Röportaj: Yusuf ÇifciKurumsal Kaçak; kendi tabiri ile yazar, çizer, keser, yaratır. Instagram’da @kurumsalkacak adıyla paylaştığı çizimleri ile oldukça dikkat çeken bir isim. Çizimleri, dünyaya farklı pencereden baktığının en büyük kanıtı. Neden mi? Kuruvasandan ıstakoz, kulak çubuğundan fabrika bacası, hurmadan zeplin, kahve çekirdeğinden kadın saçı çizmek, sıradan insanların yapacağı bir iş değil de ondan.Ayrıca Kurumsal Kaçak’ın ilginç de bir hayat hikayesi var. Hani şu kariyerinin zirvesindeyken ve kurumsal bir yerde çalışırken sıkılıp istifayı basanlardan biri kendisi. Şu an freelance olarak çizimlerine devam ediyor. Amacı, sabahları somurtarak işe giden insanların yüzlerinde bir tebessüm oluşturabilmek. Peki bunu başarıyor mu? Fazlasıyla…Mürekkep Söyleşiler’de bu hafta kurumsal kaçak ile bir söyleşi gerçekleştirdik.Dilerseniz röportajımıza en başından başlayalım. Kimdir Kurumsal Kaçak?Bendeniz Kurumsal Kaçak. Adımdan da anlaşılacağı üzere “kafayı kırmış” ve kurumsal hayatın tam ortasına istifasını basıp kurumsaldan kaçmış biriyim. İlk başlarda biraz zor oldu alışmak ama zamanla zihnim nefes almaya başladı. Şimdilerde freelance deniyor ama ben kendime eski tabirle serbest meslek erbabı diyorum. Bol bol okuyor, yazıyor ve çiziyorum. Toplumsal cinsiyet eşitliği, sürdürülebilir kalkınma, insan hakları, adil bir yaşam, minimalizm son dönemde üzerine çokça kafa yorduğum konular. 1979, İstanbul doğumluyum. İstifamı verdiğimde 37 yaşındaydım. O yaşıma kadar, çok çeşitli işler yaptım. En önemlileri de gönüllü çalışmalarım oldu. 12 yaşında işaret dili öğrenmeye karar verdim ve Taksim’deki işitme engelliler lokalinin kapısını çalıp bana işaret dilini öğretip öğretemeyeceklerini sordum. Herhangi bir kursları yoktu, ama gidip gelirsem öğreneceğimi söylediler. Ben de her gün okuldan çıkıp Taksim’e, lokale gidiyor, orada bulduğum herkesten 3-5 kelime öğrenmeye çalışıyordum. O kadar hevesliydim ki 6 ay sonra lokaldekilerle iletişim kurmaya başladım. Bunu gören lokal müdürü, gönüllü çalışıp çalışamayacağımı sordu. Ben de hiç ikiletmeden kabul ettim. 16 yaşında otizimli çocukların sosyalleşmesine destek olmak için yine kapısını çaldığım bir dernekte çalıştım. Üniversiteye girene kadar her iki kurum için de canla başla çalıştım.“YAPABİLECEĞİM EN İYİ İŞ SİVİL TOPLUMDAYDI”Az önce “istifayı basıp kurumsaldan kaçmak”tan bahsettiniz. Nasıl işledi bu süreç?Üniversitede ekonomi okuduğum yıllarda, Radikal gazetesinin Kültür Sanat sayfasında yarı zamanlı çalıştım. Özellikle sinema konusunda çeviriler ve arşiv taraması yaptım. O zamanlar, birlikte çalıştığım editörlerime o kadar hayrandım ki sinema sektöründe çalışmaya karar verdim. Kapı çalmaya meraklı biri olarak üniversiteden mezun olur olmaz kendimi, o dönem çok meşhur olan bir yönetmenin kapısını çalarken buldum. Kendilerini ikna etmem kolay olmadı, ama 2 haftalık bir uğraştan sonra sinema sektöründe çalışmaya başladım. Ne zaman ki gecesi, gündüzü belli olmayan bir set deneyimim oldu, tüm arkadaşlarıma saygılarımı sunarak koşar adımlarla oradan ayrıldım. Üniversite yıllarımda gümüş takı tasarımı kursları almıştım. Katıldığım karma sergiden kazandığım parayla kendi atölyemi açtım. 3 yıl İstanbul’da, 3 yıl Bodrum Gümüşlük’te takı sattım. 30 yaşına geldiğimde çok severek yaşadığım Gümüşlük’ten İstanbul’a dönme kararı aldım. Yapabileceğim en iyi iş sivil toplumdaydı. Kendime bir alan belirlemem ve başvuru yapmam gerekiyordu. İstanbul’a döndüğümün 2. ayında toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine çalışan bir kurumda çalışmaya başladım. 