Özlem Bozyurt yazdı.
Kibera. Nairobi. Kenya
Döndüğünde aynı kişi değilsin artık….
Gittiğinde de değildin. Bazen hatıralarını paylaştıklarını yanına alıyorsun, bazen de geçmişe gömmek için çabalıyorsun. Resimler boşuna değil…
Girilmemesi gereken çok ünlü fakir bir bölge Kibera. İngilizce de ‘slum’ diyorlar, Fransızcada ise ‘bidonville’ deniyor. Küçük küçük teneke evciklerden oluşuyor burası ve bu bölgede ortalama 500 bin kişi yaşıyor. Zengin yabancıların şaşalı evlerinin biraz ilerisinden başlıyor Kibera ve öyle sonsuza uzanırmış gibi yayılıyor etrafa.
Turist kitaplarında kesinlikle gidilmemesi gereken yerlerden biri olarak belirtiliyor, bölgeyi tanıyanlar da aynı fikirde. Çok tehlikeli diyorlar. Aslında tehlikeli göreceli bir kavram ve bunu deme hakkı kime ait o da sorgulanır. Eğer Kibera’da doğmamış ve orada yetişmemişseniz pek de oralı olamıyorsunuz. Kendi krallıklarında hükümdarları kendileri ve öyle herkesi içeriye almaya da çok hevesli değiller. Komün yaşam hali var Kibera’da. Dışarıdan geleni pek de iyi karşılamıyorlar.
...bazen sanki hani hayat koşulları yokmuş gibi… sanki sadece var oluyorlar...
Şanslı bir günümüzdeydik. Şoförümüz Kibera’da oturuyormuş. Mike, iki çocuğu var, oturduğu bölgedekilere göre de iyi para kazanıyor. Aylık 150 dolar, büyük para. Kibera’da bu parayı kazanan çok az insan var, o nedenle saygı duyulan biri Mike. Çocuklarını da Kibera’daki okula göndermiyor, dışarıda servisle gidilip gelinen bir okula yolluyor. ‘Onlar buradan kurtulmalı’ diyor, ‘Kurtulacaklar. Akıllı benim çocuklarım, çalışkanlar. Fransızca bile öğreniyorlar.’ diye ekliyor. Buradan kurtulmaktan kastedilen ima havada kalıyor. Aidiyet de fena bir şey değildir bazen diye düşünüyorum.
Bir insan boyunda, bir sürü, küçük küçük teneke ev düşünün, hepsi iç içe girmiş ve sıra sıra dizilmiş evler. aralarında mesafe, aralarında ayrım yok.
Her yerde teneke var, evlerin duvarları dahi tenekeden, yalnızca çatıları değil. Evler arasında uzanan tek bir yol var, tek gidişi olan ve devlet tarafından geçen sene düzeltilmiş, içi onlarca çukurla dolu toprak bir yol. Yol dediğim de tek şerit, topraktan bir nehir gibi sanki. Rengi sarı ile turuncu arasında.
Topraktan bir sokak.
Mike market yolundayken arabayı aniden sola kırıyor. Hem eşine uğrayacağız, hem de Kibera’yı göreceğiz. Fotoğraf makinem yok yanımda. Keşke olsaydı diyorum. Biraz sevinç, biraz endişe kaplıyor içimi. Çünkü Kenya’ya ilk geldiğimde yaşadıklarım pek de iç acıcı şeyler değildi. Bunları da bir ara anlatmak isterim size. Anlayacağınız korkuyorum Kibera’ya gidiyor olmaktan.
…artık eminim, bazı talihsiz olaylar bazen insanın hayata karşı duruşunu etkileyebiliyor...
Arabayla asfalt yol üzerinde gitmekteyiz ve hala zengin villaların arasında yol alıyoruz, sokaklarda her zamanki gibi bir sürü insan yürüyor. Karşıdan bir otobüs geliyor, ön camında bulunun metal plaka üzerinde Kibera yazıyor.
Bir iki sokak sonra her zamanki gibi küçük bir Kenya pazarı çıkıyor karşımıza. Kenya’nın neredeyse her bölgesinde olduğu gibi kare şeklinde tahta tezgâhlarda meyveler satılıyor. Toprak yola ulaşıyoruz. Girişte biraz şeker kamışı, biraz şüpheli bakışlar, biraz mangolar, biraz sinekler, biraz da yer fıstıkları karşılıyor bizi. Uzun zamandır görmeyi istediğim o evlerin arasında derin çukurları olan yolda zıplaya zıplaya gitmeye başlıyoruz.
