Röportaj: Oğuz Çtinoğlu
Röportajın 1. bölümü için tıklayınızÇetinoğlu: Turgut Özal Cumhurbaşkanlığı köşkünde iftar sofraları düzenlemeden önce siz Cumhurbaşkanlığı katına Türk musikîsi ile çıkmaya çalıştınız…Atlığ: ‘
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın kullandığı salona Türk müziği giremez.’ Diyenler vardı. Bunlar yanlış şeylerdi. Türk müziği o salona girse ne olur girmese ne olur. Ama sembolik olarak kıymeti değeri vardı. Sonunda girdik.Bu konu ile ilgili bir hatıramı anlatayım size; Ankara’da Kenan Evren Paşa ilk defa devlet protokolüne Türk musikisini soktu. 1982-1983 yıllarında, Türk müziği korosuna ev sahipliği yaptı. Konserden sonra o zamanki kültür bakanı İlhan Evliyaoğlu, Evren Paşa ve aramızda üçlü bir konuşma oldu.
Evren Paşa dedi ki; ‘
Doktorcuğum, sizi devlet konser salonuna sokmuyorlarmış.’ Dedi. Cevap verdim: ‘
Efendim açılış konserimizi orada yaptık ama zaten önemli de değil… Millet nerde isterse konser verebiliriz. Bizim için o kadar fazla bir önem arz etmiyor.’ Evren Paşa, heyecanla: ‘
İster misin Devlet Konser Salonu’nda bir konser tertip edelim. Önce Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası çıksın bir konser versin. Sonra çıkalım bir de biz konser verelim.’ Dedi. Dikkatinize sunarım: Yani Evren Paşa ‘
Biz’ diyerek, senfonik müziği dışlıyor. Aynen böyle oldu. Son derece saf ve temiz kalpli. İlhan Evliyaoğlu’yla birbirimize bakıştık. Dedim ki; ‘
Tabi efendim memnuniyetle. Onlar kabul ederlerse bizim için şeref olur. Ne zaman uygulamaya konulacaksa, biz hazırız.’ Fakat arkası gelmedi tabi. Ya Evren Paşa unuttu veya çevresindekiler vazgeçirdiler. Şimdi bakınız! Türkiye’de çok hazindir. Çağdaş musiki, çok sesli musiki mutlaka malzemesini aynen değil ama, musikimizin gerek folklor olsun gerek klasik müzik… buradan esinlenmesi lazım. Yani batıda Ruslar bunu böyle yapmış, İspanyollar böyle yapmış düşüncesiyle hareket etmek yanlış olur. Demiyorum ki Itri’nin bir eserini çok sesli hale getirelim. O cinayet olur. Öyle bir şey olmaz. Fakat oradan bazı temleri yakalanıp işlenebilir. Kim yapacak bunu? Batı konservatuarından yetişmiş yani hem Türk müziğini çok iyi bilecek o repertuarı çok iyi tanıyacak, bu musikinin ilmî yönlerini, aralıkları, makamları bilecek, repertuarı tanıyacak ve ondan zevk de alacak birileri yapacak. Edindiği batı kültürü ile bunu eserine aksettirecek. O zaman o konservatuarlarda Türk müziğinin de okutulması lazım. Bugün batı konservatuarlarının hiçbirine Türk musikisinin bir tek notası giremez. Yasaktır. Yani olamaz böyle bir şey. Bu kültür ve sanat adına cinayettir. Böyle bir şey nasıl olabilir? Olmaz.