EGEMBERDİ ERMATOV: 1951 yılında Kırgızistan’ın Oş bölgesinin Kadamcay ilçesine bağlı Pum köyünde doğdu. 1967 yılında sekiz yıllık yatılı okulu, 1970 yılında Oş'taki Pedagoji okulunu, 1979 yılında ise Moskova'daki Maksim Gorki adlı Edebiyat enstitüsünü bitirdi. İlk şiirleri 1970 yılında yayınlandı. Şairin *Ak Dil, *Şehir ve Dağlı, *Ömür İzleri, *Toynağın Şarkısı, *Desenli Taş adlı şiir kitapları yayınlandı. Egemberdi Ermatov, dramaturg olarak da tanınır. *Ak Salkın ile Kulmurza, *Toynağın Şarkısı, *Yıkılan Oturur adlı dramları sahnelenmiştir. Ayrıca Nizamî’nin gazellerini Kırgızistan Türkçesine çevirmiştir. *dramaturg: Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre göre; Oyun yazma ve yönetme kurallarını bilen, bir oyun yazılır veya sahnelenirken bu bilgisinden yararlanılan kimse, oyun yazarı, tiyatro yazarı şeklinde açıklanmaktadır. Dramaturgun görevi, oyunlaştırılmış olsun veya olmasın, eserleri belirli ölçeklerdeki kalıplara sokarak bir tasarım yapmak, ışıktan sese, dekordan herhangi bir tirada kadar oyun içinde bütünlüğü sağlamaktır. Dramaturg, bunları yaparken yaratıcılığını kullanır. Dramaturji; rejiye, ve dramaturgluk da yönetmenliğe benzese de farklı şeylerdir. |
TÜRKÇENİN KATİLLERİ
Türk dilini değiştirme ve bozma emri almış olanları gaalibâ özenerek hep dangul dungul, kaba saba, hattâ Türkçeyi doğru dürüst konuşamıyan kimselerden seçmek de bu hengâmede uygulanan kurnazlıklardır. Bu seçilmişler de pek tabiî olarak, uydurmacayı kendi eşsiz zevklerine göre tertipler ve öyle seslendirirler.Bizim dilcilerimiz dil mûsikîsi nasıl bir şeydir? Hattâ, neden dilde ses güzelliği, kelime zenginliğinden çok daha kıymetlidir? Bilmezler. Âlem, dilini güzel konuşanlara asâlet unvânı verir, bizimkiler Nâzım Hikmet'in dilinden konuşarak: ‘Düşmanıyım asâletin kelimelerde bile…’ mısraına uyarlar. Bir memlekette Fuad Köprülü gibi, dünyâca tanınmış ve inanılmış bir Türk Dili ve Edebiyâtı âlimi varken; Yahya Kemal gibi, son asır Türkçesini en yüksek seviyesine ulaştırmış bir büyük şâir yaşarken; hattâ Hüseyin Câhit gibi, dil’le oynamak olmıyacağını cesâretle söylemiş bir fikir adamı hayattayken; yâhut, Fâruk Nâfiz ve Orhan Seyfî gibi Millî Edebiyat Cereyânı şâirleri, Türkçenin yıkılışına, yalçın kayalar gibi karşı durmuşken; nihâyet merhum Reşit Rahmeti Arat gibi linguistique kanunlarını bütün incelikleriyle bilen salâhiyetli bir dilci, Üniversitemizde hoca iken biz tutar da Türkçenin kaderini ne idüği belirsiz insanların eline bırakmakta ısrâr edersek, netice elbette böyle olur. Mâdemki el ve al eklerini Fransızcadan aldık; mâdem ki tay ve gay eklerini, dünyânın en iptidâi dillerinden biri olan Moğolca'dan apardık; dilimize Arapçadan gelip yerlermiş, hayli de güzelleşmiş şu ‘î’ eki de kalıversin, ne çıkar? Ama, işte bu olmaz. Çünkü "î" eki günahkârdır. Bu hınzır ek, dilimize Arapçadan gelmiştir. Yâni bize İslâm’ın, bize Kur’an'ın geldiği dilden… Bugünkü Türkçeye her dilden kelime ve ek girmesine izin vardır; yalnız, Moskova'nın Hz. Muhammed’i ‘çapulcu’ ilân edip, O’nu övüyor diye bizim millî eserimiz Dede Korkut Kitabı’nı da yasak kitap