Yapısal Realizm[2] uluslararası ilişkileri belirleyen en önemli etkenin uluslararası sistemin yapısı olduğunu kabulünden hareket ederek devletlerin dış politikasını ve devletlerin birbirleri ile ilişkilerini inceler.[3]Uluslar arası sistem, uluslararası sistemin yapısı ve temel dinamikleri, uluslararası sistemdeki aktörler, uluslararası yapı ile aktörler arasındaki etkileşim ve aktörler arasındaki ilişkilere dair akademik çalışmalar uzun zamandır yapılıyor olmasına karşın, Realist teori geleneğinde tüm bu unsurları, tümden gelimsel yönteme dayalı olarak en kapsamlı ve kendi içinde tutarlı bir uluslararası sistem teorisi şeklinde sentezleyen siyaset bilimci, 1979 yılında yayınladığı “Uluslararası Siyaset Teorisi”[4] isimli eseriyle Kenneth N. Waltz[5] olmuştur.[6]
Waltz, Realist teori geleneğinde Yapısal Realizm/Neorealizm olarak adlandırılan yeni bir akım tesis eden bu eserinin ilk cümlesinde, eseri yazmaktaki amacının, “uluslararası siyaset teorileri ile konuya(uluslararası siyasete) yönelik teorik olarak önemli olma iddiasındaki yaklaşımları incelemek”, “mevcut teorilerdeki kusurları düzelten bir uluslararası siyaset teorisi inşa etmek” ve “inşa edilen teorinin bazı uygulamalarını incelemek” şeklinde sıralamıştır.[7] Waltz farklı siyasal sistemlere ve farklı ideolojilere sahip olan devletlerin benzer davranışlar ve politikalar benimsemesinin nedenini açıklamaya çalışmıştır. Waltz’a göre bunun yanıtı yapı kavramında saklıdır. Uluslararası yapı devletin benzer koşullarda kendi özel farklılıklarına rağmen benzer politikalar izlemesinin kaynağını ve nedenini oluşturmaktadır. Aslında Waltz’a göre indirgemeci olan yalnız dış politikayı insan doğasına ve devlet kapasitesine dayandıran klasik realistler değiller; dış politikayı bireye indirgeyen klasik liberaller ile sınıf çatışması ve üretim biçimini temel alan Marksistler de benzer şekilde indirgemecidir. Waltz’a göre tüm bunların temel hatası dış politika ile devletlerin oluşturduğu sistemi birbirinden ayıramamalarıdır ve Waltz bu nedenle sistemin dış politika üzerindeki sınırlamacı ve koşullandırıcı etkisine dikkat çekmektedir.[8]
Waltz, “indirgemeci teoriye”[9] alternatif olarak sistemik teoriyi benimser. Sistemik teoriler, analiz seviyesi olarak sistemi oluşturan birimlerde değil sistemin kendisinde işleyen dinamikler ile ilgilenir. Sistem, yapı ve etkileşim halindeki birimler olmak üzere iki farklı unsurdan oluşur. Yapı ise parçaların düzenlenişi ile tanımlanır. Waltz’a göre sistemik teorinin amacı kısaca yapı ve etkileşim halindeki birimlerin olmak üzere bir sistemin iki seviyesinin nasıl işlediğini ve etkileştiğini göstermektedir. Waltz, ayrıca bir teorik yaklaşımın sistemik teori olarak değerlendirilebilmesi için sistem seviyesindeki unsurların bilgisinden, sistemdeki birimlerin davranış ve etkileşimlerinin sonuçları hakkında bir takım beklentiler tespit edilmesi gerektiği düşüncesindedir.[10]
Waltz’a göre sitemin temel kuralları sistemi oluşturan birimlerin niteliği ve birimler arasındaki kapasite dağılımı gibi öğeler açısından uluslararası sistem ulusal sistemden farklılık göstermektedir. İç siyasal sistemde sistemin temel kuralı hiyerarşi olmasına karşılık uluslararası sistemin ana ilkesi anarşidir. Hiyerarşik bir yapıya sahip olan ulusal sistemde emir ve itaat ilişkisi hakimdir. Sistemdeki birimleri oluşturan bireyler karmaşık toplumsal yapı içendeki iş bölümü çerçevesinde hangi alanda uzmanlaşacaklarına kendileri karar vermekte ve bu nedenle farklı alanlarda uzmanlaşabilmektedirler. Oysa uluslar arası anarşik yapıda ast-üst ilişkisi ya da itaat eden-edilen ilişkisi söz konusu değildir. Birimlerin fonksiyonlarında benzerlik bulunmaktadır. Hiyerarşik bir nitelikteki ulusal yapıda farklı kapasitelere sahip olan birimlerin fonksiyonları farklı iken, anarşik bir niteliğe sahip uluslararası yapıda farklı yeteneklerdeki devletlerin fonksiyonları büyük ölçüde benzerlik göstermektedir.[11]