Şimdi bakın İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Konservatuarı’nda batı müziği eğitimi veriyoruz. Fakat Türk müziği yetiştiren bir kurumda bence kendi musikimizin hatta bir bakıma aleyhine olacak kadar fazla zaman ayırıyoruz. Çocuklara, ihtisas kazanması gereken saha için zaman kalmıyor. Hâlbuki batılıların konservatuarında Türk müziğinin ismi bile geçmiyor. Bu durum Türkiye’de Tanzimat’tan bu yana devam ediyor. Yani neredeyse 170 sene oldu. Onun için bakın Türk toplumu bir İstiklal Marşı’nı bile doğru dürüst okuyamıyor. İyi ki Cemal Reşit Rey’in bir Onuncu Yıl Marşı var. Yoksa bu toplum bir tek marşı doğru dürüst okuyamayacakmış. Buna ne buyurursunuz. İşte bu, musikideki ikilikten kaynaklanıyor. Bu milletin bağrından, gönlünden, zevkinden kendi musikisini uzaklaştırmanız mümkün değildir. Onuncu Yıl Marşı Türk toplumuna daha yakın. Çünkü Cemal Reşit Rey operet besteleyerek bu havayı bildiği için onu o şekilde yapmış. Rahatlıkla herkes söyleyebiliyor. Bir Harbiye Marşı’nı orduya girmiş olan bir nefer bile köyünden gelip 3 ay sonra okuyabiliyor. Fakat, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışında bulunan, Türk toplumunun en aydın kesiminden 500 kişi, İstiklal Marşımızı doğru olarak okuyamıyor. Musikîmiz dışlanırsa, varılacak sonuç bu olur.
Çetinoğlu: Hocam 1934’den 1970’e kadar Türk Musikîsi devlet katında üvey evlat muamelesi gördü. 1970’den sonraki gelişmelerde emeği geçenleri de anmak bir kadirşinaslık olacaktır. Birkaç isimden bahsedebilir miyiz? Emin Bilgiç mesela…Atlığ: Gerçekten önemli bir konuya temas ettiniz Oğuz Beyciğim. Biz Yılmaz Öztuna ile hem konservatuarın hem devlet korosunun kurulmasının artık an meselesi olduğuna kani olduk. Niçin? Çünkü Yılmaz Bey konservatuar ve koro kurulması konusunda pek çok kişiyi ikna etmişti. Kültür Bakanlığı’nda Ali Naili Erdem, Müsteşarı İbnülemin Mahmut Kemal Bey’in kardeşinin damadı Ahmet Nihat Bey. Kültürümüze son derece yakın insanlar. Yüksek okullar müdürü kimdir bilir misiniz? Ayvaz Gökdemir.
Çetinoğlu: Dostumdu. Allah rahmet eylesin. Atlığ: Evet… Kültür Bakanlığı’na geldiğimiz zaman da Emin Bilgiç. Ne muhteşem bir insandı, ne muhterem bir insandı. Allah gani gani rahmet eylesin. Rıfkı Danışman da bir Erzurumludur. Yardımcı oldu. Çok becerikli bir genel müdürümüz vardı; Mehmet Özel. Güzel Sanatlar Genel Müdürü. O’nu da anmak istiyorum. Bir de Hikmet Büyüklimanlı vardı. Devlet personel dairesi kadroları oradan çıkıyordu. Ben kendisini ziyaret ettiğim zaman Veysel Atasoy’un yardımcısıydı. ‘
Derhal!’ Dedi. Kadrolar bir kelime ile çıkıyordu. Allah yardım ediyor demek ki. Bu çalışmalar bir yıl kadar sürdü. Efendim konservatuarı kurduk, imtihanları yaptık. Ankara’da 1977 senesinde konserimizi verdik.1978’de birdenbire Halk Partisi iktidara geldi. İlk iş olarak bu konservatuara el attı. Aşağı yukarı Ercüment Berker’le beraber Ahmet Kabaklı daha diğer hocalar 15-20 kişiyi görevden aldılar. Bilmem hatırlayacak mısınız? Şerafettin isminde birisi tarihçi profesör soyadını unuttum şimdi. Onunla TRT’de beraber bulunduk yönetim kurulunda soyadını bir türlü çıkartamıyorum. Efendim o müsteşardı. Tabii konservatuar allak bulak oldu. Yani âdetâ ‘
