Yusuf Çifci yazdı
90’lı yılların sonunda internet hayatımıza iyiden iyiye girmeye başlayınca, kendimize ilk bulduğumuz platformlarda nickname’ler oluşturduk. Bu tanımadığımız dünyada önceleri samimiydik. Yanlışlarımız, yalanlarımız, doğrularımızı götürmeyecek kadar azdı. Ekşi Sözlük, mIRC, Yonja gibi platformlarda samimi sohbetler yürüttük, arkadaşlıklar kurduk.
2000’lere geldiğimizde Facebook, hayatımızda bir dönüm noktası oluşturdu. Duygularımızı, mutlu anlarımızı paylaştık; ufak ufak yalan söylemeye de başladık. “Mutlu hissediyor” dedi bir kısmımız. Daha gerçekçi olanlarımız ise “Bugün kendini üzgün hissediyor” dedi. Sonra Instagram geldi. Filtreler, efektler… 40 yıllık arkadaşlarımızı tanıyamaz olduk. Hoş, bizi de onlar tanımadı. Olmadığımız gibi görünme noktasında herkes el yükseltti. Şık kıyafetler, lüks restoranlar, pahalı markalar derken herkesin binbir türlü personası oldu. Haliyle bütün işler çığırından çıktı.
Gerçek dünya ile sanal dünya arasındaki derin uçurum böylece kendini göstermeye başladı. Yüz yüze olduğumuzda söyleyemediğimiz, ifade edemediğimiz cümleleri, korkusuzca ve sınır tanımadan karşımızdakine boca etmeye başladık. Gerçek dünyadaki etik değerlerimiz, sanal dünyada yerle yeksan oldu. Gerçek hayatta daha fazlasını yapanlar, sanal dünyada diğerine “Bi’ dakka, ne oluyoruz?” demeye başladı. Herkes birer barış elçisi, hak savunucusu ve her şeyin en doğrusu oldu. At izi, farklı izler arasında kaybolup gitti.
Ve işte tam bu noktada akıllarda tek bir soru oluştu: Bizim gerçeğimiz hangisi?
Geçtiğimiz günlerde Tatbikat Sahnesi’nin oyunu Cehennem’i Alan Kadıköy’de izledim. Ankara ruhunu yansıtmasından mı bilmiyorum ama Tatbikat Sahnesi’nin oyunlarını çok seviyorum. Derdi olan, başı sonu belli oyunlar yapıyorlar. Cehennem de bana göre böylesi bir oyun.
Cehennem’e Hoş Geldiniz: Geleceğin Sanal Dünyasında Etik Bir Sorgulama
Oyun başladığında, sahnede küçük bir kız çocuğu görüyoruz. Elinde bir ayıcık ve sahnenin solunda kocaman bir sallanan at. Neşeli kahkahalar atıyor. “Ne tatlı, ne şirin bir kız çocuğu,” diye düşünürken gözümüz, küçük kızın ayağındaki zincire takılıyor. İşte o an hikâyenin korkunçluğu yüzümüze bir Osmanlı tokadı gibi çarpıyor: Sanal dünyada bir pedofili vakası.
Yakın gelecekte geçen bu oyun -ki bence o gelecek çoktan geldi- internetin Cehennem adı verilen devasa bir sanal gerçeklik evrenine dönüştüğü distopik bir dünyayı konu alıyor. Kullanıcılar, bu dijital ağda kendilerine yeni kimlikler seçerek her türlü arzularını sınırsızca tatmin edebiliyor. Ancak bu sanal özgürlüğün karanlık bir yüzü de var…
Dedektif Morris, etik sınırları zorlayan bir soruşturmanın tam ortasında yer alır. Hedefinde, Kuytu adı verilen ve tehlikeli fantezilere hizmet eden bir sunucunun yaratıcısı vardır. Sorgulama ilerledikçe, sanal dünyanın bireyler üzerindeki psikolojik ve ahlaki etkileri açığa çıkarken, gerçek dünya ile dijital alem arasındaki etik farklar daha da belirsiz hale gelir. Doğru bildiklerimizin aslında yanlış olduğunu görürken, yanlış bildiklerimizin akıbeti ise bambaşka çıkar. Hatta etik değerlere sıkı sıkıya bağlı olan Dedektif Morris’i bile sorgulamaya başlarız.
İyi Oyunculuk, Dâhiyane Dekor
Amerikalı tiyatro yazarı Jennifer Haley tarafından kaleme alınan oyun, 2017-2018 tiyatro sezonunda Devlet Tiyatroları tarafından da Metin Belgin rejisiyle sahneye taşınmıştı. Tatbikat Sahnesi, bildiğim kadarıyla bu oyunu Türkiye’de sahneleyen ikinci topluluk.
Oyunun yönetmenliğini Elvin Beşikçioğlu yaparken, yine sahnede Elvin Beşikçioğlu, Ünsal Coşar, Zeynep Ekin Öner, Selin Tekman ve Adem Aydil rol alıyor. Bence her bir oyuncu, rolünün hakkını fazlasıyla vermiş. Oyun ilk başta karmaşık ve seyircide “Acaba anlayabilecek miyim?” korkusu oluştursa da oyunculuk performanslarıyla bunun üstesinden gelmişler.
Benim fark ettiğim tek aksaklık, Adem Aydil’in ses tonuydu. Rol gereği donuk bir karakteri canlandıran Aydil’in sesi gerçekten çok az geliyordu. En ön sırada olmama rağmen duymakta zorlandım. Zaten arka sıralardan da “Duyamıyoruz” fısıltıları yükseliyordu.
Tatbikat Sahnesi, dekora her zaman büyük önem veriyor. Cehennem’de de bu anlayışlarını sürdürmüşler. Farklı sahneleri bir arada göstermek için kurgulanan metal dekor, hem işlevsel olmuş hem de hikâyenin akışına çok iyi oturmuş.
İyi dekor denildiğinde ise akla ilk gelen isimlerden biri Barış Dinçel. Cehennem’in dekoru da ona ait. Oyunda beğendiğim bir diğer husus ise ışık tasarımıydı. Oyun başlarken Matrix’teki kayan yazılara benzeyen ışık gösterisi, dekorla büyük bir uyum oluşturmuş. Ayrıca kamera kullanımıyla görünmeyen oyuncuların projeksiyon aracılığıyla sahneye yansıtılması da oldukça akıllıca bir detay olmuş.
Kısacası, hem hikâyesi hem de oyunculuklarıyla başı sonu belli, derin bir anlam taşıyan bir oyun Cehennem. İstanbul’da olup, biraz Ankara havası almak isteyenler bu oyunu kaçırmasın!