Burada ilk akla gelen soru düzenleyici ilkesi anarşi olan yani düzenleyen merkezi bir iktidarın bulunmadığı bir uluslararası yapının ve bu yapıda düzenin nasıl var olduğu sorusudur. Waltz bu soruya cevap verebilmek için “mikroekonomik teoriye” başvurur. Mikroekonomik teoriye göre Pazar amaçları ve çabaları, bir düzen yaratmaya yönelik değil içsel olarak tanımladıkları kendi menfaatlerini toplayabildikleri her türlü araçla tatmin etmeye yönelik olan ayrı birimlerin faaliyetlerinden hasıl olur. Birimler kendileri için davransalar da neticede onların davranışlarından bağımsız bir varlığı ve gücü olan birimlerin denetim altına alamadığı ve birimlerin davranışlarını etkileyen ve kısıtlayan bağımsız bir varlığı ve gücü vardır. Ayrıca Waltz bu anarşik uluslararası yapıda devletler için öncelikle saikin hayatta kalma olduğunu varsayar “ Beka saikinin ötesinde devletin amaçlarının sonsuz derecede çeşitli olabileceğini” kabul eden Waltz için beka temel saiktir çünkü “beka devletin sahip olabileceği diğer tüm amaçlara ulaşmak için bir ön şarttır.”[12]
Waltz ikinci olarak uluslararası sistemdeki birimlerin karakterini tartışır. Ulusal siyasi sitemdeki tabiatı itibari ile alt üst ilişkileri içeren hiyerarşik yapı bu sistemlerin parçaları arasındaki işlevleri açısından bir farklılaşmayı beraberinde getirir. Buna karşı uluslar arası siyasi sistemdeki tabiatı itibari ile alt-üst ilişkileri içermeyen anarşik yapı bu sistemin parçaları arasında işlevleri acısından da bir benzerliği beraberinde getirir. Waltz burada da mikroekonomik teoriye başvurur ve ekonomistlerin bir pazarın yapısının o pazarda rekabet eden şirketlerin sayısı ile tanımlaması gibi uluslararası sistemin yapısının bu sistemde rekabet eden devletlerin sayısı ile tanımlanabileceğini belirtir. Uluslararası sistemin başlıca birimleri olarak neden devletlerin ele alındığı sorusuna Waltz’ın ikinci cevabı devletlerin hem kendi hemde devlet-dışı aktörlerin onlara göre faaliyet gösterdikleri kuralları koyan ve bu kurallar bozulduğunda kuralları tekrar koyan aktörler oluşudur.[13]
Waltz öncülüğündeki Neorealist/Yapısal Realist okul dünyayı önceki realist düşünürlerden daha farklı tanımlamıştır. Realistler uluslararası politikayı kabaca devletlerarası bir etkileşim süreci olarak görmekteyken Neorealistler/ Yapısalcılar devletlerarası etkileşime bakarken yapısal nedenleri ve tek tek devletlerin kendilerinden kaynaklanan birim düzeyindeki nedenleri ayrı ayrı ele alırlar. Böylece Neorealist/ Yapısalcı düşüncede yapı önem kazanıyor ve özel bir incelemede tartışma konusu haline geliyor ayrıca geleneksel realist düşünürler sadece sonuçlarla ilgilenerek buna devletin etkileşiminin doğal bir sonucu ve bu ilişkinin bir ürünü olarak bakarken Neorealist/ Yapısalcı düşüncede sebep ve sonuçlar özelliklede amaç ve araçlar ayrı ayrı değerlendirilmektedir.[14]
Realist teori geleneğinin ana akımını oluşturan Yapısal Realizm içinde Yapısal Realizm’in temel varsayımlarını kabul etmekle birlikte uluslararası sistemin işleyişine ve özelliklerine sistemin yapısı ile uluslararası sistemin ana aktörleri olan devletlerarasındaki dinamiklere ve etkileşime dair aynı sorulara farklı cevaplar veren muhtelif yaklaşımlarda mevcuttur. Yapısal realistler tarafından farklı açıklamalarla cevaplanan bu sorulardan bir tanesi de devletlerin uluslararası sistemde ne kadar güç istediğidir. Waltz’a göre güç muhtemel bir kullanışlı araç olduğu için makul devlet adamları onun uygun bir miktarına sahip olmaya çalışacaktır. Can alıcı durumlarda devletlerin nihai endişesi güç için değil ama güvenlik içindir kısacası devletler için güç bir araçtır. Waltz devletlerin ilk endişesinin gücü azamileştirmek değil sistemdeki kendi konumlarını idame ettirmek olduğu iddiasındadır kısaca devletler güç değil güvenlik azamileştiricileridir Yapısal Realizm de bu yaklaşıma “Savunmacı Realizm” kavramı ile ifade edilir[15]
Günümüzde Yapısal Realizmin yasayan en önemli temsilcisi John J. Mearsheimer devletlerin uluslararası sistemde ne kadar güç istediği sorusuna farklı bir cevap verir. Mearsheimer’a göre devletler için güç bir amaçtır ve devletler güvenlik değil güç azamileştiricileridir. Mearsheimer yapısal realizmde saldırmacı realizm kavramı ile ifade edilen bu yaklaşımı realist teori geleneğinin kurucu eserlerinden biri haline gelen “Büyük Güç Siyasetinin Trajedisi”[16] isimli eserinde ortaya koyar. Mearsheimer bu yaklaşımı yapısal realizmin kendine özgü bir sıralama ile belirttiği beş temel varsayıma dayandırır;
1- Uluslararası sistem anarşiktir.