Türk müziği konservatuarı olur mu? İşte bu enstitü olsun…’ falan filan… Denildi. Fakat gazetelerde çok büyük reaksiyonlar oldu. Hatta mecliste tartışıldı. Bir gece bana Şerâfettin Bey’den bir telefon geldi. ‘
Nevzat’çığım oraya vekâleten seni tâyin edeceğiz.’ Dedi. Ben Kültür Bakanlığı’nın memuruyum. O aralık konservatuar da Millî Eğitim Bakanlığı’ndan alınarak Kültür Bakanlığı’na bağlanmıştı.Görevi kabul ettim. Konservatuarın Müdürü olduğu için Ercüment Berker’e telefon ederek gelişmeleri anlattım ve; ‘
Hiç merak etme. Ben 3-4 ay sonra bu gemiyi emin bir limana yanaştıracağım. Sana kendi elimle teslim edeceğim.’ Dedim. Makamına da oturmadım.Yani konservatuar böyle bir sıkıntılı bir dönem geçirdi. Bunu niye söyledim? Eğer Demirel’in o dönemi olmamış olsaydı bu noktaya ulaşmamız zor olurdu. Olur muydu olmaz mıydı? Yani siyasilere bunu kabul ettirmek çok güç efendim. Tabi bu arada Yılmaz Öztuna’nın etkisini de hiçbir zaman unutmamak lazım. Bu arkadaşımız böyle masaya yumruk vurarak bu konservatuarı kurmuştur. ‘
Bu imzalanacak…’ dediğine şahidim.
Çetinoğlu: Tabi sizin de inanılır ve güvenilir bir müzik adamı olmanızın tesirleri vardır. Tevazuunuz dolayısıyla söyleyemiyorsunuz. Atlığ: İnanın ki şudur; kamuoyunu hazırlamak önemlidir. Bir şeyi istemek için haklı olmanız lazım. Ortaya eser koymanız lazım. Ortaya aksiyon koymanız lazım ki mukabilinde bir şey isteyesiniz.Mesela, Klasik Türk Müziği Korosu kurulmadan evvel 1972-1973’te…. Ecevit Moskova’da kültür anlaşmasına; Moskova’da Türk Müziği konseri düzenlenmesi için not koyduruyor. Bir tarihte konserimize gelmişti. Ankara’ya davet edildim. O dönemde Kültür Bakanlığı yoktu. Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı Kültür Müsteşarlığı vardı. Moskova’da konser verileceği bana tebliğ edildi. ‘
Efendim sağdan soldan eleman topluyorum. Resmen ziyâret edilecek bir ülkeye; oradan üç kişi, buradan beş kişi, şurada sekiz kişi toplanarak gidilmez. Bakınız, devletin orkestrası var, tiyatrosu var… Fakat yurt dışında konser verecek bir Türk musikîsi korosu yok. Bir koro oluşturmak gerekir.’ Devletten alınan harcırahlarla gerekli kadroyu oluşturur, güle oynaya bir seyahat yapılabilirdi. Devleti, düzenli bir koro kurulması konusunda ikna edebilmek için, ‘
Olmaz’ Diyerek direttim. Bu hareket, önemli bir katkı sağladı.
Çetinoğlu: Lütfettiğiniz bilgilerle, devlet katında Türk müziğinin yerini belirledik. Şahsî imkânlarla, vakıf ve dernekler aracılığıyla gerçekleştirilen müzik çalışmalarından da söz edebilir miyiz? Devletimizin bu kuruluşlara ilgisini / ilgisizliğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Atlığ: Bunların mutlaka katkıları oluyor. Bakınız İstanbul’da 70 tane dernek, vakıf var. Yani ben bunların konserlerine yetişemiyorum. Halbuki hepsine gitmek istiyorum. Hani teşvik edeyim, konuşma yapayım falan filan diye. Yani amatörlük tabii kolay değildir. Niyetleri iyi. Ortaya da amatörce bir şeyler koyuyorlar. Bazıları biraz daha başarılı.
