‘Ülkemizde, her gün dozu biraz daha artırılarak verilen ideolojik zehirle bir kısım Türk gençleri kendi devletine, kendi bayrağına düşman edildi. Türk millî eğitimi ise, köhne işleyişi içinde hiçbir şey yapamadı, bunu üstüne vazife bile saymadı. Atatürk’ün işâret ettiği devleti kuran felsefe, bir ruh ve heyecan olarak gençlerimize hâkim kılınamadı. Bir hayat düsturu, bir vatandaşlık ve insanlık ahlakı olarak eğitime sindirilemedi. Sâdece coğrafya ve fizik bilgileri ise öğrencilerimizi, komünizmin ve bölücülüğün saldırıları karşısında koruyamazdı.
Hatırlanacağı üzere, bir kısım Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de anarşi, 1968’lerde sol tarafından başlatıldı. O zaman ‘karşıt gruplar ’ diye bir şey yoktu. Bu anarşinin dâvet ettiği şartlar içinde 12 Mart Sıkıyönetim Mahkemeleri, devlete ve millete ait her kıymeti yıkmak ihânetine bulaşan yüzlerce insanı mahkûm etti. Bunların içinde tek bir milliyetçi yoktu.
Şüphesiz ki bu gerçeğin apaçık ifâde ettiği ciddî bir mânâ vardır. Bugün aynı mihrakın sizlere de yöneltmiş bulunduğu ‘faşizm, nazizm’ gibi propaganda safsatalarını bir yana bırakarak açık vicdanla düşünürsek, milliyetçi gençlerin sonradan nasıl ortaya çıktıklarını ve niçin bu kavgalara karıştıklarını anlamak kolaydır. Bir üniversitede İstiklal Marşımız yerine Enternasyonal söylenebiliyorsa, bir meydanda kızıl bayraklar altında miting yapılabiliyorsa ve Türk eğitim kurumlarında Türk Milleti’ni var eden kıymetlere alenen tecâvüz edilebiliyorsa, bu manzaları seyreden milyonlarca Türk gencinin hepsi de sessiz kalamazdı. Nitekim bir kısım gençler Türk Milleti’nin yok edilmek istenen değerlerini savunmak üzere yer yer ve bâzen de maalesef kanunları ihlal etmek pahâsına olayların içine karıştılar. Böyle bir karşı koyma hiçbir organizasyon gerektirmeden, sosyolojik bir tepki hâlinde kendiliğinden oluyordu. Çünkü bütünü ile şuuru felç olmamış her sosyal organizma bir savunma refleksini ortaya koyar. Sizler de devletin bütünlüğünü, milletin birliği, bayrağın kutsiyeti, demokrasinin güçlendirilmesi gibi değerler uğruna bu hareketi gerçekleştirmediniz mi? Eğer demokratik devlet otoritesi devlet düşmanlarına karşı yerinde ve zamanında kullanılabilseydi ve millî eğitimimiz gençlerimizi millî şuurla teçhiz edebilmiş olsaydı, milliyetçilerin olaylara karışması 12 Mart ödcesine nazaran çok daha mevzi kalacaktı.’