listesine koyarak gömme törenleriyle gömdüğü günden beri Arapça bizim de baş düşmanımızdır. Halbuki: ‘İlâhî’, ‘askerî’, ‘maddî’, ‘mânevî’, ‘rûhî’, Mevlevî’, ‘Kaanûnî’ ve benzeri, nice kelime, halkımızın hayâtında, târihinde yer etmiş sözlerdendir. Onlar isteseler de istemeseler de Türkiye, kızıl dünyânın pençesine düşmediği müddetçe bu sözler, bu dilde ve bu vatanda yaşayacaktır. Çünkü bunlar, nerden gelirse gelsin, Türk zevkiyle birleşmiş, Türk'ün ve Türk târihinin malı olmuştur. ‘Bunlar, bize dünyânın en zevkli insanları olan atalarımızın bıraktığı adlar, sözler ve miraslardır.’ Derseniz, size derler ki: Canım şu kötü Osmanlı târihinden mi? Hani başka milletlerin vatanlarını almış; İstanbul'u asıl sâhiplerinin elinden fethetmiş kimselerden mi? Geçin efendim, dindarlık, fatihlik, vatan ve millet devri geçti, şimdi toprak, emek, ırgat ve halklar devridir.NİHAT SÂMİ BANARLI: Türkçenin Sırları. Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1998, s: 265, 267.OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E TÜRKİYE EKONOMİSİİstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun olan Dr. Özgün Burak Kaymakçı; Bilim Felsefesi, İktisat Felsefesi, İktisâdî Düşünce Târihi ve İktisat Metodolojisi gibi mevzular üzerinde de çalışmaktadır. Dr. Kaymakçı, takdim yazısı Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar tarafından kaleme alınan 13,2 X 21 santim ölçülerinde 207 sayfalık kitabında; Osmanlı’nın klasik döneminden Cumhuriyetin planlı dönemine uzanan uzun zaman dilimindeki ekonomi politik anlayışını ve tatbikatını inceliyor.İlk eseri yine Ötüken Neşriyat tarafından, ‘Bilim Felsefesi Işığında İktisat Metodolojisi’ adıyla okuyucuya sunulan Özgün Burak Kaymakçı parlak bir iktisatçıdır. Onun bu özelliği; ‘Önsöz’, ‘İlksöz’ ve ‘Giriş’ başlıklı bölümlerden anlaşılıyor. Eserinin ikinci bölümünde ‘Mutlakıyetten Meşrutiyet’e: Bir’likten Çok’luğa’, ‘Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e: Çok’luktan Yok’luğa’ ve ‘Cumhuriyet’ten Ulus-Devlete: Yok’luktan ‘Pâyidar’lığa’ başlıkları altında, dikkate değer tahliller yapıyor.Sonuç bölümünde ise net hükmünü, iktisat ilmini, târih ilminin ışığında analiz ettikten sonra birkaç cümle ile özetliyor:‘Modern devletin yükselişi ve kuvvet merkezinin Akdeniz'den Atlantik'e geçiş süreci klasik yapıların karşı konulamaz bir şekilde dönüşümlerini doğurdu. Bu süreç içinde üç kıtanın ve iki medeniyetin keşişim noktasında olan Osmanlı Cihan Devleti de yeni yükselen eğilimlerin kaçınılmaz sonuçları çerçevesinde bir uyumlanma çabasına girişti. Bu çabaya rağmen devlet arzu edilen noktalara umut edilen hızla taşınamadı. Bu Akdeniz devletinin yüklendiği Türk-İslam-Bizans-İran mirasının kendi bünyesinden doğmamış olan bir düşünce ve üretim tarzına problemsiz olarak uyumlanabilmesi de zaten beklenemezdi. Asırları aşarak gelen bu büyük tarihî yapıya bir dıştan gelen unsur olarak dâhil edilen 'Batı' hem beşerî hem de ticarî ilişkilere önemli bir 'girdi' oluşturdu. Bu 'girdi'nin tabiî neticesi olarak ortaya çıkan ‘çıktı'nın Osmanlı toplumunu alışageldiği sosyal birlik içinde tutmayacağı açıktı.’