Bence en önemlisi Oğuz Beyciğim klasik musikimiz içinde bulunduğu vasat ayağımızın altından kayıyor ve kaymakta. Nedir bu? Şimdi musiki 1950’li yıllardan itibaren hele hele 1960’lı yıllardan itibaren ticaret aracı oldu. O çok kötü bir şey. Nedir kötülüğü? Tabii her şeyi çok temiz seslerle plaklar, CD’lerden dinliyorsunuz. Televizyonlar var. Musiki para kazanmak için bir vasıta haline geldi. Bunu tabii müzisyenler için söylemiyorum. Müzisyen müziğini yapacak belli bir para kazanacak ama işi ticaretle uğraşmak olan adam para koyuyor musikiyi bahane ediyor. Ve o zaman kaliteden fedakârlık ediyor, yönlendiriyor. Bu kötüdür. Çünkü bunların işi gücü, mesela özel televizyonlar olsun, özel radyolar olsun bunlar para kazanmak gayesiyle kurulmuş müessesler. Ben burada temiz musiki yapacağım diye bir televizyon kuruluşu var mı? Yok! Bir radyo var mı? Yine yok efendim. Bazı programlarda temiz musiki yapılabiliyor ama… yalnızca az sayıda programlarında. O da tatminkâr değil. Kimse; ‘
Bu radyolar nereye gidiyor?’ Diye sormuyor. Müzisyenlere gelince; onlar para kazanmak mecburiyetinde. Onları; hiç kimsenin para kazanmak uğruna ve kolay şöhret olmak uğruna, ‘
Sen kötü ve kalitesiz de olsa, şöyle müzik yapacaksın!’ Diye mecbur edemez, telkinde bile bulunamaz.
Çetinoğlu: Fakat bulunuluyor. Hatta ‘Alaturka’ adı altında yarışmalar düzenleniyor. Bu işler devletin kurumlarında yapılıyor.Atlığ: Efendim ‘
Alaturka’ isimlendirmesi yanlıştır. Adı; Türk Musikîsi’dir.
Çetinoğlu: Alaturka nedir? Alaturkayı tarif edebilir miyiz bu arada? Atlığ: Böyle bir kelime yok. Yok. Ne amaçla kullanıyorlar? Musikimizi aşağılamak adına da kullananlar çıkmıştır. Evet bu musiki alaturka, şu alafranga denilmiş. ‘
İşte alaturka canım, alaturka bu kadar olur.’ Diye kullananlar olmuş. TRT’nin bu kelimeyi kullanmaması gerekirdi.
Çetinoğlu: Bir de ‘Tür sanat müziği’ şeklinde anlatım var.Atlığ: Musiki zaten sanattır. Ayrıca sanatın sanatı olmaz. Bu isimlendirme de hep TRT ile çıktı ortaya. Biz, zamanında müzik yayınlarında; ‘
Perihan Altındağ şimdi şarkılar programına başlıyor.’ Veya ‘
Neriman Altındağ türküler programına başlıyor.’ Diye duyuru yapardık.… Yani ‘
türküler’ derdiniz ‘
şarkılar’ derdiniz. ‘
Klasik Türk Müziği Korosu’ derdiniz olur biterdi. TRT 1960’lı yıllarda kurulunca çok kategorik hâle getirdiler işi. Şarkıyı, türküden ayırmak için birine ‘
Sanat Müziği’, diğerine ‘
Halk Müziği’ Denildi. Sanki halk müziği sanat değilmiş veya sanat müziği, halkımızın müziği değilmiş manası da çıkıyor. Yanlış bir şey. Türkü de sanattır. Sanat müziği de milletimizindir. Terminoloji zaten çok güç bir iştir. O zaman da güçtü. O zaman da diyorlardı ki; ‘
Efendim biz Türk bestekârıyız, bizim yaptığımız Türk müziği değil mi?’ Bir bakıma haklıydı onlar da. Ama şimdi iyice çığırından bence çıktı.
