Zihnimizi ırak eylerken mantığa, uçup gider yakınımızdan ne var ne yok bütün fikriyat. Zira zikrin ötesinde adamışken ruhun her bir hücresini hayallere, küçük bir bedende vuku bulur bütün milli benliğimiz. Hiçliğimizin ötesinde boşluğumuzun dolduramadığı kadar büyük kraterlerin açıldığını fark ederiz zihnimizde. Öğretmişlerdi gerçeğin aslında acı olduğunu ve dolayısıyla acıttığını beynin hücrelerini. Lakin unuttukları bir şey vardı: Utancımızdan yerin dibine girebilmek için utanabilmek gerekir; utanmaksa bir düşünce eylemi…
“Çok Tanrıcılık” Cemil, günümüzün ikonları ve de sonuna koydukları “can”ları. “Hayranlık Sistemi” ise gençlerin grup grup düşünme yetilerini almanın yeni yöntemi. Pop’un idolleri ideal bir idiot ihraç ederken vatana millete, başarılı olmanın kriteri başarıdan değil yaygaradan geçiyor. Bütüüün genç kızların sevgilisi olmak Cemil sıkıntı değil de medyanın şakşakçılığı ayyuka çıkmış; yavşaklığı diz boyu…
Sanat Cemil’im ruhu beslediği oranda sanattır. Sanat açlığının dışavurumu çığlıklar olamaz. Etten duvarları aşmak hiç; “O’nu görebilmek için her şeyi yaparım”sa hastalıklı bir neslin düet performansı.
Justin, diyorum Cemil sahi Justin’i “Justiiiiin” yapan, çığlıklar attıran, ağlatan sızlatan, saatlerce ayakta bekleten nedir? Medyanın pazarlaması mı, başka bir deyişle rol model olarak öne çıkarması mı yoksa “sanat”taki başarısı mı?
Biliyorum çizmek zordur masumiyeti bir sınır dahilinde ama açıklamak da zordur masumiyeti saçmalıkla. Saçmalığı masum göstererek aklamak ancak gerçeği saklamaktır. Bu ne bir ergenlik bunalımıdır ne de hayranlık belirtisi.
Sorun şu ki Cemil’im, gençlik GDO’lu düşüncelerle besleniyor. Peki tehlikenin farkında mıyız? Tehlike mi, hani nerede?