467. sayfada, yeni siyasî oluşumların ortaya çıkması ile beliren anlaşmazlıklara ve sıkıntılara çözüm bulmak için Türkeş, anlayışla ve sabırla hareket edilmesini tavsiye ediyor. Bu tavsiye, Peygamberimiz (sav) Efendimizin; ‘İman, iki eşit parçadır: Yarısı sabır, yarısı şükürdür.’ Özlü sözünü çağrıştırıyor. ‘Sabır’ unsuru yeterli ölçüde hâkim kılınamadığı içindir ki, MHP’nin yeniden yapılanması sancılı olmuştur. MHP’nin ileri gelenlerinin bir kısmı, ayrı ayrı fikirler ileri sürmüşler ve bu fikirlerin uygulamaya konulmasını için ısrar etmişlerdi. Çözüm bulunamayınca Türkeş ‘lider’ özelliğini ortaya koydu ve ‘Arkadaşlar ben size fikrinizi sormuyorum. Ben bu yola koyuldum, gidiyorum. Bunu size tebliğ ediyorum: İsteyen benimle gelir, isteyen gelmez.’Toplantı kısa sürmüş, anlaşmazlık çözüme kavuşturulmuştu.Oğuzhan Cengiz, 5-6 satırda Türkeşli yılların özetini şöyle veriyor: ‘Türkeş yine parti başkanıydı. İhtilallerde liderler asılmamışlarsa, tekrar partilerini kuruyorlar ve belki eskisinden daha azimli oluyorlar. Demirel, Ecevit ve Erbakan yeni partilerinin başlarına geçtiler. Hepsi tekrar başbakan oldu. Türkeş de yeniden genel başkan oldu. Daha sonra parlamentoya girdi. Vefatından sonra partisi, ilk girdiği genel seçimde % 18 oranında oy olarak ikinci büyük parti konumuna erişti, 129 milletvekilliği kazandı. İhtilaller ise ülkeye verdikleri zararlarla anıldı.’Kitapta, ülkücülerin mağduriyetinin önlenmesi için yapılan çalışmaların anlatıldığı bölüm son derece ilgi çekicidir:1980 öncesi MHP milletvekillerinin sol anarşist gruplar için çıkarttığı kanunun 313. maddesi bu defa Ülkücülerin başına bela olmuş, fazladan cezaevinde yatmalarını gerektirmişti. ANAP iktidarı döneminde ANAP içindeki Ülkücüler ve milliyetçilerle görüşülerek bu kanunun değiştirilmesi sağlandı. Önce ANAP Kırıkkale Milletvekili ve Anayasa Komisyonu Başkanı olan Alparslan Pehlivanlı'ya Başbuğ’un selamı ile gidildi. Konu anlatıldı. Pehlivanlı, bir alt komisyon kurduğunu Komisyonun başında Gökhan Maraş’ın olduğunu, kendisiyle görüşüp gerekeni söyleyeceğini, O’nunla görüşülmesini söyledi. Gökhan Maraş, nasıl bir değişiklik isteniliyorsa, yazılı olarak verilmesini istedi. Yazılı metin kendisine verildi. Ayrıca Mustafa Nazikioğlu ve Prof. Dr. Ercüment Konukman vasıtasıyla konu tâkip edildi. Çünkü değişiklik, komisyondan çıktıktan sonra Meclis’te oylanacaktı. Kanun değişikliği, bir müddet sonra Meclis tarafından aynen kabul edildi. Böylece; Pehlivanlı, Konukman, Maraş, Nedim Budak ve ANAP milletvekili olan ülkücülerin, Özal’a rağmen gösterdikleri gayretleriyle yüzlerce Ülkücü cezaevinden tahliye oldu. Aksi takdirde yıllarca daha cezaevlerinde kalacaklardı.20 Ekim 1991 tarihinde yapılan milletvekili genel seçimlerine Refah Partisi (RP) , Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) ve Aykut Edibali Başkanlığındaki Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP) ittifak oluşturarak girmişler ve sırasıyla: 40 + 19 + 3 = 62 milletvekili kazanmışlardı. Seçimden sonra bu 3 partinin birleşmesi gündeme geldiği halde, neden netice alınamadığına dair bilinmeyen gerçekler ve Hergün Gazetesi’nin satın alınışının ilgi çekici hikâyesi, 7 sayfa boyunca anlatılıyor.27 Aralık 1992 tarihinde yapılan ve aksiyon filmlerini andıran hareketlilikteki MÇP Kurultayı’nı merak edenler, 499. sayfadan başlayan 23. bölümü, Türkeş’in Türkiye ile Ermenistan arasında arabuluculuk çalışmalarının içyüzünü merak edenler ise 515. sayfayı okumalılar. Arabuluculuk ve Nâzım Hikmet’in şiirini okuyuşu, Türkeş’in hayatındaki en büyük değişikliktir. Yalnızca değişiklik mi? Aynı zamanda en cesâretli davranışıdır.Oğuzhan Cengiz, Alparlan