Londra’da yaşayan İzmirli pazarlama uzmanı Begüm Egeli Bursalıgil, edebiyat dünyasına ilk romanı Sessiz Havuz ile adım attı. Roman, mübadele dönemi, 1960’ların Alsancak’ı ve Midilli-İzmir hattından günümüze uzanan bir zaman diliminde, insan ruhunun karmaşıklığını ve geçmişin günümüze etkilerini işliyor.Hikâye, bir arkadaşının yerine arkadaşlık uygulaması üzerinden ayarlanmış bir randevuya katılan başkarakterin yaşamına odaklanıyor. Sessiz Havuz, insan doğasına ve psikolojisine dair derin analizler sunarken, hikâye ilerledikçe çözülen gizemli detaylarıyla okuru sürükleyici bir yolculuğa çıkarıyor. Roman, incelikle işlenmiş kurgusuyla dikkat çekiyor ve edebiyatseverlere etkileyici bir okuma deneyimi vaat ediyor.Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Begüm Egeli Bursalıgil ile Sessiz Havuz kitabını konuştuk.Sessiz Havuz ilk romanınız. Bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz? Var mı bir hikâyesi?Yazmak benim için kendi düşüncelerimi duyma biçimi. Belki de bu nedenle yazmayı öğrendiğim yaştan itibaren elimin kalem tuttuğu her an beni hem heyecanlandırdı hem de rahatlattı.Kitap yazma fikri için ise yeni diyemem. Fikir yıllardır içimde dolanan bir fısıltı gibiydi. Kulak verip dinlemem yeni oldu diyelim… Ancak her şeyde olduğu gibi esas yapılması gereken aklında çevirme kısmını geçerek, kalem kağıdı önüne koyup denemeye başlamakmış. Sonrası gerçekten de geliyor.Başlangıç noktam hayatla ilgili kendimce saptadığım içgörüleri anlatmaktı. Bunları daha okunur kılabilmek için bir hikaye içerisinde oturtmamın iyi olacağını düşündüm. Yoksa yarattığım metin daha öncekilere çok benzeyecek, bir makalenin denemeye dönüşmüş halinden öteye gidemeyecekti. Oysa ben bir roman yazmak istiyordum.Kitabı sekiz ay içerisinde tamamladım. O dönem içerisinde tuhaf bir şekilde kitabı besleyebileceğim çokça düşünce, hatırladığımı bile unuttuğum kişisel anekdotlar ve bilgiler karşıma çıktı.
Kitaptaki havuz o kadar önemli bir yer kaplamıyor ama kitaba Sessiz Havuz ismini uygun görmüşsünüz? Niçin bu ismi tercih ettiniz?‘Sessiz Havuz’ aslında bir metafor. Kitaba sahne olan bir zamanlarını gösterişli İzmir’ini, kitaptaki birçok karakteri ve en çok da Ayla’nın iç dünyasını çok güzel tasvir ettiğini düşünüyorum. Kitabı uzun süre isimsiz yazdım. Ancak hikaye iyiden iyiye ortaya çıkınca, onu en güzel anlatacak başlığın bu olduğuna karar verdim ve yazdığım word dökümanının en başına dönüp kocaman bir başlık attım. Olayları kronolojik olarak değil de geriye dönüşlerle karmaşık bir zaman örgüsüyle öğreniyoruz. Neyi amaçladınız bununla?Haklısınız. Kitap kronolojik olarak ilerlemiyor. Kurgu düzeni kitabın baş karakteri Ayla’nın hayatının farklı bölümlerine odaklanarak örülüyor. Burada karakterin aile yaşamı, çocukluğu, işi ve evliliği gibi alt kümeleri teker teker ele alıp onların derinlerine inmek istedim. Kişi bu etkileşimlerin her birinde farklı yönleriyle öne çıkabilir. Benzer şekilde, farklı yönlerinin sindirilmiş olduğunu gözlemleyebilir. Amacım Ayla’nın enine boyuna tanınmasıydı. Bir de Ayla’nın hayatının değişik kısımlarının kitapta okuduğumuz Çarşamba gününe katkısını anlatmak.İzmir, mübadele döneminde önemli şehirlerden bir tanesi. Romanda da zaten Midilli’den başlayıp İzmir’e uzanan bir yolculuğu görüyoruz. Romanınız için bir mübadele romanı diyebilir miyiz?Sessiz Havuz için bir dönem romanı demek daha doğru bir tanım olur. Zira Ayla’nın ailesinin hikayesi henüz mübadele gerçekleşmeden, Kurtuluş Savaşı sırasında Midilli’den kaçarak bu coğrafyaya kavuşuyor. Ancak sonrasında mübadeleden de çok iz görüyoruz kitapta. O dönemin koşulları, zorlukları, travmaları ve güzellikleriyle örülen sayfalardan geçiyoruz.Peki, bu roman kurgu mu yoksa sizin hayatınızdan izler de taşıyor mu?Hikaye tamamen kurgu olsa da benim tanık olduğum hayatlardan derin izdüşümler taşıyor. Her şeyden önce kitabı yazdığım süreçte bana en büyük ilham doğup büyüdüğüm şehir olan İzmir oldu. Çocukken duyduğum hikayeleri, kulağıma çalınan Rumca kelimeleri ve büyüdüğüm aile apartmanı ile Alsancak sokaklarını sayfalara davet ettim. Hafızamdan çıkıp çıkıp geldiler.Ayrıca, yolları birbiriyle kesişen kadın hikayeleri oldukça ilgimi çekiyor. Bu etkinin zaman, mekan, samimiyet seviyesi veya yaşam tarzı gibi küme başlıklarını aşarak birbirini tetikleyen bir enerji frekansında olduğunu düşünüyorum. Kitabıma bu bütünü yansıtmayı arzuladım. Bunu yaparken de kendi hayatımdan ilişki örnekleri üzerine çok düşündüm. Bu tür etkileşimlerin tıpkı gerçek hayata olduğu gibi kitaba da zenginlik kattığını düşünüyorum.