7 yılın sonunda istifamı bu kurumda verdim ve bambaşka bir hayata yelken açtım.Peki şu an neler yapıyorsunuz?Amacım istifamı verip seyahat etmek veya gidip bir sahil kasabasına yerleşmek değildi. Dünyanın değişen çalışma biçimini Türkiye’de de uygulamaktı. Bunu da başardım. Şu anda AB projelerinde proje bazlı çalışıyorum, bir yayın şirketine bağlı olarak onların talep ettiği konular üzerine makaleler yazıyorum, bir danışmanlık şirketinin sosyal medya hesaplarını yürütüyorum ve tabii ki farklı derneklerde gönüllü ve yarı zamanlı çalışmaya devam ediyorum. Sabahları somurtarak işe giden insanların yüzlerinde bir tebessüm oluşturabilmek amacıyla Kurumsal Kaçak adıyla Instagram’da paylaştığım çizimlerimi Mikrop Dergisi’nin okuyucularıyla buluşturuyorum. Ayrıca şirketlerin web siteleri, sosyal medya hesapları için kimliklerine uygun çizimler yapıyor, özel gün tasarımlarını hazırlıyorum.“ODAMIN DUVARLARINA RESİM ÇİZMEM SERBESTTİ”Kurumsal Kaçak ismi nereden geliyor?Kurumsal bir yerde çalışan insanların çoğunun en büyük hayali, kurumsaldan kaçıp bir sahil kasabasına yerleşmek, minik bir kafe işletmek veya doyasıya seyahat etmek. Benim böyle hayallerim olmadı. Tek hayalim huzurlu bir şekilde yaşamaktı. Hayalleri ne olursa olsun, kurumsal hayatta olup da hayallerinin peşinden gitmeye karar veren herkes birer Kurumsal Kaçak. Ben de Kurumsal Kaçak’ta paylaştığım çizimlerim ve yazılarımla hem 9-6 mesai yapan insanların yüzlerinde bir tebessüm yaratmak hem de keyfini çıkardığım hayatı, düşündüklerimi, gördüklerimi beni takip edenlerle paylaşmak istedim. Sivil toplumdan geldiğim için tabii ki sosyal olaylara da sıklıkla değiniyorum.Dünyaya böylesi farklı bir pencereden bakmak herkesin başarabileceği bir iş değil. Bunu nasıl başarabiliyorsunuz?Çok şanslı bir çocuktum. Annem de babam da mimar olduğu için evin içi alçıdan yapılıp ayakkabı boyalarıyla boyanmış heykellerle, tuz seramiğinden yapılmış masklarla, çizimlerle doluydu. Salonun bir duvarı hep koyu renkti ve 3-4 ayda bir renk değişikliğini ailecek yapardık. Odamın duvarlarına ve kıyafet dolabıma resim çizmem serbestti. Yıllar sonra gümüş takı tasarımı yapmaya başladığım dönemde bu sefer hayallerimi kağıda dökmeye başladım. Ancak çocukluğumdaki gibi serbest çalışamıyordum. O süreç de beni çok geliştirdi.Bu arada sadece çizmiyorsunuz, aynı zamanda çizimlerinizi edebi cümlelerle de süslüyorsunuz. Kimleri okur ve takip edersiniz?Çizimlerimi hikâyelerle süslemeyi, onlara farklı anlamlar katmayı seviyorum. İlk gençlik yıllarımda çok şiir okurdum. Nazım Hikmet, Edip Cansever, Turgut Uyar, Metin Altıok, Özdemir Asaf en sevdiklerimdi. O yıllarda beğendiğim dizeleri bir kartona yazıp, başucuma asardım. En etkilendiğim yazarlar, Oğuz Atay, Bilge Karasu, Erdal Öz ve Jose Saramago. Bir ömrün yetmeyeceği kadar çok okunacak kitap var. Son dönemde Haruki Murakami’nin kitaplarını sıklıkla okuyorum.Son olarak “sabahları somurtarak işe giden”lere tavsiyeleriniz var mı?Beni takip etsinler. Şaka bir yana, sanırım bu sorunun herkes için cevabı başka olacaktır. Aslında iş yerinde mutsuzsak sabahları kalkmakta zorlanıyoruz, yolda geçirdiğimiz zamandan şikâyet ediyoruz, yöneticimizin söylediği her şey bizi rahatsız ediyor, gelen e-postalarla kavga ediyoruz. Bizi her sabah keyifsiz kılan; yorgunluk, stres, umutsuzluk ve mutsuz olunduğu halde çalışmanın kaçınılmaz olduğu duygusu. Bana kalırsa önemli olan, başka bir hayatın da mümkün olabileceğinin farkına varmak ve hayatlarımızı rutininden çıkarmak.Röportaj için teşekkür ederiz.Ben teşekkür ederim.
Röportaj
15 Temmuz 2018 - 09:54
"İnsanların yüzlerinde bir tebessüm oluşturabilmek amacıyla çiziyorum"
Mürekkep Söyleşiler’de bu hafta Kurumsal Kaçak ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Röportaj
15 Temmuz 2018 - 09:54
İlginizi Çekebilir