Türkeş isimli eserinin; 27, 28, 29 ve 30 numaralı son 4 bölümünde; Türkeş’in vefatı ile ilgili bilgilere, Türkeş hakkında dünya liderlerinin, gazetecilerin ve parti ileri gelenlerinin beyanlarına, Alparslan Türkeş Kronolojisi’ne yer veriyor.Nisan 2015’te yayınlanan, 13,5 X 21 santim ölçülerinde, 656 sayfalık kitap, Merhum Başbuğ Türkeş hakkında yazılmış en kapsamlı, derli-toplu, okunması kolay ve gerek ihtiva ettiği önemli bilgiler, gerekse derin tahlillerle işlenmiş isâbetli yorumları sebebiyle dikkate şâyan bir eserdir.BİLGEOĞUZ YAYINLARI: Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 e-posta: [email protected] www.bilgeoguz.com.trDERKENAR: Başbuğ Alparslan Türkeş, sıradan bir subay, herhangi bir devlet adamı ve sıradan bir siyasetçi değildi. Türk milliyetçilerini teşkilâtlandırdı. Milliyetçiliği yükselen değer olarak dosta – düşmana kabul ettirdi. Türk ülküsünü gönüllere, Türklük şuurunu fikirlere nakşetti. Türk milletine büyük hedefler gösteren bir lider oldu. Hayatının her saniyesini, Türk milletine aydınlık bir gelecek hazırlamak için cömertçe ve tam bir dâvâ adamı olarak değerlendirdi. Siyaset hayatında ve devlet yönetiminde aktif görevler üstlendiği yıllarda Moskova, Türkiye’ye kızıl komünist ajanlarını gönderdi. Ajan provokatörler yerli yardakçılar buldular. Türkiye’de milliyetçilik akımının gelişmesini önlemek, bazı meydanlarda açtıkları kızıl bayrakları devlet binalarına da asabilmek maksadıyla mâsum öğrenci hareketleri olarak başlayan karışıklıklara öncülük ettiler. Eylemciler, karşılarında Başbuğ Türkeş’in şuurlandırdığı gençleri buldular. Onları bertaraf etmek üzere Dursun Önkuzu’dan başlayıp her gün bir milliyetçi genci işkence ederek şehit ettiler. Başbuğları, gençlere hep itidal ve sabır tavsiye ediyordu. Ülkücüler nefs-i müdafaa eylemini başlatınca, ülkede iç savaş görünümü veren bir durum oluştu. Bu durum üzerine, 12 Eylül 1980 askerî harekatı gerçekleştirildi. 12 Eylül yönetimi kendisine en büyük hedef olarak MHP’yi ve ülkücü gençleri seçti. MHP’nin fikirleri iktidarda, mensupları hapishanelerdeydi. Türkeş, 1944’den sonra ikinci mağduriyet dönemini yaşıyordu. Yılmadı, sabretti. Bir müddet sonra tekrar Türk Milliyetçiliği bayrağını yüceltmek için ilerlemiş yaşına rağmen bu defa daha inançlı olarak Bedenimiz Türk – Ruhumuz İslam sloganı ile çalışmalarını başlattı. O yalnız Türkiye Türklerinin değil, bütün Türklük âleminin Başbuğu idi. Ömrünü adadığı Türk dünyasının bağımsızlığına kavuştuğunu görmek saadetini tattı. Bağımsızlığın, Türk Birliği haline dönüşmesi için gecesini gündüzüne katarak çalışmalarına devam etti. Dünya üzerinde yaşayan her Türk hür olmadıkça saadet tam olamazdı. Kurultaylar düzenledi. Türklüğün meselelerini dünya kamuoyuna anlattı. Çözümler bulmak, Türk Birliği’ni oluşturmak için kendini fedâ edercesine çalıştı. Türklük aşkı ile dolu kalbi, o aşkla büyüdü büyüdü ve artık bu dünyaya sığmaz oldu. Türklük için yorucu mücâdelelerle geçen bir günün gecesinde Hakk’a yürüdü. O’nun yüreğinde Dünya Türklüğü vardı. Dünya Türklerinin kalbine yerleşti. Aziz hâtırası Türkçü gönüllerde yaşıyor. Fikirleri ve ülküsü de daima yaşayacak. Dünya Türklüğü cenâze merasiminde sevgili Başbuğ’una olan sevgisini, saygısını ve bağlılığını ispatladı. Her geçen gün O’nun haklılığı, O’na olan ihtiyaç, insana yaşama ve çalışma azmi veren bir sızı gibi hissediliyor. Hissedildikçe Türkeş ismi büyüyor, âbideleşiyor. 10 saat süren cenaze töreni boyunca kar yağışı bir an bile durmadı. Gökyüzü sanki Başbuğ’un ardından giden milyonların matemine eşlik ediyor, tekbirlerle gökyüzüne yükselen kararlılık yemininin hararetini serinletmeye çalışıyordu. OĞUZ ÇETİNOĞLU |