Söylenecek ciltler dolusu sözü olduğu intibaını uyandıran Dr. Özgün Burak Kaymakçı, eserine takdim yazısı yazan Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar gibi sıra dışı bir iktisatçı olarak, sonraki eserlerinde zihin kamaştırarak ufkumuzu aydınlatacak. ÖTÜKEN NEŞRİYAT: İstiklal Caddesi Ankara Han Nu: 65/3 Beyoğlu 34433 İstanbul. Telefon: 0.212-251 03 50 Belgegeçer: 0.212-251 00 12 www.otuken.com.tr e-posta: [email protected] KAN DALGASI (Bir Sevda Üç Suikast):Ziya Şâkir (1883-1959) bir dönem yazdığı târihî romanları, günlük bölümler hâlinde gazetelerde yayınlanan yazarlarımızın ön tanınmışlarından biridir. Daha sonra bu romanlar, dönemin en meşhur (belki de tek) grafikeri İhap Hulûsi’nin hazırladığı kapak resimleriyle kitapçı vitrinlerini süslerdi.Akıl Fikir Yayınları, tanınmış romancının 1930-1931yıllarında Son Posta Gazetesi’nde yayınlanan ‘Kan Dalgası’ isimli eserini, bâzı kelimelerin karşılıklarını günümüz Türkçesi ile parantez içerisinde vererek yayınladı. 12 X 19,5 santim ölçülerinde 304 sayfalık roman olarak 2011 yılında okuyucuya sunuldu.Bilindiği gibi târihî romanlar; biraz renklendirilerek, heyecan dozu yükseltilerek, yaşanmış olayları işler. Okuyucu, bu romanlar sâyesinde Türk târihi hakkında bilgi edinme fırsatı bulur. Çünkü tarihî bilgilerin özüne dokunulmamıştır.Ziya Şâkir’in bahsi geçen romanı; okuyucuyu cezbeden ‘güzel kadın’ hikâyesiyle başlıyor. Ermeni Komitacıların saraya gönderdikleri Sabin (Hayal) isimli genç Ermeni kızının Sultan İkinci Abdülhâmid üzerindeki etkisini anlatıyor. Romanların akıcı üslûbu ile yazılı sayfaları yutarcasına okuyup hızla çevirenler; Ecnebi devletlerin, Kafkas Ermenilerine maddî-mânevî destek sağlayarak, ‘millet-i sâdıka-sâdık millet’ olarak anılan Osmanlı Ermenilerini gerçekleşemeyecek bir hayal uğruna nasıl perişan ettiklerini öğreniyor. Elbette kitapta başka bilgiler de var: ‘Kızıl Sultan’ iftiralarıyla itibarsızlaştırılmaya çalışılan Sultan Abdülhâmid Han, hiçbir idam fermanını imzalamamış, bir tek kişinin kanını akıtmamış, canını almamıştır. Çirkin iftiraların sebebi; bir Yahudi devleti kurmak için çabalayan Yahudi ırkçısı Theodor Herzl (1860-1904) tarafından yapılan teklifin reddedilmesidir. Bilindiği gibi Siyonist lider Herzl, Osmanlı Devleti’nin bütün iç ve dış borçlarının ödenmesini sağlayacak kadar para vererek, günümüzde ‘Filistin’ olarak bilinen toprakları satın almak istemişti. Osmanlı Devleti, dirayetli Sultanını kaybettikten sonra Museviler, bölgedeki Araplardan arsa satın alarak İsrail Devleti’ni kurdular. Sonraki yıllarda da Filistinlileri öldürerek, sağ kalanları göç etmeye zorlayarak kuruluştaki sınırlarını 10 kat genişlettiler.Romanda ayrıca, 30 Eylül 1895 günü Ermenilerin Bâb-ı Âli baskını teşebbüsü, Osmanlı Bankası ve Tekel İdaresi baskını, 21 Temmuz 1905 tarihinde Ermenilerin başarısızlığıyla neticelenen Yıldız Suikastı ve Sultan’ın yakalanan terörist Ermeni suikastçılarını affedip, maaşa bağlayarak Avrupa’da Osmanlı Devleti hesabına casusluk yapmakla vazifelendirilmesi… Ve daha fazlası, usta romancı Ziya Şâkir’in kaleminden anlatılıyor.Bu târihî hâdiseleri kuru anlatımlı târih kitaplarından okuyamayanlar, Ziya Şâkir’in romanından rahatlıkla öğrenebiliyorlar. Aradan 100 yıl geçtikten sonra Türkiye’nin başı üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallandırılmaya çalışılan Ermeni Meselesinin de iç yüzünü böylece anlayabiliyorlar.AKIL FİKİR YAYINLARI Alemdar Mahallesi, Alayköşkü Caddesi, Küçük Sokak Nu: 6/3 Cağaloğlu, Fatih, İstanbul Telefon: 0.212-514 77 77 e-posta: [email protected] www.akilfikiryayinlari.com KISA KISA… KISA KISA…1-ÇİN: Yüksel Görmez / Alfa Yayınları 2-SUFİ PSİKOLOJİSİ: Kemal Sayar / Kapı Yayınları 3-HAYATIMDAN PORTRELER: Sadettin Ökten / İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.4-EMEVİLER DÖNEMİNDE İSLAM DÜNYASINDA YAHUDİLER: Nuh Arslantaş / İz Yayıncılık5- ÜSTATLAR KONUŞUYOR: Konferanslar. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları.