Pınar Yalçın Önal yazdı
Birgül Yangın Aslanoğlu'nun Ekim ayında çıkan öykü kitabı Debbağ çok geniş bir yazın ve hayal evrenini yansıtıyor -ki zaten daha önceki eserlerinden yazma tecrübesini görmek mümkün.- Yazarın iki çocuk kitabı; Dedemin Köstekli Saati ve Sinem Deyimler Prensesi, Sinema incelemesi olan 41 Türk Sinemasında Folklor İzleri, Çağdaş Türk Ozanı Barış Manço adlı kitapları mevcut ve Yediveren öykü kitabında da bir öyküsüyle yer alıyor. Aktif hâlde ve dijital mecralarda değerlendirmeler de yazmakta.
Debbağ’ın arka kapak yazısında şair – yazar Serkan Türk bu eser için “Birgül Yangın Aslanoğlu’nun yazı evreni büyülü renklerle örülü. Edebiyat geleneğimizin içinden doğan bu hikâyelerle modern dünyanın bilindik sesleri yan yana akıp gidiyor. ” diye not düşer. Ve arka kapakta yine Debbağ için bir başka eğitimci, eleştirmen- yorumcu Nesrin Çoruh ise “Öykü doğası gereği kısa bir tür. Bu nedenle öyküde unutulmaz karakterler yaratmak oldukça zor. Yazar daha ilk öykü kitabında çok farklı dünyalardan seçtiği karakterlerle bunu başarıyor hem de kendine özgü bir dil kullanarak.” der. Kitabın ön kapak resmi ise usta yazarımız Ethem Baran’a ait. İçerikle çok uyumlu bir eskiz.
Debbağ, yazarın ilk öykü kitabı olduğunu belirtmiştik. Kitaba da ismini veren bu ilk öyküde çoğumuzun artık geriye ittiği koku duyusu damga vuruyor. Öyle ki varlığı debbağ olmakla oluşmuş, şekillenmiş birinin, ilk önceliği hatta tek önceliğinin mesleği olması gerçeği, kokunun iliklerine ve bilincine işlemesi çok gerçekçi. Bu, günümüz tek yönlü ve başka alternatiflerden yoksun bireyini tasvir eden bir metafor aslında. Kokunun ilk gelişen en güçlü ve zamanla hızla zayıflayan duyumuz olduğunun ayırdında olan yazar bunu hem doğal olarak sahip olunan yeti (hikâyede kazanç kapısının en büyük dezavantajı ve büyük bir dayanıklılık başarı alanı yani avantajı) hem de diğer bütün duyu ve hazları gölgeleyen bir dayanak olarak sunar. İşi, mesleği kişinin tek yönü ve hayattaki tek tutunacak dalı olan günümüz insanını çok nahif bir dille, yalın ama etkili, vurucu bir anlatımla aktarıyor bize. Zorlu ve kıyıdaki meslekleri anlatma başarısına sonraki öykülerde de şahit oluyoruz.
Dublaj Aşkına Foley öyküsünde ses ve tutku beraber ilerliyor her satırda. Türk sinemasına hâkimiyeti, dublaj sanatçılarının arka planda oluşlarına inat, neredeyse dublajda öncü isimlerin hepsini yâd ediyor. Yazar sesin, kahramanı için ne kadar hayati olduğunu belirgin ayrıntıları örerek odağa alarak kurgulamış bu öyküsünü. Yine başka alternatifi olmayan bireyin severek yapabileceği tek iş, (meslek) ‘nasıl bir tutkuyla büyür’ vurgusu takdiri hak ediyor.
Zeki Müren Göbeği, insan ruhundaki yaralar ‘Nasıl böyle sübjektif yansıtılabilir’in cevabı gibiydi adeta. Kısa, yoğun, derin ve doğaldı. Hani hep deriz ya edebi değer, edebi dil, edebi anlatım, içeriğin edebi olması için insani ve evrensel oluşu, dönemini ya da her dönemi yansıtması, insan bilincini, ruhunu yansıtması... Tumturaklı ağır bir dile ya da şiirsel, uçuşan hafif bir dile gerek yok bunun için. Konunun büyük bir mevzu olmasına da gerek yok. İçeriğin sahip olduğu perspektif tek başına ‘edebi ve etkili öykü’ tanımını karşılıyordu bu öyküde. Muhakkak okunmalı ve öykü serüveninin başındaki gençlere yazma atölyelerinde ‘hedefine ulaşmış, kendini gerçekleştirmiş, sözünü söyleyebilmiş bir öykü örneği' diye geçmeli. Hangi sosyal statüde olursa olsun bir kadının kendiyle olma ihtiyacını iç görüşsel bir açıyla yakalamış, sunmuş yazarımız. Bu yönüyle diğer ‘kadın’ vurgulu hikayelerden ayrılıp sözünü söyleyebilmiş, o iletişimi gerçekleştirmiş diyebiliriz. Bu öykü için söylediklerimin eksiği var fazlası yok. Zaten dikkatli okur bunun iddialı bir söylem olmadığını öyküye dair doğal bir tespit olduğunu görür; tabii kriterler ışığında.
Barak Dansı ve Sen Bu Oyundan Çık öyküleri aynı derecede içten, sahici ve vurucuydu. Yazarımız Aslanoğlu, diğer öykülerinde olduğu gibi bireyi anlatırken toplumun ve toplum yapısının aksayan yönlerini gözler önüne sererken bunu sadece ‘göstermek' adına yapıyor. Bu o kadar belli ki öyküleri isteseniz de ideolojik bir zemine ya da herhangi bir ekole çekemiyorsunuz. Bu toplumcu gerçekçi yön, yazın evreninin güçlü bir yanı sadece. İçeriden anlatabildiği öykülerini tabii ki dışarıdan objektif bakabilme özelliğine borçlu. Yazarın analitik bakışı ve evrensel görüşü, bir yığılmanın ardından kuluçka evresini başarıyla tamamlamış gibi. Artık ilerleme evresinde olduğunu hissettiren içerik ve anlatım tercihleri bunu gösteriyor. (Münir'in yerdeki çaresiz ama doygun bakışını iliklerimize kadar bize yansıtması minik bir örnek.)