Ben esmerim. İri gözleri olan bir esmer. Araba olunca herkesin dikkatini çekiyoruz. Mike camını açıp tanıdıklarına selam veriyor ve biraz bizden söz ediyor. Gidiyoruz. Yol kenarı evlerin kapıları açık, içlerini görebiliyorum ve kapılar o kadar küçük ki ancak kafalarını eğerek geçebileceklerini düşünüyorum. Her köşede çocuklar var. Hepsi bize gülümsüyor. Hepsinin suratında biraz şaşkınlık, biraz da ‘oh be, sanki bir şeyler bugün farklı’ diyen bir ifade var. Gülüyorlar. Arkamızdan konuşuyorlar. Sonra bir kuaförün önünden geçiyoruz, kapıya dizilmiş 15 yaşlarındaki kızları görüyoruz. Saçlarına Afrika’ya özgü örgüler yapmakla meşguller. Bizi görünce aralarında kıkırdamaya başlıyorlar. Birkaçı ellerindeki tarakları bırakıp el sallıyor.
…gülümsüyorsun… gülümsüyorlar... herkes bir şeyle uğraşıyor… boş duran kimse yok sanki, öyle bir ritim öyle bir hareket var ki sokaklarda… sürekli gülümsüyorlar… gülümsüyorsun…
Yol boyunca ne ararsanız var burada.
Balık kızartanlar var ve balıkların üzerinde onlarca sinek. Afrika genelinde midir bilemiyorum ama burada büyük marketler dışında eti soğuk ortamda saklamak pek adet değil. Bu nedenle et ne kadar uzun süre pişerse o kadar iyi.
Patates kızartıyor bir kadın. Bizim simit arabalarından daha ufak bir arabanın içine bir sürü patates kızartması doldurmuş. Çocuklar arabanın etrafını sarmışlar ve ellerindeki ufak paralarla damaklarına tat satın alıyorlar. Az ileride bir kız çocuğu kırmızı bir leğenin içinde yıkanıyor. Daha 10’unda yok sanırım. Bizi görünce ayağa kalkıyor, etrafındaki diğer çocuklarla beraber gülümsüyorlar. Sular saçlarından vücuduna dökülüyor. Sular yüzüne dökülüyor. Pırıl pırıl parlıyor karşımızda.
...tek iletişimimiz var, ifadeler…
Bir süre sonra yol sola dönüyor artık daha da içlerine giriyoruz Kibera’nın. Sağ tarafta bir okul çıkışına denk geliyoruz. Çocuklar burada da bizde olduğu gibi üniforma giymek zorundalar (tabi son zamanlarda bizde ki zorunluluklar değişti ama geçmiş zamanları bazen bugün de yaşıyoruz). Benim kişisel olarak sevdiğim bir uygulama bu, hele burada daha çok seviyorum. En azından fakirle zengin ayrımı biraz olsun üniformaların arkasında azalıyor. Çocuklar ayaklarında kısa pantolonları, üstlerinde kısa, genelde mor kareli gömlekleri ve yeşil kazakları ile önümüze dökülüyorlar.
Sonra arabanın geçmesi için sağa sola kaçışıyorlar. Hepsi güzel. Hepsinin çantası çok eski. Bazılarının elinde kitap ve defterler var.
…defterlerin sayfaları o kadar eski ve sarı ki.... sanki yaşayan bir tarih kütüphanesindeyim... sayfalar uçuşuyor... gidiyorum.
Biliyor musunuz Kibera’daki ilkokullarda ki çocukları düzenli olarak hayvanat bahçelerine götürüyorlar. En azından kendi ülkelerinin güzelliklerini çocukken de olsa görebilme şansına erişsinler diye... sonra zor oluyormuş...
İşin ciddiyetini anlıyorum. Hayatın diğer tarafını biliyordum ve şimdi ne kadar gerçek olduğunu görme zamanım geldi.
Daha sonra devam edeceğim...
Ama… yavaş yavaş ölürler seyahat etmeyenler, yavaş yavaş ölürler okumayanlar, müzik dinlemeyenler… Pablo Neruda.