2- Büyük güçler tabiatları gereği birtakım askeri kabiliyete sahiptir.
3- Devletler hiçbir zaman diğer devletlerin niyetlerinden emin olamazlar.
4- Büyük devletlerin başlıca amacı beka yani hayatta kalmaktır.
5- Büyük güçler rasyonel aktörlerdir.[17]
Bir diğer Neorealist olan Robert Gilpin, 1996 yılında yazdığı “No One Loves a, Political Realist” makalesinde aşağıdaki ilkelerle bu teoriye katkıda bulunmuştur:
1- Sosyal ve siyasi işlerin temel öğesi “grup çatışmasıdır”
2- Devletler yalnız kendi ulusal çıkarları doğrultusunda harekete geçerler.
3- Güç ilişkileri uluslararası ilişkilerin temel özelliğidir.
Gilpin, “Dünya Politikasında Savaş ve Değişim”[18] adlı çalışmasında uluslar arası sistemin oluşumundaki amaçlar ile toplumsal ya da siyasal sistemin oluşumundaki temel amacın aynı olduğunu düşünmektedir. Her ikisinde de sistemdeki aktörlerin yeni bir toplumsal yapı oluşturmadaki amaçları ekonomik siyasal ve diğer çıkarlarını gerçekleştirmektir. Yapısalcı unsurları taşıyan Gilpin’in yaklaşımına göre her yeni uluslararası yapı aktörler arasındaki güç ilişkilerini yansıtmakta; sistemin güçlü aktörleri yeni yapının kendi çıkarlarına uygun şekilde oluşmasını sağlamaya çalışmaktadır. Dolayısıyla yeni oluşan yapılar hegemonik güçlerin çıkarlarını büyük ölçüde yansıtır ya da onların çıkarlarıyla uyumludur. Ancak zamanla aktörlerin ekonomik ve teknolojik düzeyindeki farklılıklara göre güç dengelerinde kaymalar olabilir ve dolayısıyla aktörlerin çıkarları da farklılıklar oluşturabilir. Değişikliği etkileyebilen ve değişiklikte çıkarı olan aktörler sistemi kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmek isteyecektir. Değişiklikten sonra oluşan yeni sistem de yeni güç dengesini ve dolayısıyla yeni hegemonyanın ya da hegemonik güçlerin çıkarını yansıtacaktır. Bu nedenle sistemin değişimi mevcut toplumsal yapıda güç dengesindeki değişikliklerin ortaya çıkardığı yeni güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda bir değişimi gerçekleştirmek istemelerinden kaynaklanmaktadır.[19]
Kısaca Neorealistler için önemli olan güç/iktidar/etki sahibi olmak değil, bu gücü kullanarak devletin ayakta kalmasıdır. Neorealizm, devletin elinde bulundurduğu gücü kullanma haline dayalı olarak farklı fikirler öne sürerler. Bu fikirlerin odağında Güvenlik İkilemi[20] (Security Dilemma) yatar ki bu da Tutuklular İkilemi’ne dayanır. Devletin elindeki askeri gücü arttırıp dünya düzeni içinde etkisini arttırmasını savunanlar Ofansif (Saldırgan) Realistler, bunun yanlış olduğunu düşünenler de Defansif (Savunmacı) Realistler olarak gruplanabilir.