Devrik Cümlelerin Mahkûmu, hoş bir tatla harmanlanmış, dozunda üst kurmaca yöntemiyle yormadan, sıkmadan yazın serüveni üzerine diyaloglardan oluşma, röportaj formunda kurgulanmış bir öykü. Iyi tespitlerle, örneklerle yazma üzerinde durulmuş, yazarımızın da yazmaya dair düşüncelerini yansıtan bir öyküydü.
Çakır Yeşili Gözler iç burkan ve yaygın yönüyle okuyan herkese birilerini anımsatabilecek bir öykü. Pişmanlık ve hastalığın son demlere değişiydi, etkiliydi. “Ayrılıkların, hayal kırıklıklarının, vefasızlığın kavurduğu bir yüreğin düşüne düşüne patlamasının adı olmuş tümör.” Çoğumuza tanıdık gelen ama dillendirmek istemediğimiz bir durum bu cümle.
Adanın Sevdalıları, Sait Faik'e ulaştığını düşünmek istediğim sakin, ağırbaşlı bir coşkuyla örülü, tam da ona hitap eden bir selamdı. Martıya, konağa, rüzgara, ata dil olmuş ruha dokunmuş Aslanoğlu ve Cennet Yolunda yürürken bir Hişt sesiyle bizi de konuk etti yanına. Dedim ya bakışı, evreni geniş bir yazar. Bu genişliğin yalpalamalarına uğramadan sadece gerçekten içselleştirdiği içeriği gül nakışlı bir elekten geçirircesine aktarıyor bize. Hissetmediğini nasıl aktarabilir biri o yapaylık davul ritmi gibi kulağımızın dibinde patlamaz mıydı? Kurgusuna can veren işte bu yapaylıktan eser taşımaması.
Tanıdık Bir Acı'da Kahramanlar bilinçlerinin derinlerine akmış yer etmiş bir acıyı paylaştı bizimle. Gazetelere günlerce konu olmuş ilginç bir bebek kaybının öyküsü. Eşsürümsel zaman tekniği ile kurgulamış. Özdeşimi kurarken iki kahramanının zıt eylemlerini kullanıyor. Biri masum ama yine de derinlerde kendini suçluyor diğeri ise suçlu ama masumiyete, bahanelere, güzellemelere bürünüyor. Ama otak noktaları kayıpları. Biri yadsıyor diğeri ise mantığa bürünüp (ama farkına varmadan bir de yüceltme ile) savunmaya geçiyor. Tipler tanıdık, tipler gerçek, tipler hayattan. Yazarımız burada çok pratik dokunuşlarla, bilinç akışı şeklinde bu savunma stratejilerini ve geçmişe dair çaresizliği sert bir vurgu yapmadan aktarıyor kahramanlarının monologları ile. Çok başarılı.
Çığlıktaki Muamma, bir sorgu seansı gibiydi. Sarsmayan bir seans. Anlatıcının sesini biraz uzaktan duydum bu öyküde. Çünkü malûm tablo çok ama çok girift bir yapıya sahip. Resim sanatının göreceliliğini hesaba katarsak bu öyküde yer bulması yine de hoş olmuş. Varoluşsal sancıyı öznel bir bezginle yorumlamış yazarımız.
Ve Kerzik... Kerzik nasıl sadece kurgu bir kişi olabilirdi ki? Nasıl da belleğimizde yer etti? Nasıl da gerçeğin sıcaklığıyla oturdu yanımıza, anlattı da anlatı. Kerzik'in ismi, ismiyle kavgası, isim hayalleri, ismi yüzünden yaşadıkları anlatılmış. Şive apayrı bir sıcaklık katmış. Şirin beddua da mı olurmuş dedirten tatlı bir öykü. Geçkin yaşta olanlara sanki hayatta değillermiş gibi bakılmasına güzel bir cevap olmuş Kerzik. Pardon pardon! Onun adı Züleyha, güzel Züleyha. Yaşlı zihinlere inat son çeyrek de vardır, son çeyrektir ama vardır der gibiydi Züleyha.
Birgül Yangın Aslanoğlu'nun kişileri gerçek oğlu gerçekten olma güçlü kurgu kişiler. Yapay, yapma kişiler öykülerde can bulabilir mi yoksa? İyi kurgularda, kurgulanan her kişi gerçek onlarca kişilerden bir harman. Onun öyküleri de o yüzden sardı sarmaladı okurunu. Gerçek derken ne yapalım kuru ham gerçeği? Sanatçının kalemiyle sanata dönüşen güzel gerçek bizim konumuz. Bu kişi Kaf Dağındaki doğa üstü biri hatta biri değil başka bir varlık, kurgu yaratık dahi olsa özünü gerçekten alıyordur ki yapay ve yavan kalmasın.
Sabri, Sesini arayan adam, Ahmet, Necmiye, Münir, Ortağım, Iraz, Recep, Aynur ve Zeynep'i, Almancı Bekir, Nesrin Züleyha ve diğerleri... Her biri capcanlı bizlerleydi. Öykülerin iklimi ve karakterlerin diriliği ardına kadar açık, sayfalardan olma bir kapı timsali orada mümtaz okurlarını bekliyor. Okumanız dileğiyle...