoğun ve derin duyguların edebiyata yansıması çok olağan. Edebiyat her konuda etkili olabilir. Hayata bakışımızın şekillenmesinde önemli bir yeri var ama toplumsal bilincin oluşması daha farklı girdilerde gerektiren bir konu.
BİR YAZARA SORDUM: 8 KISA SORU, 8 KISA CEVAP
Satın aldığınız ilk albüm: Aldığım ilk albümü hatırlamıyorum ama harçlığımla aldığım ilk plak Dalida’dan El Cordobes’ti.
Son zamanlarda baştan sona dinlediğiniz albüm: Chopin’in Noktürnleri.
Sinemada ilk izlediğiniz film: Ayşecik
En sevdiğiniz yazarlardan üçü: Dostoyevski her zaman bir numaramdır, 2. ve 3. zaman zaman değişir. Bu günlerde Zweig ve Sait Faik.
Ezberlediğiniz ilk şiir: İlk Okul 2. Sınıftaydım, üniversitede okuyan ağabeyim ezberlerken Edgar Allan Poe’nun Annabel Lee şiirini ezberlemiştim gözlerimde yaşlarla