Çetinoğlu: Klasik Türk müziği ile Türk halk müziği ilişkisini yorumlar mısınız?Atlığ: Efendim ikisi de aynı şey. Sistemleri de bir. Birisi, köyden, kasabadan efendim dağdan, tepeden halkın yaptığı, öbürü de biraz daha şehirli. Ben bunu şuna benzetirim: Kayseri’de Hereke’de, Bünyan’da halı dokunur. Toroslara çıkarsınız orada da kilim dokunur. Ama bazen o kilim halıdan da daha güzel olur. Yani Halk Müziği deyip de geçmemek lazım. Rumeli türküleri arasında o dönemin çok önemli bestekârları tarafından bestelenmiş eserler vardır. Bestekârının ismi verilmediğinde, Rumeli türküsü olduğu anlaşılmaz. Veya, Eviç makamındaki; ‘
Sabah oldu uyansana / Gül yastığa dayansana’ mısralarıyla başlayan türkünün Dede Efendi’ye ait olduğunu söyleseniz, kimse yadırgamaz.Türküler de bizim öz değerlerimizdir.
Çetinoğlu: Türk müziğinde artık yeni makamlar oluşturulamıyor. İhtiyaç olmayışından mı, müzik çalışmalarında kısırlık mı söz konusu? Atlığ: İhtiyaç yok. Bilinen makamların hepsi, yeteri kadar zaten kullanılmıyor. Birçoğu da çok ufak farklarla ortaya çıkarılmış. Yani bence keşke çıkarılmasaydı. Hem kullanılmıyor hem de çıkarılmasaydı daha iyi olurdu.
Çetinoğlu: Kullanılmaması o makamda beste yapılması veya okunması zor olduğu için mi? Atlığ: Efendim yani biraz zorlama olmuş. Yani işte padişahlar bir kese altın alsın diye bestekârları teşvik etmiş veya bir amatör ihtirasla, farklılık oluşturabilmek maksadıyla yapılmış falan filan… Bazıları da birleştirilmiş makamlar bunların. Kürdîli Hicazkâr. O tabii güzel bir terkip ve çok tutmuş. Hacı Arif Bey’in terkibidir Kürdîli Hicazkâr. Kürdî makamı da var Hicazkâr makamı da var. İkisini o kadar güzel birleştirmiş ki bugün en çok aranan makam.
Çetinoğlu: 2 Kasım 1934 tarihinde, Atatürk’ün tâlimatı olduğu iddia edilerek, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın emri ile radyolarda Türk müziği icra edilmesi yasaklanmıştı. Olayın detayı ve sonraki gelişmeler hakkında bilgi lütfeder misiniz?Atlığ: Efendim,1928 yılında İstanbul’a Mısır’dan bir heyet geliyor. Gelenler, dış ülkeye gittikleri için tertemiz giyinmişler. O zaman bizim Türk toplumu daha fakir. Giyimine para ayıramadığı için görüntü hoş olmayabiliyor. Musiki Cemiyetindeki yaşlı insanların giyimleri de belki pek müsait değildi. Atatürk tabii Türkü daima daha yukarılarda görmek istediği için ‘
Nedir bu ?’ gibi bir şeyler söylemiş. Türk müziğinin radyolarda yasaklanması, bu olay üzerine değil. Fakat belki tesiri olmuş olabilir.1934 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış nutkunu okurken, ‘