Tanışma uygulamalarının hayatımızdaki yeri malum. Hatta tıpkı sizin romanınızda olduğu gibi artık edebiyatın da bir parçası. Bu dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz?Açıkçası bunu çok doğal buluyorum. Tıpkı tükettiğimiz diğer kurgu yaratımlarda olduğu gibi… Diziler ve filmlerde seyrettiğimiz gibi. Düşünsenize ekranda oyuncuların aldığı mesaja kadar okuyoruz artık. Telefonlarının nasıl çaldığını biliyoruz. Çoğu kişinin samimiyet kurma, yakınlaşma yolu bu. Dolayısıyla edebiyatta da hep birlikte içinde yürüdüğümüz yoğun dijitalleşmenin yansımasını görmek çok olağan. Yaşadığımız dönemin gerçekliği bu.Romanda çeşitli konularda çatışmalar olsa da Ayla’nın hem ailesi hem komşularıyla iç içe yaşamı ilgimi çekti. Nasıl bir ailede büyüdünüz?1982 İzmir doğumluyum. Anne ve baba tarafı İzmirli ve ayrı ayrı çok kalabalık, çok renkli olan bir aile ortamı içerisinde büyüdüm. Şimdilerde soyadımda taşıdığım yer karmaşası evlilikle birlikte geldi. Ailemin her iki kolu da Yunanistan göçmeni. Baba tarafı Girit’ten mübadele ile İzmir’e yerleşiyor. Anne tarafı ise tıpkı kitaptaki gibi Kurtuluş Savaşı zamanında Midilli’den kaçarak Ayvalık’a geçiyor. Hatta ufak bir tekne içerisinde kaçarken, yorganların içerisine gizledikleri bayrakları açarak Türk kara sularına giriyorlar. Bu şekilde renklerini belli edip limana sığınıyorlar.Ben bir aile apartmanında büyüdüm. Teyzeler, kuzenler, enişteler… Büyük sofralar, çokça gürültü ve merdivenden birbirinin evine inip çıkan ayak sesleri… Bu tip bir aile ortamının kişiliğimin şekillenmesinde büyük rol oynadığını düşünüyorum. Benim evimin sınırları, oturduğumuz daireyi aşan şekilde genişti. Kendimi çok yere ait hissederdim. Apartmandaki herkes ailemdi.Şu an İzmir’de aile ve komşuluk ilişkileri böyle mi?Şehirleşme, modernleşme, zamansızlaşma ve dijitalleşme etkisine direnmeye çalışan komşu haneler elbette hala var. Var ama onlar da bir jenerasyon öncesine göre çok daha içlerine dönük yaşıyorlar. Evler geçirgen duvarlarını, komşular tanıdık yüzlerini yıllar içerisinde kaybetti. Hangimiz apartmanımızdaki kaç kişiyle selamlaşmak dışında sohbete duruyoruz? Sohbeti bırakalım, kaçının adını biliyoruz? Bu, tabii ki içinde yaşadığımız dönemle beraber şekillenen natürel bir akış. Komşuluk ilişkilerinin aynı samimiyeti koruyarak devam ettiği bir alan varsa bunun şehrin göbeğinden olabildiğince uzak sayfiye yerleri olduğunu düşünüyorum. Birbirini görebilen bahçelere sahip olmak çok şeyi değiştiriyor.