Türk müziğinin ait olduğu yere yükseltilmesi’ni söylüyor. O dönemde İstanbul’da 1 kilowat’lık radyo vericisi var. Ankara’da da öyle. İstanbul’daki, Sirkeci postanesinin üst katından yayın yapıyor. Ankara’daki Ankara Palas’ın bodrum katında. İstanbul’da ve Ankara’da belki 50-60 tane radyo ya var ya yok. Yani çok yaygın değil. Daha ziyade o zamanlar gramofonla musiki ihtiyacı karşılanıyor. Ve söylendiğine göre Vedat Nedim Tör, Matbuat Genel Müdürü. Şükrü Kaya ise Dahiliye Vekili. Bilemiyoruz tabii, sözde ikisi Atatürk’ün nutku’ndan esinlenerek onun etkisinde kalarak radyolardan Türk müziği yayınını kaldırıyorlar. Atatürk’ün ‘
Kaldırın’ diye bir emri yok. Kendiliklerinden yapıyorlar. Özellikle Şükrü Kaya mı ısrar ediyor, yoksa Vedat Nedim Tör mü ağır basıyor? Onu doğrusu bilmiyoruz. Bir süre sonra radyolardan Türk müziği yayını kaldırılıyor. Aynı dönemde calibi dikkattir ki; Türk Musikisi aleyhine büyük bir kampanya başlıyor. Yani epey önemli yazarlar ne bileyim işte Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon hatta Mesut Cemil Bey’in bile Türk Musikisi aleyhine yazdığından bahsedilir bir mecmuada. Ben okumadım, öyle söyleniyor.
Çetinoğlu: Hasan Ferit Alnar; ‘Türk müziği dinlemek, insanlarımızın ilerlemesini engeller, geriye götürür…’ gibi yazılar yazıyor. Atlığ: Çok efendim, çok çok kişi var. Yani o dönemde Türk müziği aleyhine yazmayan hemen hemen kimse kalmamış gibi. Maalesef böyle bir dönem de geçirilmiş. Yani devrimci zihniyete hoş görünmek adına yanlışlıklar yapılmış.
Çetinoğlu: Atatürk kendi özel meclislerinde Türk müziği dinliyor.Atlığ: Efendim tabii dinliyor. (Ergun Balcı tarafından hazırlanan ‘
Nevzat Atlığ / Mûsikîmizle Övünmemiz İçin’ isimli kitabı göstererek) Bu kitapta bulacaksınız Vasfi Rıza ile ilgili bir hâdise var. Ben bunu Vasfi Rıza’dan dinlediğim için kitapta da yazdım.Atatürk Vasfi Beye; ‘
Bir piyeste bir şarkı okumuştunuz.’ Diyor. Vasfi Bey de eseri okuyor. ‘
Hayır bu değil.’ diyor. İkincisini okuduğunda, ‘
Bu da değil.’ Diyor. Vasfi Bey de şaşırıyor acaba nedir falan filan derken sonradan aklına geliyor. Dellalzâde’nin Isfahan Yörük Semaisi. Çok sanatlı bir eserdir. Onu okuyunca Atatürk diyor ki; ‘
Beyler benim sözlerimi yanlış anladılar bizim gerçek musikimiz budur. Kaldırılsın demedim. Yani bu musiki batılılara da sunulacak şekilde üzerinde çalışılsın. Bunu söylemiştim.’ Diyor. Ve yasak kalkıyor.Bir de ikinci rivayet var: Osman Pehlivan, Rumelili özü sözü çok doğru bir insanmış. ‘
Sayın Paşam beni çağırıyorsunuz, şarkı okutturuyorsunuz. Millet radyodan dinleyemiyor. Bu millete yazık değil mi?’ Diyor. Atatürk; ‘
Öyleyse git, radyoda da oku!’ diyor. Hemen gece sanatkârları radyoda topluyorlar. Osman Pehlivan mikrofona çıkıyor. Bu da bir rivayet. Nasıl araştıracaksınız? Biraz zor. Çünkü kayda falan da geçmemiş. Fakat işte böyle şeyler var.Zaten radyolarda Türk müziği yasağı çok fazla uzun da sürmemiş. Esasında o radyolar da herkes tarafından dinlenilen nesne değil. Fakat sembolik olsa bile musikînin radyolardan kaldırılması önemli.1938 yılında Ankara radyosu açılınca bütün Türkiye 10 sene boyunca Türk Musikisi zevkini tattı. Ankara Radyosu’nun o hizmeti unutulamaz.
Çetinoğlu: Fakat o kısa dönemli yasak, birçokları tarafından istismar edildi. Sonraki dönemlerde Türk Musikisi’nin geliştirilememesinde / gelişmemesinde yasaklı dönemden çok daha büyük etkileri oldu. Atlığ: Tabi. Atatürk’ün o sözlerini herkes kendine göre yorumladı. Alaturka alafranga münakaşaları işte o hâdiseden sonra batılılara epeyce koz da verilmiştir. Ama bir şey var biz de Türk müziği mahfillerinde Atatürk’ün kendi musikisini dinlemek isteyişini de bir koz olarak, savunma olarak kullandık daima.
Çetinoğlu: Bir dönemde sizin de içersinde bulunduğunuz bir tartışma yaşandı. Konservatuar İcra heyetindeki sanatkârların sahneye çıkmaması konusunda. Atlığ: Evet. 1953 yılındaydı. Bu kitapta o bahsi de çok rahat bulacaksınız.
Çetinoğlu: Muhterem Hocam, Çok teşekkür ederim. Sizi bir hayli yordum. Atlığ: Estağfurullah. Ben de teşekkür ederim.
Prof. Dr. NEVZAT ATLIĞ’ın kısa biyografisiAslen Edirneli ve süvari albayı olan babasının görevde bulunduğu Denizli'ye bağlı Sarayköy’de, 14 Ekim 1925 tarihinde dünyaya geldi. İlk müzik bilgilerini aynı zamanda bestekâr olan babası Nazmi Atlığ’dan aldı ve keman öğrendi. İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirip röntgen teşhis ihtisası yaptı. İstanbul Ünivesitesi korosunda keman çaldı. Ercümend Berker’in askere gitmesi dolayısıyla bu koronun şefliğini yaptı.İstanbul Radyosu Türk musikisi şefi, İstanbul Konservatuarı icra heyeti şefi ve 1954 - 1958 yılları arasında İstanbul Radyosu müdürlüğü görevlerinde bulundu. İstanbul Radyosu küçük korosunu yönetirken 1963’de Mesut Cemil’in vefatı üzerine klasik Koronun şefliğine getirildi. 1976 yılına kadar aralıksız bu görevi yürüttü.1969’da Millî Eğitim Bakanlığı Türk Musikisi komisyonuna başkan seçildi. Bu komisyon Kültür Bakanlığı’na geçince başkanlık görevine devam etti. 1000 Temel Eser Komisyonu üyeliği yaptı. TRT yönetim kurulu üyeliği görevinde bulundu. 1976 yılında kuruluşunda önemli hizmetler yaptığı Kültür Bakanlığı Klasik Türk Müziği korosunun şefliğine getirildi. Çeyrek asır devam ettiği İstanbul Belediye Konservatuarı’ndaki sanat kurulu başkanlığı ve Türk musikisi hocalığından ayrıldı. 1981 yılında Klasik Türk Müziği dalında başarı ödülünü aldı. Türkiye Millî Kültür Vakfı’nca 1983 yılında Türk Kültürüne Hizmet Ödülü’ne lâyık görüldü. 1983 yılında Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu üyeliğine seçildi ve 1984 yılında TRT yüksek kurulu üyeliğine atandı.1985 yılında profesör, 1987 yılında da Devlet Sanatkârı unvanını aldı. 1999 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne lâyık görüldü. Türk Musikisi Vakfı'nın kurucuları arasında yer alarak, bir dönem yönetim kurulu başkan vekilliği görevini yaptı.Prof. Dr. Nevzat Atlığ, evli ve iki evlat babasıdır. |